Fransa'yı Fransa Yapan Siyasal Yapının Fransız İhtilalinden Günümüze Kadarki Tarihi

Fransa'yı daha iyi anlamanızı sağlayacak köklü siyasal yapının Napolyon'dan günümüze kadar gelen, detaylı bir tarihi.
Fransa'yı Fransa Yapan Siyasal Yapının Fransız İhtilalinden Günümüze Kadarki Tarihi

fransa'nın futboluyla, paris'iyle, şusuyla busuyla ilgilendik her zaman, ancak herhalde fransa'yı fransa yapan en önemli unsuru her zaman atladık; siyasal yapı. bu yazımda da fransa'nın siyasetine biraz değinecek ve başlıca önemli noktaları üzerinde duracağım.

daha önceleri monarşi ile yönetilmekte olan fransa'nın günümüz modern yapısına kavuşmasında herhalde en önemli etmen fransız ihtilali'dir

1789 yılında yaşanmış olan ihtilal, sırf fransa'yı değil, bütün avrupa kıtasını etkilemekten geri kalmamıştır. öyle ki, emanuelle kant, "devrim" sözünü duyduğu zaman tüylerinin diken diken olduğunu birçok defa dile getirmiş olsa da, bu devrimin tamamıyla meşru olduğunu savunmuştur.

ihtilalle birlikte ilk ortaya çıkan büyük güç, napoleon bonaparte'dır hiç şüphesiz. sadece büyük bir askeri lider olmaklan kalmamış, aynı zamanda "napoleon yasalarını" da beraberinde getirmiştir. öyle ki, ülke uzun süre boyunca bu yasaların etkisinden kurtulamamış, hatta günümüze kadar bu yasaların bir kısmı gelmeyi başarmıştır. unutmayalım ki, kendisi bütün avrupa'yı ele geçirmiş, moskova'ya kadar ilerlemesini bilmiştir. bu süre zarfında herhangi bir şekilde halkın isyan etmemesinin sebebi olarak da bu yasalar gösterilmektedir. ancak bir süre sonra ihtilal sonrası fransa'sına kucak açan halklar, günümüzde ırak'ta da yoğun olarak görüldüğü gibi kendilerini kurtaran gücün egemenliğine isyan etmişlerdir.

Bonaparte

fransız ihtilali, fransa'daki en önemli unsurlardan biri olan merkezi hükümet anlayışını değiştirememiştir. her şey değişmiş, bir tek bu kalmıştır denilebilir. öyle ki, kilise bu sebepten devletin düşmanı haline gelmiş, hatta dünyadaki en laik katolik kilisesi halini bu nedenle almıştır. kilise, ihtilal sırasında ve sonrasında aristokrasinin yanında yer almış, ihtilale tamamiylen karşı çıkmıştır. ancak fransa'da neredeyse kilisenin bir geleneği haline gelmiş olan "yeni hükümete göre adımını uydur" politikasından nasibini almış, kendisini şekillendirmeyi bilmiştir. böylece, hükümetin daimi düşmanı vasfından da sıyrılmayı başarmıştır.

bu merkeziyetçiliği yasal yollarlan açıklayan ilk kişi yine napoleon bonaparte olmuştur. der ki, fransa'da yaşayan herkes, ülke çapında tek bir yasa ile yönetilmelidir. yani, bütün yerel yönetimleri de bu madde ile merkeze bağlamıştır.

napoleon'un yasaları içerisinde "kentsel yasalar" ve "kamusal yasalar" olarak iki ayrı bölüm mevcuttur. kentsel yasalar, kısaca ve en basit haliyle, insanlar arasındaki sosyal iletişim üzerindeki yaptırım ve uygulamalardan ibarettir. örnek olarak, ticaret kanunları ve benzeri şeyler verilebilir. kamu yasaları ise, daha çok kişilerlen otoriteler arasındaki iletişimi düzenlemeyi amaçlar. buna örnek olarak suç ve ceza kanunları, anayasal kanunlar ve yaşama/yürütme kanunları verilebilir.

