Film Eleştirmenlerine Göre 2019'un En İyi Filmleri
20. Kona fer i strio / Woman at War
Yönetmen: Benedikt Erlingsson
film, izlanda'nın el değmemiş dağlık bölgelerinde geçiyor. filmin kahramanı, yöresindeki alüminyum tesislerine tek başına savaş açan, ancak evlat edinme başvurusu kabul edilince dünyası sarsılan, "dağların kadını", çevreci aktivist halla. kuzeyli mizahı küresel dertler ve adalet duygusuyla birleştirirken olağanüstü manzaralar eşliğinde sunan film, yönetmeni erlingsson'un tarifiyle "macera gibi anlatılan bir kahramanlık hikayesi; gülümseyerek anlatılan ciddi bir masal." masalsı bir anlatımıyla beni mest etti. izlanda yapımı olması ayrı güzellik.
19. Kamera o tomeru na! / One Cut of the Dead
Yönetmen: Shin'ichirô Ueda
sinema okuyan öğrencilere ders olarak izletilmesi gereken film. dönemin milyon dolarlık projelerine, dünyaca ünlü oyuncu kadrosu olan filmlerine karşın 25 bin dolar gibi oldukça mütevazi bir bütçe ile nasıl kaliteli bir iş çıkarılacağını gösteren bir yapım. üstelik film öyle bir etki yaratıyor ki japonya'da 28.5 milyon dolar gibi bir hasılat yapıyor. resmen para basmış anlayacağınız. ayrıca her şeyden önce iyi bir fikrin ne kadar önemli olduğunu gözümüze gözümüze sokuyor.
18. Sorry We Missed you
Yönetmen: Ken Loach
loach yine yapacağını yapmış. çok etkileyiciydi. film, ingiltere’de yaşayan orta sınıf ve altı bir ailenin kapitalizm batağında 14 saat çalışarak - kimi zaman sigortasız - yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. insanlar yaşlanınca yakın akrabaları onları bırakıp gidiyor diyor bir yerde de. filmdeki ergen bireyin yaşadığı çoğu sorunu benim birçok öğrencim yaşıyor. bazı insanlara kendi hayatları kolay olunca; hayat toz pembe geliyor. öyle değil. çalışmaktan çocuklarıyla zaman geçiremeyen bu ailede ebeveynlerinin dikkatini çekmek için isyan eden bir ergeni görüyoruz. kız çocuklarının zamanla altına kaçırması aile içindeki gerginlik ve huzursuzluk kaynaklı maalesef. o kibar ve nahif annenin hastanede eşinin patronuna küfürleri sıralaması da ayrı bir üzüyor insanı.
ken loach sineması yine hayatın gerçek bir yönünü yakalayıp bizi koltukta rahatsız ediyor. yükselen kapitalizm, çalışma koşullarını iyileştirmek yerine daha da berbat hale getirdi. bence film türkiye gerçeğiydi. üzülerek çıktık salondan ve bu üzüntü gerçeklikten dolayıydı. isyan etmek istiyor insan. ancak bu çarkın içinde debelenip duruyoruz. bu çark ne zaman değişir? bilemiyoruz.
17. The Last Black Man in San Francisco
Yönetmen: Joe Talbot
ilginç bir şekilde kendine bağlayan, gerçekle hayalin birleştiği yerlerde beklendiğinden fazla ikilemde bırakan bir film. (bkz: gentrification) denen bu soylulaştırma hareketinin, san francisco gibi tutunmanın en zor olduğu yerlerden birinde anlatması cuk oturmuş. içinde ırk ilişkileri, sınıf ilişkileri, ailevi ilişkiler, toplumla olan ilişkiler; karmaşık ama izleten bir ilişkiler yumağı var sanki. filmde insanı düşündüren hem bir hikaye hem de ayrı ayrı karakterler var gibi, montgomery karakteri ise son zamanlarda ekranda en çok merak ettiğim ve ilgimi uyandıran karakter oldu. sakin akan, izleyiciye her sahnede "öyle anlamadıysan bir de böyle söyleyeyim" demeyen bir film arıyorsanız, hoşunuza gidebilir kesinlikle.
