Fenerbahçe 2001-2002 Sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Neden 0 Çekti?

Fenerbahçe, 2001-2002 sezonunda Şampiyonlar Ligi 1. Tur F Grubu'nda Barcelona, Bayer Leverkusen ve Olimpik Lyon ile eşleşmişti. Bu zorlu gruptan 0 puanla ayrılan Fenerbahçe'yi o sezon bu üzücü sonuca götüren sebepler neydi?
Fenerbahçe 2001-2002 Sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Neden 0 Çekti?


bu tarihi olayın saha içi sebeplerine inmek için bir sezon öncesine, 2000-2001'e dönmek gerekir

mustafa denizli euro 2000 sonrası takımın başına geçti. halihazırda rüştü, ogün, abdullah, mustafa doğan, johnson gibi bir iskelete sahip kadroya zoran mirkoviç, kennet andersson gibi üst düzey futbolda bir dönem nam salmış, revivo, rapaiç gibi kalburüstü kariyere sahip, yusuf şimşek, mert meriç gibi anadoluda kendini kanıtlamış oyuncuların yanına lazetiç, serhat, ali güneş gibi gençleri de ekleyip o döneme kadarki en büyük transfer bütçesi harcanmış oldu. bu arada baliç kiralanmış, uche bir yıl süren sakatlıktan dönmüştü. büyük bir revizyon yapılmıştı kısacası; boliç, kemalettin, metin diyadin, moşe, alpay, preko, oulare vb as oyuncularla yollar ayrılmıştı. bir tek tayfun kendi isteğiyle sociedad'a gitti.

denizli'nin sistemindeki esas olay sahada birkaç mevkiisiz oyuncu kullanmaktı. o dönem ligimizde joker oyuncu kavramı gelişmemişti, bekler sadece savunma yapar, orta sahalar tek işlevli, kanatlar çizgiden çıkmaz, forvetler ceza sahasında beklerdi. denizli'nin sisteminde ise abdullah sol kanadı boydan boya kateder, ogün ön liberodan rakip ceza sahasına kadar geniş bir alanda oynar, lazetiç hem sağ kanat hem göbeğe yetişir, revivo hem iki kanattan da içeri girip pozisyon hazırlar hem de ceza sahasında bitirici şekilde oynardı. ali güneş ve yusuf'u da zaman zaman böyle mevkiisiz kullanırdı.

özetle o sezon dizilim çoğunlukla böyleydi:


nitekim gelmeden önce bu sistemi euro 2000'de tayfun, okan ve ümit davala'yı mevkiisiz oynatarak kurgulamış, ancak gruptaki belçika maçı hariç rakiplere bariz üstünlük kuran bir oyun ortaya koyamamıştı:


çünkü geri kalan oyuncular (gerek oyun stilleri gerekse denizli'nin taktikleri gereği) statik ve tekyönlü kalmıştı, italya, portekiz gibi takımların modern futbola yatkın oyuncularının daha fazla olması sebebiyle de bu tip üst düzey takımlar karşısında haliyle parlak bir hatıra bırakılamadı.

dönemin ejderhası galatasaray bu yüzden 96-2000'i domine etti mesela; ümit davala, hasan şaş, emre, okan, capone, ergün iki, hatta yeri gelir bazen üç mevkiiye birden yetişerek oynarlardı, sadece koşarak değil, teknik olarak da kaliteleri müsaitti buna. bu sayede avrupanın önemli kulüplerini 4 senelik süreçte geriden gelip yakalamış, sonra da (kadro kalibresi oranında) önlerine geçmişti.

kısacası denizli'nin fenerbahçe'de de oynattığı bu sistem az jokerli olmasına rağmen, ligimizin o dönem joker oyuncu kavramına uzaklığı sayesinde fark yarattı. takım hem avrupada oynamamanın verdiği rahatlıkla, hem de joker oyuncu farkıyla şampiyon oldu.

gelelim 2001-2002'ye

fenerbahçe şampiyonluğun ardından 2001-02'ye oktay, hakan bayraktar, ümit özat, ali akdeniz, ceyhun gibi oyuncularla vasat bir transfer dönemi geçirerek, as kadronun çoğunluğu 30 yaş civarı ve üstü bir halde girildi. kiralık gelmiş olan baliç kulübüne geri dönmüş, yaşlanan uche ve andersson artık yedeğe çekilmiş ve bu jokerli sistem yerini arkada statik, önde dinamik olmaya çalışan yarı-modern sisteme devretmişti:


isimsiz duran mevkii zaman zaman (rakibine göre) serhat veya oktay olup en önde santrfor, zaman zaman ali akdeniz veya ali güneş olup ekstra joker olarak yer aldı. bu yeni düzende ümit özat libero oynarken, yaşlanan ogün enerjisinin düşmesiyle iyice önliberolaştı, johnson'la birlikte çakılı kalmaya başladı.

takım 3. ön elemede glasgow rangers ile eşleşti. geniş alanda uzun top oynayıp seken topları alarak baskı kurmaya dayalı, set hücumunda ise kanatlardan gelmeye çalışan klasik ada futbolu oynayan rangers'a karşı ilk maçta göbeği kapatıp uzaktan şuttan başka fırsat vermeyen fenerbahçe deplasmanda maçı 0-0'a bağlamayı, rövanşta ise 2-1 galip gelmeyi başarıp şampiyonlar ligi gruplarına ikinci kez katılmayı başardı.