ancak bu kanunları ülkeye getirmek de ardında birçok problem yaratmaktaydı. yerel yönetimler, halen daha örf ve adetlerinden gelen birçok yasadan kurtulamamışlardı. günümüzde bile halen daha yerel örf ve adetlere birçok yaşama ve yargı durumlarında başvurulsa bile, o zamanlarda bu öyle bir derecedeydi ki, herkesi ilgilendiren tek bir yasa, örf ve adetleri büyük ölçüde etkileyebilecek düzeydeydi.

buna aldırış etmeyen napoleon bonaparte, bütün bu yerel kanunlardan kurtulmasını ve bütün yerel yönetimleri merkeze bağlamasını bildi. öyle ki, kendisi bile yeri geldiğinde birtakım yargı uygulamalarına bizzat gözlemci olarak katılmakta ve uygulamakta olduğu kanunların yürüyüp yürümediğini gözlemlemekteydi. birtakım durumlarda örf ve adetlerin yargılama sürecinde kullanılmasını bilerek gözardı ettiği bile söylenmektedir.

16. yüzyıl teorisyenlerinden biri olan gean bodin, tıpkı ingiliz meslektaşı thomas hobbes gibi ülkenin mutlak bir monarşiylen, tek bir kimse tarafından yönetilmesini uygun görmekteydi. 18. yüzyıl teorisyeni montesquieu ise, bunun tam aksine, daha merkeziyetçi, fakat daha laik ve mutlakiyetten uzak bir yönetim biçiminin mevcut olması gerektiğini savunmuştur.

ancak fransız ihtilali'nden itibaren, özellikle de napoleon bonaparte'un açtığı dönemden sonra fransa'da demokrasi ile monarşi arasında sürekli bir gidip gelme görülmüştür. demek istediğim, hükümet bazen fazla monarşik davranmış, bazen de yine eski normal demokratik haline dönmüştür. öyle ki, tarih içerisinde birçok demokratik ülke, demokrasi ile başa gelmiş bir hükümdarın zaman içerisinde kendisini bir mutlak yönetici pozisyonuna sokmasından korkmuştur. bunun en bariz örneği olarak genelde adolf hitler verilse dahi, fransızlar'ın asıl korktukları olay, devlet gücünün mutlakiyet ve demokrasi arasındaki istikrarsız gidiş gelişiydi.

önceleri, napoleon bonaparte her ne kadar demokratik bir lider olarak göreve başlamış olsa da, kendisini daha sonraları bir imparator ilan etmiştir. zaten bunun üzerine beethoven da çok önemli bir bestesinin ismini değiştirmiştir tepki olarak. aynı şeyi, daha sonraki yıllarda de gaulle ile de göreceğiz zaten (ikinci dünya savaşı öncesi bir dönem demokratik davranmışken, daha sonra yine totaliter davranmaya başlamıştır, savaş sırasında yine demokratik bir hal almış olsa da, savaş sonrasında tekrardan inişli çıkışlı bir siyaset izlemiş, ancak en sonunda görevinden ayrılırken "yaşasın cumhuriyet!" diye bağırmıştır. buradan, kendisinin aslında gerçek bir demokrat olduğunu, fakat kişisel ihtiraslarından dolayı arada sırada yol değiştirdiği sonucunu çıkarabiliriz).

1700-1714 arası Avrupa.

fransa'nın tarih içerisinde değişen politik yapısını belli dönemlerle incelemek gerekirse

1789'a kadar olanki dönem: "ancien-regime" adı verilen, louis xiv (1643-1715) yönetiminde olunan dönem. "ben devletim!" söylemi bu dönemi yansıtır. eski rejimin bir sembolüdür adeta bu söz. daha sonra gelen louis xv (1715-1774), ülkeyi yine bu söylemi izleyerek yönetmeye devam eder. kendisinden sonra gelen louis xvi, avusturyalı kraliçe maria theresa'nın kızlarından marie antoinette ile evlenir ve ülkeyi hakikaten de demir yumruk ile yönetmeye başlarlar. halklan araları açılmaya başlar, halk ise monarşide bir reform beklemektedir. anayasası olan bir monarşi istenmektedir. ancak zırtapozluk yaptıkları için halk tarafından (giyotin sağolsun) öldürülürler. fransız ihtilali, 1789'da başlar.