16. Midsommar
Yönetmen: Ari Aster
görselliği muhteşem, aitlik ve ortak ahlak üzerine düşündüren bir güzel film.
komün yaşam içerisinde tarikata evrilmiş haliyle bireyselliğini yitirirken akıl sağlığını da kaybetmiş çılgın atan bir grup insanı izliyoruz. alıp tedaviye de götüremediğiniz için bu insanları, oturduğunuz yerde gerim gerim geriliyorsunuz. bir grup insanın kötücül ve zararlı da olsa ortak bir ideal için kendisini bir arada tutan sosyal normları başkalarına nasıl empoze ettiğini ve bunu meşru kıldığına yakından şahitlik ediyorsunuz. film bittiğinde biraz daha ileri giderek küçüğünden büyüğüne tüm toplulukların hepsinin uzaktan aynı göründüğü düşüncesine de kapılabilirsiniz.
15. Dolemite Is My Name
Yönetmen: Craig Brewer
ilk başladığımda ben ne izliyorum ya, bu neyin kafası diye düşünürken kendisine bağlayan, samimi ve absürd komik bir tarafı olan rudy ray moore isimli abdli afro-amerikalı komedyenin hayatını anlatan film. 2019 yılında netflix'te yayınlanan filmde, afro-amerikalı kültürünün çok önemli yıldızları bulunuyor. eddie murphy, keegan-michael key, craig robinson, mike epps, wesley snipes, chris rock, snoop dog gibi isimler bulunuyor. eddie murphy'nin başrol performansı da bu oyuncunun son yıllarda izlediğim en keyifli performansıydı.
film rudy ray moore'un, dolemite isimli karakterini nasıl ünlü yaptığını konu ediniyor. barlarda komedyen olarak başlayan yolculuğu, komedi albümü yapmaya ve sonrasında da beyaz perdeye yansıyor. 70ler ve 80lerde inanılmaz bir patlama gösteren blaxploitation filmlerinin saçma salak örnekleri de yine bu adam ve ekibinden çıkıyor.
az beklentiyle izleyince acayip bir keyif verdi.
14. Se Rokh / 3 Hayat
Yönetmen: Cafer Penahi
uzun zamandır izlerken ilgimin hiç dağılmadığı ama temposu da yavaş olan bir film izlememiştim. bence mizahın tam dozunda kullanılması bunda etkili ama film boyu köylülerin türkçe konuşması da kendimi filmin içinde hissetmeme yardımcı oldu sanırım. verilen mesajların filmin altmetninin de hikaye içinde, gerçeklik algısıyla hiç catışmayacak şekilde işlenmesiyle, gerçeğin yalın bir şekilde yansıtılmasıyla da film akıp gidiveriyor. filmin renklerine görüntünün güzelliğine hiç değinmiyorum, gerçekten çok güzel bir filmdi. 8.75/10.
13. Jojo Rabbit
Yönetmen: Taika Waititi
sizce nazileri ve 2. dünya savaşını konu alan bir film komik olabilir mi? filmi baştan sona izlediğinizde bu sorunun yanıtı, evet! ama filmin komik olmasının yanında bir o kadar da ciddiye alınması gereken fantastik drama yönü de bulunuyor.
caging skies romanından uyarlanan film, konusu ve hikayenin ele alınış tarzıyla adeta the producers, the tin drum, hope and glory, moonrise kingdom, life is beautiful, the diary of anne frank, hogan's heroes, inglourious basterds filmlerinden birer tutam tatlar barındırıyor.
beatles'tan tom waits'e, roy orbison'dan david bowie'e filme ayrı bir zevk-renk katan ve ayrı bir parantezi ve övgüyü hak eden soundtrack listesi için ise buradan buyrun.
12. Us
Yönetmen: Jordan Peele
yazıp yönettiği ilk filmi get out ile iki sene önce herkesi şaşırtan, o yıl en iyi film ve yönetmen dallarında oscar'a aday olup, senaryo dalında da ödülü kapan jordan peele ikinci filmi ile karşımızda. get out'un başarısından sonra bu filme dair beklentilerin yüksek olması sürpriz değil. neyse ki, peele bu beklentileri boşa çıkarmıyor ve modern sinemanın en yaratıcı, en heyecan verici yönetmenleri arasındaki yerini sağlamlaştırıyor.
sadece yüzeydeki korku hikayesi de yeterince tatmin edici, ama daha derine indiğinizde birçok sembol ve metafor barındıran bir senaryo var karşımızda. bu nedenle de belki ikinci kez izlendiğinde değeri daha iyi anlaşılacak bir yapım. spoiler vermemek amacıyla, filmin farklı olası alt metinlerine hiç girmiyorum, ama sinemadan çıktıktan sonra üzerinde bir saat konuşulabilecek malzeme var filmde. ve ben böyle filmleri seviyorum.
