Futbol Takımıyla Özdeşleşen Şehir: Parma Gezi Rehberi
gastronominin genel kabul görmüş anlamı; yemek ve kültür arasındaki ilişkidir. gastronomi konusunda sadece avrupa’da değil, dünyada da en şanslı ülkelerden biri de şüphesiz italya. italya’nın bu meseledeki “kabe”sine ise; bologna, modena, parma ve reggio emilia gibi büyük şehirlere ev sahipliği yapan “emilia-romagna” bölgesi desek haksızlık etmemiş oluruz.
dünyanın - “halen” aktif şekilde - eğitim veren en eski üniversitesi olan bologna üniversitesi ile, eğitimi 15. yüzyıl'da kesintiye uğradığından bu listeye giremeyen, ancak dönemi itibarıyla en eski dördüncü ilim irfan yuvası olan parma üniversitesinin burada olmasına bir de italyanların yenilikçi şefleri ve restaurantları eklenince, “gastronomi” alanında bu denli söz sahibi olmasına da şaşmamak gerek.
danimarka’lı “noma”nın ardı ardına üç senelik “dünyanın en iyi restaurantı” hegemonyasını 2013’te şöyle bir sarsan ispanyol el celler de can roca ile birlikte yok eden massimo bottura’nın “osteria francescana”nın modena ilinde olmasına ek olarak, medhar-ı iftiharları parmesan (parma + reggio emilia = parmigiano) peynirlerinin de bu bölgeden çıkması da bir diğer önemli husus.
işte tam bu mevzuların arasında sıkışmış kalmış ve eminim ki; “en güzel tarafı bologna’ya dönmek olan” mekandayız, parma'dayız.
emilia-romagna bölgesini keşfetmeyi planlıyorsanız, kalacağınız en güzel yer bologna. şehir zaten güzel, çevreye ulaşım da kolay. parma, trenitalia ile bir saat kadar mesafede, biletinizi istasyondaki makinelerden alıyorsanız, trene binmeden perondaki küçük terminallere okutmanız lazım, yoksa sürekli türklere benzettiğiniz bir italyan kondüktöre “ehe ehe sinyor, ee sinyor turist, we are turisto, what, convalidare, what is convalidare” falan diye dil döküp , döndükten sonra da "yok olm bize falan benzemiyorlar, €120 ceza ödedik bir bileti okutmadık emenike" der durursunuz. o yüzden makineye okutun binmeden.
parma istasyonunda indikten sonra, şehri görmeden ziyaret etmeniz gereken bir yer var; parmesanın ana vatanı, san secondo parmense kasabası. bu kasabaya otobüsle ulaşabilirsiniz, aşağı yukarı 20-25 km ama belediye otobüsü olduğundan ulaşımınız bir saat kadar sürer. tam tren istasyonun altında bir geçit var, yani bat çık gibi bir şey. yüzünüzü istasyona verdiğinizde, sağ tarafta kalan (çünkü geçit gibi, iki gidiş-iki geliş şeklinde) yoldaki duraktan 2105 no’lu otobüse binmeniz lazım. hemen herkesin birbirini tanıdığı bir otobüs zaten, ortam güzel, yüksek perdeden “buona giornata”lar, “come te la passi”ler, “attento”lar, tam mahalle otobüsü. kasaba merkezine gelmeden bir durak önce sığma market var, orada inerseniz tam çaprazında il trionfo diye bir yer göreceksiniz. burası oldukça butik, minnoş bir parmesan üreticisi. yanlış hatırlamıyorsam ayhan sicimoğlu da bu kasabada görece daha endüstriyel bir mandıra’da program çekmişti. bu “mandıra” ya (mandıra diyelim artık) sabah 9 gibi gitmeniz lazım ki üretimi görebilesiniz. tabi bu üretim aşamasını size profesyonel tur rehberi anlatmıyor, zaten aile işletmesi. allah ne verdiyse italyanca bam güm girişiyorlar çünkü ingilizce bilmiyorlar. yani şöyle düşünün, ezine'ye gidiyorsunuz (veya ne biliyim peyniri ile meşhur bir köye) ne kadar ingilizce bilen biriyle karşılaşma olasılığınız varsa buradaki olasılık da aynı.