- ihtilalde idealistler çoğunluktadır. birşeyleri değiştirmek isterler, ancak bunu yaparken zulümden kaçınırlar.

- ancak bunların yanında radikal bir kanat da mevcuttur.

- bu fanatik kesim, idealistleri bir kenara iter ve kısa bir süre ülkeyi terör ile yönetirler.

- ancak bu kısa süreç çabuk geçer ve sistem tekrar değişir (unutmayın, sovyet devrimi sırasında da aynıları yaşanmıştır. adolf hitler'de bile aynı şey yaşanmıştır. güney amerika'da da birçok defa, özellikle küba devriminde yine bu yaşanmıştır).

1789-1792: anayasal monarşi (meşrutiyet) dönemi başlar. 1791'in anayasası kullanılmaya başlanır. ilk yaşama organları bu zamanlarda oluşur ve düzenli olarak toplanır.

1792-1799: birinci cumhuriyet kurulur. 1793'de kullanıma geçmeyen bir anayasa yapılsa da, 1975'de yapılmış anayasa kabul görür ve kullanılmaya başlanır.

1799-1804: napoleon bonaparte'in ilk konsey toplantısı gerçekleşir. 1802'de bir başka anayasa devreye girer ve napoleon kanunları adı verilen kanunlara ilk adım atılır.

1804-1815: ilk imparatorluk kurulur (napoleon bonaparte önderliğinde). 1815'in anayasası kabul edilir ve malum kanunlar tam anlamıylan yerlerine otururlar.

1815-1824: louis xviii başa gelir. ülkenin siyasal yapısı "yenilenir".

1824-1830: charles x yönetime geçer.

1830-1848: broleaun monarşisi hüküm sürmeye başlar. 1830'daki anayasa kabul edilir. louis/phillip fransa'nın kralı olur.

1848-1851: ikinci cumhuriyet kurulur. 1848'de yeniden bir anayasa çıkarılır. napoleon bonaparte'in yeğeni ikinci napoleon seçimle başa gelir.

1851-1877: ikinci imparatorluk kurulur. amcasından ders almayan napoleon ıı de aynı hataya düşer. 1852 ve 75'de iki farklı anayasa hazırlanır.

1877-1940: üçüncü cumhuriyet kurulur. 1875'de hazırlanmış anayasa halen daha yürürlüktedir.

1940-1944: vichy rejimi başa gelir, hitler nedeniyle fransa'nın kuzeyi işgal altındadır.

1945-1958: dördüncü cumhuriyet kurulur.

1958-günümüz: beşinci cumhuriyet yürürlüğe girer.

Üçüncü Cumhuriyet dönemine dair bir tasvir.

demokratik sistemler, fransızlar tarafından her zaman kabul görmemekteydi

yukarıdaki verdiğim listede de göreceğiniz gibi, aslında hükümetler sıklıkla değişirlerdi. ancak bilinmelidir ki, demokrasi aslında zamanına göre çok yeni bir yönetim biçimiydi. öte yandan demokrasi, gelmiş geçmiş en zor yönetim biçimlerinden de biridir. üçüncü cumhuriyet yıllarında ise bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştır.

öyle ki, demokrasi en iyi ve en güçlü yönetim şekli olarak kabul edilmiştir. ancak dönemin devlet adamları, kesinlikle büyük bir yanılgı içine düşmüşlerdir, zira demokrasiden pek uzak olan komşu almanya, adolf hitler'in yönetimi altında fransa'dan çok daha büyük bir güce sahiptir. zaten daha sonraları işgal edilmeleri ile bunu daha iyi öğreneceklerdir. (bu konuda jacob burghart'ın "reflections on world history" kitabını okumanızı tavsiye ederim. her ne kadar almanya ve fransa, tarih boyunca birbirlerini pek çok defa işgal etmiş olsalar bile, her zaman en yeni olan olayın önemi üzerinde durulmuştur, çünkü bize daha önemli gelmiştir en yeni olan olay. kendisi de kitabında bu fenomeni anlatmaktadır. çok devrik cümle kurdum, kusura bakmayın).