11. Ad Astra
Yönetmen: James Gray
bir adamın varoluşsal yolculuğunu anlatan güzel bir film. kendi evine, ailesine, var olduğu yere yabancılaşmış babasıyla hesaplaşan bir adam. babasını kaybedip kendisiyle etrafındakilerle bağını yitirmiş bir insan, babasının yaşıyor olabileceği ihtimaliyle karşılaşınca kendisiyle ve babasıyla yüzleşen ve çıktığı yolculukta kim olduğunu neye değer verdiğini bilen bir adama dönüşen roy'un yolculuğu.
hiçbir şekilde sıkılmadım. her anından etkilendiğim bir filmdi. tamamen insanla ve onun var oluşsal yolculuğuyla ilgili olması beni en çok etkileyen yönüydü. evden uzaklaşmak istemeniz, nereden geldiğiniz gerçeğini asla değiştirmez. insan, değişmek, ilerlemek bir yandan da gelişmek için evden uzaklaşmaya ihtiyaç duyar. ancak bu evle olan bağınızı asla yok etmez. yeniden kurulan bağla eve güven içinde dönmenizi sağlar.
10. The Lighthouse
Yönetmen: Robert Eggers
iki adamın delirmesinden ziyade bir adamın geçmişinden yüksek hızda kaçarken bulabileceği en kötü zeminde kaza yapıp tepetaplak oluşu. ve kendinizi özdeşleştireceğiniz karakter kesinlikle willem dafoe'nun karakteri thomas wake değil, winslow. hakkındaki beklentilerimin yüksek olmadığı robert pattinson, ki kendisinin diğer performanslarına aşina değilim, sağlam oynamış, bıyığı da yakışmış maşallah. eğer kendisi sözlük okuyucuysa yüzünü gülümsetecek nadir entrylerden birine imza atıyorum.
9. The Farewell
Yönetmen: Lulu Wang
filmekimi 2019 kapsamında gösterilmiş, çinli kadın yönetmen lulu wang'ın, 2019 yılı yapımı filmi. filmimiz, ileri derecede kanser hastası olduğundan habersiz yaşlı kadının, dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan akrabalarının ölmeden önce son bir kez görebilmek için çin'de sahte bir düğün düzenleyerek bir araya gelmelerinin hikayesi... samimi, sıcak ve sempatik bir aile filmi.
8. Portrait de la jeune fille en feu / Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Yönetmen: Céline Sciamma
muhteşem film. büyük pay öncelikle yönetmene. sonra her sahneyi tablo gibi çeken görüntü yönetmenine. şiir gibi filmdi. büyüdükçe büyüdü film. uçtu gitti. bir kırsal burjuvası, bir kent burjuvası ve köylü hizmetkar genç kızın, sadece 2 haftalık bir süre içinde , hayatlarının tamamında taşıyacakları en önemli anılarını inşa ettikleri zamanı anlatan inanılmaz güzel yazılmış bir dram. filme adını veren sahne, o gece vakti, o kırda, kadınların toplandığı o sahne, o anlar, akıl almaz bir yönetmenlik şaheseri idi. göğsüm sıkıştı. nefessiz kaldım.
mutlak izleyin bu başyapıtı. mutlaka.
7. The Souvenir
Yönetmen: Joanna Hogg
yönetmenlik koltuğunda joanna hogg'un yer aldığı 2019 yapımı film. dünya prömiyerini bu sene gerçekleştirilen 15. sundance film festivali'nde yapmış ve burada "jüri büyük ödülü"nü kazanmıştı.
utangaç ve hırslı bir film öğrencisi, bir sanatçı olarak kendini keşfetmeye başlarken bir yandan da karizmatik ama güvenilmez bir adam ile ilişkisini yürütmeye çalışır. korumacı annesine endişeli arkadaşlarına rağmen hayallerini neredeyse mahvedecek olan bu duygusal ve yıpratıcı ilişkiye gittikçe kendini kaptırır. ünlü yazar-yönetmen joanna hogg genç bir sanatçının esrarengiz ve kişisel portresini, tutkulu duygular ve kesin bir estetik ile birleştirerek rüya gibi bir ilk aşk hikayesi anlatıyor.