ön elemede işe yaramış gözükse de savunmada göbeği kapatma, hücumda ise geniş alanda az adamla ayağa oynama stratejisi aslında rapaiç'in ağır kalması, lazetiç ve abdullah'ın savunmada çok içeri girerek kanatları boş bırakması, stoper üçlüsünün ağır oluşu ve kaliteli takımlara karşı reaksiyon göstermekte epey ağır kalmasıyla alarm veriyordu.

işte bu durum, şl'de barça'nın yanı sıra leverkusen ve lyon gibi 2000'lerin futbol trendini belirleyecek iki takımla aynı gruba düşerek daha vahim hale geldi

barcelona her ne kadar sancılı dönemler yaşasa da futbol kültürü ve kökleşmiş sistemiyle dönemin en sıkı takımlarından biriydi, önceki sezon sonlarına doğru kötü gidiş nedeniyle kulübün evladı kontenjanından başa geçen carles rexach ile yeni sezonda devam diyip girdiler. rexach altyapıdan a takıma kulüpteki tüm yaş gruplarının aynı sistemde oynadığı 4-3-3'ü, zaman zaman oyuncu tercihlerine göre değişen görevler haricinde fazla riske girmeden genel hatlarıyla oynattı. o dönemki barcelona 4-3-3'ü felsefe olarak aynı olsa da pratikte bugün bildiğimiz versiyonundan farklıydı; beklerin savunmaya çok daha meyilli olduğu, ilerde false 9 yerine klasik nokta santrforun bir nebze daha gezerek oynadığı bir haldeydi.

birinci torbadan zaten beklenen bir rakip seviyesiydi barcelona. esas şanssızlık/cenabetlik gruptaki diğer iki rakipti:

olympique lyonnais yeni bir yapılanmaya girmiş, sonrasında 7 sene üst üste lig şampiyonu olup fransa ligini domine edeceği sürecin tohumlarını atmıştı. 2000'de takımın başına geçen jacques santini kurduğu; forvetlerin geniş alanda kanatlara açılarak oynadığı, göbekteki üçlünün iç/merkezde sürekli gidip geldiği modern 4-3-1-2 ile epey sağlam bir futbol ortaya koydurmuştu, nitekim bu başarısı sonrası 2002'de fransa milli takımının başına getirilmişti.


öyle bir sistem kurulmuştu ki hocalar değişse de takım uzun süre daha ligi domine etmeye ve şl'de üst düzey rakipleri zorlamaya devam etti, fenerbahçe işte bu sürecin başında yakalanmıştı lyon'a.

bayer leverkusen birkaç senedir daum'un her sene üstüne koya koya oluşturduğu sistemle dinamik bir takım haline dönüşmüş, daum'un kokain mevzusu & ayrılışının ardından bir sürelik teknik direktör istikrarsızlığından sonra yeni sezona klaus toppmöller'i başa getirerek girmişti. daum'un sistemini fazla kurcalamayan toppmöller çoğu maçta baklava 4-4-2 ile oynadı:


bu sistemde öndeki forvet ikilisi sırtı dönük oynar, baklavanın kenarları savunmada göbekte konumlanıp hücumda kanada açılır, ballack oynadığı zaman önlibero kavramı yerini boxtobox'a bırakırdı. dönemin birçok devinden erken davranıp bu sisteme geçerek fark yarattılar, nitekim bu sistemle o sezon final oynadılar. fenerbahçe leverkusen'in bu sisteminin tam da şahlandığı döneme denk gelmişti.

bu iki takımın dönemin modern futbolu açısından ortak noktaları

1) 4-3-1-2 / 4-4-2 büyük kulüplere karşı çok cesurdu, bu yüzden 90'ların mirası 3'lü defansı da ceplerinde tuttular. lyon da, leverkusen de büyük takımlara karşı (grubun veya turun gidişatına göre) 3-5-2 oynayabiliyordu, üstelik joker oyuncular sayesinde pratikte bugünkü 4-3-3'e epey benzeyen bu sistem dönemin büyük kulüpleri karşısında dirençli olmalarını sağlıyordu.