19. yüzyıl'ın sonlarında ve 20. yüzyıl'ın başlarında şekillendirilmiş olan fransız hükümeti, genel bağlamda büyük britanya'nın yönetim şeklini taklit etmekteydi. öyle ki ingiltere'de kraliçe, parlamentoyu dağıtma hakkına sahipti (her ne kadar tarihte bu bir veya iki defa yaşanmış olsa dahi). böylece fransızlar da aynı şeyi, üçüncü cumhuriyet yıllarında getirilen anayasalara koyarak kendi sistemlerine soktular. yani, kral çok büyük bir tehlike gördüğü zaman parlamentoyu dağıtma yetkisine sahip olacaktı.

öyle ki, fransa'da başkanlardan bir tanesi, parlamentoyu dağıtma girişiminde bulunmuş olsa da, bu halk arasında öyle büyük bir tepkiye yol açtı ki, bir daha hiçbir şekilde hiçbir başkan bu yetkinin yanından bile geçmedi. aynı durumlar, nsdap'nin başa gelmesine kadar almanya'da ve hatta amerika birleşik devletleri'nde de görülmüştür.

şimdi de birazcık 20. yüzyıl fransa'sının, hatta bütün fransa tarihinin gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biri olan de gaulle hakkında konuşmak istiyorum

kendisi aslında birinci dünya savaşı'nda genç yaşta almanlar'a esir düşmüş, ikinci dünya savaşı öncesinde ise fransız ordusunda binbaşılık mertebesine kadar ulaşmıştır. gerçekten çok elit bir kesimden gelen de gaulle, aynı zamanda çok da kültürlü ve eğitimlidir. öyle ki, geleceği de gayet iyi görebilmesinden dolayı, çok iyi bir devlet adamı olduğunu da bize kanıtlar her seferinde. ikinci dünya savaşı çıkmadan önceki dönemlerde yavaş yavaş fransız generallere, almanya ve belçika sınırlarına kurulacak herhangi bir margıno savunma hattının kurulmasının pek ise yaramayacağını savunmuştur. rahatlıkla alman tankları ve hava saldırıları karşısında ezileceğini söyleyen de gaulle'i pek takan olmadığından, hitler'in özellikle önem verdiği tank ve hava destek üniteleri sayesinde fransa, savaş sırasında rahatlıkla dize getirilmiştir (tabii bunun altında da çok karmaşık sebepler yatmaktadır).

De Gaulle

zaten o sıralarda halk, hafiften üçüncü cumhuriyet hükümetine karşı olumsuz bir tutum içerisine girmişti. bu nedenle vichy fransasının kurulması pek de zor olmadı. ancak savaş bittiğinde tekrardan başkan olan de gaulle, dördüncü ve beşinci cumhuriyetlerde görev almasını bildi. öyle bir devlet adamıydı ki, kendisinin her zaman sözünün dinlenmesini istiyor, eğer aksini söyleyecek biri olursa, görevinden anında istifa ediyordu. bu yüzden time dergisince 1958'de yılın adamı bile seçilmiştir. zira kendisi her zaman uzun vadeli düşünmüştür ve halkını düşünmüştür.

kuzey afrika'daki (özellikle cezayir) sömürgelerdeki isyanlar ve darbe girişimlerinden sonra, yani 1958'de yeni bir anayasa hazırlığı yapılmıştır. bu anayasada artık başkana çok daha fazla güç verilmiş, hatta tıpkı amerika'nın başkanında olduğu gibi, devlete karşı olacak olan herhangi bir olası tehlike anında kullanılmak üzere başkana diktatörlerinkine varacak kadar büyük ölçülerde güçler bahsedilmiştir.