6. Uncut Gems
Yönetmen: Safdie kardeşler
safdie biraderlerin 2009'dan beri yapmak istediği ancak finansman bulamadığı filmmiş. 2017'de good times ile yakaladıkları başarı sonrası süper kahraman filmlerine varan teklifler yağmaya başlayınca sonunda para işini çözüp sanatlarını konuşturmuşlar.
fragmanını görmeyi geçtim konusunu bile okumadan izledim ve filmin kaos dozu o kadar yüksek ki iyi ki böyle yapmışım diyorum. normalde anxiety inducing denen filmlerden pek hoşlanmam, benim kaygım bana yetiyor ama bu film o stresi, o karmaşayı eğlenceli hale getirmeyi başarmış. başlarda sıkacak gibi olsa da özellikle ikinci yarısında işler iyice çığrından çıkarken insan ne olduğunu anlamıyor ve bir bakıyorsunuz bam diye sonuna gelmişsiniz. geriye sadece yorgunluk ve hass*ktir be hissiyatı kalıyor.
5. Joker
Yönetmen: Todd Phillips
dc'nin bu karanlık filmi aslında bir delinin hatıra defteri'nin sinemaya ve dc evrenine uygulanmış hali olarak da tanımlanabilecek olup üzerine biraz da v for vendetta etkisi serpiştirilmiş. ortaya çıkan hikaye bence gerçekten başarılı.
filmden beklentiniz klasik batman vs. joker ise, bu film hiçbir surette beklentinizi karşılamayacaktır. bence bu film toplumdaki alt kesimin yaşam mücadelesi, siyasetin görüş fark etmeksizin ne kadar çirkin ve ikiyüzlü oluşu, direniş ve halk isyanının ortaya nasıl çıkabileceği, toplumdaki gelir adaletsizliği, çocuk istismarı ile bir akıl hastalığı ve akıl hastasının incelenmesi olarak kendi içinde alt başlıklara ayrılıyor. her bir başlığın altı ise özenle doldurulmuş, her bir başlık vermek istediği mesajı gayet dolu dolu veriyor.
4. Dolor y gloria / Acı ve Zafer
Yönetmen: Pedro Almodovar
yarım kalmış hesaplar, sorulamamış sorular, söylenememiş sözler, iki taraf da istemediği halde biten ilişkiler vardır ya, bu onun filmi. belirli bir yaşı geçince 20, 30, 40 senelik hesaplar daha çok gelir insanın aklına. bazen bir telefon açıp nasılsın demek o hesabı kapatacaktır ama insanın eli bir türlü gitmez. yine de hayat bizle dalga geçmeyi sever, en çok düşünüp de en çok yüzleşmekten çekindiğiniz anda karşınıza o kişi çıkar, ve siz kaldığınız yerden hiç ara vermemiş gibi devam edersiniz. yaşamanın ve yaşlanmanın getirdiği acınız biraz azalır.
3. Marriage Story
Yönetmen: Noah Baumbach
bir kadın ve bir erkeğin boşanma sürecinde yaşadıklarını anlatan film. bu kadar basit bir konudan 2019 yılında bu kadar çarpıcı bir film yapmak sanat oluyor. tabi sabah 9 akşam 5 çalışıp memur hayatı süren, kendisine, kariyerine ait istekleri, hırsları olmayan kişilerin bu filmden bir şey anlaması beklenemez. adam kadını dövmüyor, tecavüz etmiyor, gül gibi geçiniyorlar işte neden boşanıyor bunlar çıkarımında bulunup filmi beğenmezler.
özellikle hayatta gerçekleştirmek istediği hedefleri olan ve bu hedefler nedeniyle eşiyle/sevgilisiyle ters düşen, çeşitli fedakarlıklar yapmak durumunda kalanların filmi izlemesini tavsiye ederim.
2. The Irishman
Yönetmen: Martin Scorsese
martin scorsese hemen tüm filmlerinde amerikan tarihi ve onun travmalarından doğan kahramanların hikayeleriyle ilgilendi. ama onu diğer yönetmenlerden ayıran en önemli özelliği filmlerini klasik tarih usçuluğuyla anlatmamış olması. biyografi, otobiyografi ya da vuku bulmuş (11 eylül, vietnam gibi) büyük bir tarihsel olayın kendisini anlatmaktan ziyade o olayın yarattığı, etki ettiği, insanların, durumların hikayelerin anlattı hep. yani tarihi, kendi sinema anlayışının etkileriyle yorumladı hep.