2) lyon'da edmilson, juninho, govou, luyindula, brechet, foe* gibi, leverkusen'de de ze roberto, lucio, ballack, yıldıray gibi en az iki mevkiiye yetişebilen dinamik oyuncu çokluğu vardı, sadece fizik değil teknik olarak da çokyönlü oynayabiliyorlardı. nitekim bu oyuncuların çoğu birkaç sene içinde bayern, barcelona, inter gibi kulüplere transfer oldular.

fenerbahçe'ye dönersek

mustafa denizli'nin 3'lü defansında ümit özat, mustafa doğan, mert meriç, mirkoviç gibi ağır oyuncular ve üstüne çakılı bekleyen ogün, johnson gibi oyuncuların gereken tempoyu sağlayamaması olsun, rapaiç'in hücumda kontra atağa hiç müsait olmayan, savunmada ise hiç yardıma gelmeyen hantallığı olsun şampiyonlar ligi'nde hem kanatlardan, hem geriye dönüşlerde, hem de yerleşik defansa rağmen epey boşluklar verildi/hatalar yapıldı:

örnek 1

kadıköy'de barcelona'dan yenen ilk gol; hücumda topu kaptırıp önde yakalanan fb'nin orta sahasında lazetiç savunmaya yardım etmek adına sola kadar koşuyor, pozisyonun devamında top fb'nin sağ kanadına geliyor ve lazetiç'in (abdullah ve rapaiç yüzünden sola koşmak zorunda kalmasıyla) yarattığı boşluktan faydalanan kluivert golünü atıyor.

örnek 2

kadıköy'de lyon'dan yenen gol; sol bek delmotte topu merkeze sürükleyip kendisini kovalayan ogün'ü de içeri çekiyor, fb savunmasında kimsenin kademeyi almadığı sol kanada pasını bırakıp ceza sahasına koşusunu yapıyor ve gelen ortaya kafayı vurup golünü atıyor, bütün bu süre zarfında kanat savunması bomboş kalırken aynı zamanda ceza sahasına göstere göstere giren delmotte'u kimse tutmuyor.

örnek 3

lyon deplasmanında yenen gol; pozisyonun başında atılan uzun topa yetişip, düzeltip içeri bırakan govou hiç rahatsız edilemiyor, bu uzun süre zarfında ceza sahasına anca yetişen fb savunması nasıl yerleşeceğini daha bilemeden içeri gelen top sekiyor ve delmotte golünü atıyor.

örnek 4

kadıköy'de leverkusen'den yenen gol; yine topa odaklı, alan savunmasını beceremeyen defans bütün enerjisini ara pas atacak olan zivkovic'e harcayıp yıldıray'ı arkaya kaçırıyor, yıldıray da bomboş pozisyonda kirsten'e al da at diyor

yani fenerbahçe'nin o sezon sıfır çekmesinin sebebi babında, aradaki kalite farkını bariz ortaya koyan bu pozisyonların yanı sıra şanssızlık/dezavantaj diyebileceğimiz şeyler de vardı elbet

1) stat henüz bitmemişti, maraton inşaat halindeydi ve numaralı henüz eski küçük halindeydi. dolayısıyla kadıköy'de boğucu bir atmosfer hiç olmadı.

2) fikstür gereği ilk maçın leverkusen deplasmanı olması gerekirken 11 eylül 2001 saldırıları nedeniyle o maç haftasının ertelenmesi sonrasında gruptaki ilk maç kadıköy'deki barcelona maçı oldu. şampiyonlar ligi'ne grubun en güçlü takımından alınan aciz bir mağlubiyetle başlamak moralleri bozdu haliyle.

2) grubun ikinci maçı olan kadıköy'deki lyon maçında kaçan onca golden sonra en azından ilk puanımızı alıyoruz derken 88'de faul tartışmaları içinde yenen bir golle mağlup olunması:


3) grubun üçüncü maçı olan leverkusen deplasmanında ilk kez eli yüzü düzgün bir oyun ortaya koymuş ve öne geçmişken ali akdeniz'in kornerden gelen topu 1 metreden butt'ın ayaklarına nişanlamasıyla 2-0 yapma fırsatının kaçması, 10 dakika içinde gol yenip durumun 1-1 olması ve birkaç dakika sonra da johnson'un kırmızı kart görmesiyle iyice gardı düşen takımın ikinci yarı bir gol daha yiyip elindeki maçı vermesi:


4) lyon deplasmanında zar zor öne geçmişken devrenin bitmesine saniyeler kala gol yiyerek rakibin ikinci devreye moralli girmesine (ve kendi morallerinin de bozulmasına) sebep olunması ve devamında iki gol daha yiyip mağlup olunması:


5) schneider'in 50 kere vursa bir kere olacak şutunun gol olması:


6) herkesin malumu rivaldo piçinin son saniyedeki frikiği. futbolun güzelliği adına entry'nin kapanışını bu güzel ve tarihi golle yapalım:


Tam Bir Fiyat Performans Ürünü Olan Huawei P Smart 2019'un İncelemesi

Fenerbahçe, 1959 Öncesi Şampiyonlukların Sayılmasını Neden İstiyor?