şimdi de günümüzdeki yönetim biçimine, yani beşinci cumhuriyete biraz göz atmamız gerekmektedir

beşinci cumhuriyetteki durum, tıpkı abd'de olduğu gibidir. yani bir başkan mevcuttur ve onun altında bir parlamento vardır. fakat amerikan siyaseti'nden farklı olarak buradaki parlamento, yasama ve yürütme sebeplerinden çok halkı temsil etme görevini üstüne almıştır, ancak yaşamada başrol oynar. bir nevi türkiye'nin sistemine benzese de, bizdeki cumhurbaşkanına oranla fransa başkanı çok daha fazla göreve sahiptir.

özellikle beşinci cumhuriyetin diğerlerinden olan farkı, başkanın, yasama organları olan parlamento tarafından değil, doğrudan halk tarafından seçilmesidir. yani, de gaulle'ün en büyük düşlerinden birinin gerçekleşmesi durumu sözkonusudur. zira kendisi, paris'deki merkeziyetçi zihniyetten pek hoşnut olmadığından, daha çok ülkenin geri kalan kısmını temsil edebilmek adına bu girişimde bulunmuştur.

yeni anayasaya göre, başkan halk tarafından doğrudan seçilmekte, bu da güçlü bir yönetim kadrosu oluşmasını sağlamaktaydı. böylece başkanın güçleri, yeni anayasada artık yaşama meclisinden daha önce belirtilir olmuştu.

fransız ihtilali'nin aslında merkeziyetçiliği yıkmayıp, daha da geliştirdiğini söylemiştik. bunun izlerini, ilk anayasada da bolca bulabiliriz.

- article 1: fransa, bölünmezdir (amerika'da yayınlanan federalist makaleler, fransa'da o dönemlerde yasaklanmıştır ki, merkeziyetçilik fikri yaygınlaşsın).

öyle ki, beşinci cumhuriyet yıllarında de gaulle'ın önderliğinde merkeziyetçilik, belli bir seviyede geri adım atmak zorunda kaldı. bu aslında çok zıt gelmektedir birçoğumuza, ancak daha bir yerel yönetimlere önem verildi ve yerel halklar daha bir gözetildi, her ne kadar ilk maksat, merkezi kuvvet olan bir başkan yaratmak olmuş olsa dahi.

Emmanuel Macron.

de gaulle, aynı zamanda ekonomik stabilite sağlamıştır. özellikle euro'nun çıkmasından önce para birimi frank olan fransa, bu parasının gücünü isviçre frangına eşitlemek istemekteydi. büyük ölçüde bu da başarıldı.

"fransa laiktir, laik kalacak" tarzı bir sloganları bile vardı kendilerinin. daha önce de söylendiği gibi, fransa'da çok laik bir kilise anlayışı vardı. öyle ki, en modern katolik kilise bile denilebilir rahatlıkla. bütün fransa'da dini inançlar da tamamiylen serbest bırakılmışlardı. ikinci dünya savaşı sonrasında sayıları her ne kadar çok azalmış olsa da, yahudilere saygı duyulmuş, hatta kuzey afrika göçmeni olan müslümanlara da hiç karışılmamıştır (hatta tam olarak hatırlayamadığım bir istatistiğe göre, paris'de yaklaşık 1500 cami vardır 2001 yılı sayımlarına göre).

yine ilk anayasadan günümüz anayasasına devrolmuş bir diğer madde de, ülkenin ulusal marşını, resmi dilini, yönetim biçimini ve bayrağını açıklayan maddedir. öyle ki, lincoln'un anayasal eklemelerindekilerin tıpkısının aynısıdır bunlar.

başkan, savaş sırasında veya herhangi bir şekilde tehlike arzedecek durumda bir diktatörün yetkilerine sahiptir. burada başkan, mutlaka kongre üyelerine ve danışmanlarına bir şekilde danışmak ve fikir sormak zorundadır, ancak onların dediklerini dinleme gibi bir zorunluluğu yoktur; kafasına göre hareket edebilir.

her zaman aristokrasiye de önem veren de gaulle, fransa'nın günümüzdeki durumunu çok iyi değerlendirip adımlarını ona göre atmıştır. öyle ki, günümüz fransa siyasal yapısını tamamiylen amerikan siyasetine benzetebiliriz.