örneğin oscar aslanı, akademinin uslu çocuğu spielberg kerhanecisi gibi istenen ve beklenen tarihi anlatmadı hiçbir zaman. taxi driver’dan, goodfellas’a, casino’dan, new york new york, gans of new york’a kadar birçok filminde şehir merkezli amerikan insanının tarihin arka odalarına kırıntı gibi yağan, görünmeyen ağırlıkları üstüne düşündü hep. bu filminde de koskoca amerikan tarihinin büyük figürlerinin mafya, yer altı örgütleri, siyasetçiler, tröstler ve legal, illegal bilumum (kurmaca taraflar, yorumlamalar da dahil) yapılanmanın tarihsel hafızasını yokluyor. ve bunu, merkezine aldığı sıradan bir adamın tarihin dönüm noktalarındaki etkisiyle adeta (anlayanların elbette) beynimize kazıyor.
the irishman, büyük bir yönetmenin, büyük oyuncularla sinemaya görkemli vedası bir bakıma. başta amerikan sineması olmak üzere, tüm dünyaya etki eden, kendinden sonraki tüm kuşakları tartışmasız şekilde etkileyen bir yönetmen ve oyuncular… 3.5 saatlik bir destan.
1. Gisaengchung / Parazit
Yönetmen: Bong Joon-ho
sinemanın, etkin kullanılabildiğinde ne kadar güçlü bir dili olabileceğini anımsatmasını sevdim bu filmin. neden? çünkü, film temelde, sosyal adaletsizlik ve sınıf çatışmasını anlatıyor. normalde bu konular zorda kalan veya tıkanan her senaristin ve yönetmenin çıkış kapısı olduğu için, seyircide belirli ölçüde doygunluk oluşturdu. zaten çok yapıldı, çok işlendi, haliyle çok izlendi. parasite'ı diğerlerinden ayıran ise, kullanılan metaforların çok geçmeden, belki bir sonraki sahnede karşılık bulması, ancak bunun olabilecek en yalın ve doğal haliyle yapılmasında saklı. ölçülü mizahın da dahil olduğu bu anlatım şekli sayesinde ne yaşanırsa yaşansın, hikaye nereye doğru kayarsa kaysın, bütün yaşananları normal, hayatın akışına uygunmuşçasına karşılıyorsunuz.
filmin karakterleri her şey bittiğinde, bodrumlarda yaşamaya devam ediyor. ayrılmalarının mümkün olmadığı, sabunla, çamaşır deterjanı ile geçeceğini sandıkları alt sınıf kokusunun üzerlerine sindiği bodrumlar...
neoliberal politikaların esiri yarı bodrumlarda kendi hallerinde yaşayan varoş wi-fi avcılarının, acıma duygularını tamamen yitirmiş bencil ve tehlikeli parazitlere dönüşmesinin önündeki tek engelin, sadece böyle bir fırsatla karşılaşmamış olmalarının hikayesi.
Fan favorisi: Avengers Endgame
Yönetmen: Joe Russo&Anthony Russo (Russo kardeşler)
2008 yılından itibaren başlayan ve 22 film ile ömrünü tamamlayan "infinity saga" marvel serüveninin son ve en müthiş filmi.
gerçekten marvel'ın 21 film boyunca sürdürdüğü net bir çizgisi vardı ve artık bu çizginin sonunu getirmeliydi. yapabileceği en muhteşem, en epik şekilde noktayı koyduğu konusunda sanırım hemfikirizdir. daha iyisini yapabilir miydi diye düşünüyorum. belki yapabilirdi ama kendi çizdiği çizginin sonunu ancak bu kadar mükemmel getirebilirdi. evet insanlar içinden yine bir dark knight değil, bir lotr değil diyebilirler ancak onların yönetmenleri, çizgileri, her şeyleri marvel'den farklıydı. marvel 2008 yılında ne ise, 2019 yılında da aynısını sürdürdü ve bunu en duygusal, en epik şekilde bitirdi. her şey için teşekkürler marvel!
Yılın en iyi yerli filmi: Kız Kardeşler
Yönetmen: Emin Alper
bu yılın kesinlikle en iyi filmi, hiç abartmadan söyleyeyim benim en sevdiğim on türk filminden de biri oldu.
artvin yusufeli'nin tablo kadar güzel ve çarpıcı dağ köyü havger'de çekilen, efsanevi iranlı yönetmen abbas kiyarüstemi'nin "rüzgar bizi götürecek"ini ve nuri bilge ceylan'ın "çehovyen" filmlerini anımsatan kız kardeşler, genç ve başarılı son kuşak yönetmenlerden emin alper'den, "üç namkör kız kardeş"in nezdinde, dikkatini sınıfsal eşitsizliğe ve cinsiyet ayrımcılığına yöneltmiş, dokunaklı ama duygu sömürüsü yerine tatlı bir mizahı da eksik olmayan, çok iyi oyunculuklarıyla, etkileyici atmosferiyle ve sağlam görselliğiyle metaforik değil gerçekçi bir taşra masalı.