velhasıl, üretimi ve en sonda peynirlerin dinlenmeye bırakıldığı yüksek tavanlı “depo”ları (diyelim) da görebiliyorsunuz. peynirler de 12-24-36 ve 48 ay’a kadar yaşlandırılıyor (daha fazlası da olabilir ama bu dört grup var , ona eminim) ayrıca, hemen mandıranın önünde de kendi satış mağazaları var, gönül rahatlığı ile alabilirsiniz. aynı dükkanda, balzamik sirke de (biraz pahalıydı ama, cidden müthiş, zaten tam bildiğimiz sirke gibi değil, nar ekşisi kıvamlı gibi, zaten başka yerde göremezsiniz o kadar iyisini) bulabilirsiniz, bu balzamik şirkenin ana vatanı aslında komşu il modena. ancak burada da gayet iyi ve kıvamında yapıyorlar. peynirin üstüne bir damla damlatıp tattırıyorlardı, ilginçti vesselam.
kasabada çok yapacak bir şey yok, merkezinde rocca dei rossi diye bir kale var o kadar. tam kale de sayılmaz, orta çağ şatosu gibi belki. burada otobüs saatlerine dikkat edin, son saati kaçırırsanız kalırsınız valla, saat 16:00 – 17:00 gibi bitiyor sefer, yazın öyleydi en azından. başka bir vesait var mı bilmiyorum.
bu otobüsle parma merkeze geliyorsunuz, yine istasyonda inip merkeze doğru yürürsünüz, zaten gerek italya’da gerek avrupa’da hemen hemen tüm tren istasyonları şehrin merkezindedir. 15 dk sonra garibaldi meydanına varırsınız. açıkçası parma’da bir numara yok, acı ama gerçek. biz bir tam gün geçirdik, bir arkadaşın önerisiyle gittiğim bir restaurant vardı, trattoria corrieri diye, gayet güzeldi, zaten o bölgede hemen hemen her restaurant sizi fazlasıyla tatmin eder. orada makarna ve şarküteriye düşebilirsiniz. bir de malve isimli café-bakery tarzı bir yer vardı orada da akşam üstü yorgunluk kahvesi ile gayet hafif, lezzetli, sütlü tatlılar takılabilirsiniz.
durağan dediysek de o kadar da değil elbette. şehirde iki tane önemli tarihi mevzu var. yani italya'nın her yeri tarihi zaten, alelade bir kasaba hatta köy meydanında bile hikayesi olan bir kilise, çeşme, sütun, portico vb. görebilirsiniz.
parma'daki ilk önemli yapı; parma katedrali.
romanesk tarzda inşa edilen bu katedralin tavan boyamasını, inşasından beş asır sonra, louvre müzesinde de üç tane eseri olan antonio de correggio yapmıştır. italya'da sağlam romanesk yapı bulmak zordur, zaten merkezde yer alıyor, kaçırmanız imkansız. katedrale giriş ücretsiz.
bir de bu katedralin karşısında sekizgen bir yapı var, parma vaftizhanesi. şimdi, dünyanın -bugüne kadar ayakta kalan-en görkemli vaftizhaneleri italya'da yer alıyor. en önemlilerinden birisi de floransa'daki san giovanni vaftizhanesi. parma vaftizhanesi de oldukça değişik bir mimariye sahip. yapının inşasında çok meşhur verona mermeri kullanılmış. giriş €8.00.
gitmek isteyip de gidemediğim sadece bir yer oldu (ya kapalıydı, ya da zaman kısıtı vardı) o da giordano ferrari kukla müzesi, kabaca katedralin arka çaprazına düşüyor. 1877 yılında kuklacılığa başlayan italo ferrari, 1961 yılında ölünce oğlu giardano ferrari bu işi sürdürmeye karar vermiş. giriş (o zaman) ücretsizdi. (bildiğiniz ferrari ile bir münasebetleri yok)
son olarak, futbola ilginiz varsa da, 90'lı yılların ikinci yarısında (dino) baggio’lu, zola’lı, buffon’lu kadrosuyla fırtına gibi esen parma futbol klübünün stadına ve altında dan shop'a gidip (çarşıya 15 dk mesafe) bir atkı vb. alır dönersiniz .
parma bu kadar maalesef.
bu günler de gelip geçecek, elbet kavuşacağız, ci vediamo.