Farkında Olmadığı Halde Çoğu Beyaz Yakalının İçinde Olduğu Sınıf: Prekarya Nedir?
Tanımı ve kısa tarihçesi
20. yüzyılda, emeğin örgütlenerek yükselen bir güç haline gelmesi üzerine sosyalizmin yaygınlaşmasından korkan kapitalistler sendikal hakları kabul etmek zorunda kalmışlardı.
ne var ki sovyetler birliği’nin çöküşü sonucu soğuk savaş sona erince meydanı boş bulan kapitalist dünya işçi sınıfının haklarını aşındırmaya başladılar… sonucunda ortaya güvencesiz, dayanaksız, tutamaksız; sürekli değişen, düzensiz işlerde, geçici statüde çalışanlar olarak prekaryalar çıktı.
prekarya, ingilizcede “güvencesiz” anlamında kullanılan precarious ile “proletarya” anlamına gelen proletariat kelimelerinden oluşturulmuş bir terim. ingilizcede precariat olarak kullanılan bu terim türkçeye prekarya olarak geçmiş. günümüzün “yeni tehlikeli sınıf”ına, “geleceksizler” denilebilirdi belki ama benim aklıma “tutunamayanlar” geldi…
ingiliz profesör guy standing bu konuyu ele alan “the precariat the nev dangerous class” “prekarya, yeni tehlikeli sınıf” adlı kitabında prekaryayı “küreselleşmenin çocuğu” olarak tanımlayarak, “gittikçe büyüyen ve kendi için sınıf olamayan “prekarya”, eğer müdahale edilmezse sağ/faşizan hareketlerin yedeğine girebilir. dolayısıyla bu anlamda yazara göre prekarya bir an önce “devletin kafasını karıştıran ya da kafasını bozan bir yapıdan, birtakım taleplerle devleti karşısına alan bir safhaya geçmesi gerekiyor” diyor
bu “sınıf” (grup mu desek, yoksa sınıfsız sınıf mı) çoğaldıkça çoğalıyor. her an işsiz kalma – işini kaybetme endişelerini, korkularını kabullenmiş biçimde yaşıyorlar. günübirlik sosyal, kültürel masraflarını karşılayabilecek ücret karşılığında plazalarda, marketlerde, cafelerde, çağrı merkezlerinde “güneş yüzü görmeden” fazla mesai almadan, iş güvencesiz çalışıyorlar. kolektif bir güvencesizlik içindeler.
hemen hemen hepsi hiç bir zaman gerçekleştiremeyecekleri kendi işini kurma hayali içinde. içlerinde bu hayalini gerçekleştiren çıksa da başarılı olabilenler çok çok azdır. kimliksizdirler…
prekaryayı “küreselleşmenin çocuğu” olarak niteliyor guy standing. küreselleşmenin örgütsüz, tutamaksız, yalnız ve dayanaksız çocukları! rekabetin, hırsın, piyasanın, kâr ve tüketimin azgınlaştırılması karşısında fırsat eşitliğinden yoksun, emeklerinin sömürülmesine; piyasanın ve devletin ellerini sorgusuz, sualsiz ceplerine sokmasına seslerini çıkaramamaktalar; çaresizlik içinde habire iş kovalıyorlar, kendilerine göre iş kurmanın yollarını arıyorlar.
proletaryanın uzun mücadele deneyimine, örgütlenme pratiğine, kazanım ve yenilgilere sahip geniş bir tarihi vardır; ama, prekarya bu geçmişin kazanımlarından, deneyimlerinden, bilincinden yukarıda yazdığım süreç sonucunda proletaryanın deneyimlerini, kazanımlarını, pratiklerini iş yaşamlarına geçirme şansları ellerinden alınmış olmaktadır…
iyi bir işe ve dolgun bir kazanç elde etmek hayaliyle bireysel olarak iş gücüne dahil oluyorlar. sanayi işçileri gibi kollektif çalışma koşullarına sahip değiller. örgütsüzdürler, dağınıktırlar, birbiriyle bağları, ilişkileri yoktur. yalnız insanlar topluluğundan oluşurlar. kasiyerler, garsonlar, kargo elemanları, pizza dağıtıcıları, bilgisayar programcıları, grafik tasarımcıları, güvenlikçiler, şoförler, bodyguardlar, barmenler, taşeron işçileri gibi...
prekarya proletarya gibi, varoşlardan, köylerden kopup gelen dar gelirli, eğitimsiz, toplumun diplerinde olan kişilerden oluşmuyor. daha çok şehirleşmiş orta sınıf kesimin eğitimli, diplomalı çocuklarından oluşuyor… bu çocukların çoğu yüksek okul bitirdiklerinde iş bulamayacaklarını bildiklerinden, hiç inançları olmadığı halde sözüm ona vasıflı olmak, emsallerine fark atmak için master, doktora peşinde koşup, sertifika kapmak için yeni bir eğitim süreci içine tekrar girmekteler. bir yabancı dille yetinmeyip yanına bir iki yabancı dil daha eklemeye, bilgisayarda daha da uzmanlaşmak için eğitimlerini sürdürmekteler. amma lâkin bitmek bilmez bir eğitim süreci sonucunda onca çabalarının; sadece cv’ lerini daha parlak hale getirmekten başka bir işe yaramadığını görmekteler.
üstelik sermayenin desteğini kaybetmek istemeyen iktidarlar sözüm ona “insanı değerler” adına yurda kabul ettikleri göçmenleri ucuz ve elden çıkarılabilir iş gücü olarak prekaryanın karşısına çıkarmaktadır. böylece emek daha da ucuzlatılmış; iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, sosyal haklar talep edilemez hale getirilmiş oluyorlar. çünkü işsiz kalma, işlerini kaybetme korkusu yüzünden bunları akıllarına bile getiremiyorlar.
prekarya çalışıyor olsa bile (ister evli olsun ister bekar) ana-babalarının maddi desteğine muhtaç haldedir. bu aile desteğinin sonu gelecek gibi değildir.
peki ne kadar sürecek bu halleri? bir gün bir sosyal patlama ile mi haklarını elde edecekler? kapitalistleri şimdilik huzursuz eden bu olasılıktır. işte bakınız, fransa’daki sarı yelekliler olayı…
ama bizimkiler onun da çaresini buldular… gezi olayları orta sınıf çocuklarının (solcu prekarya) direniş hareketiydi bir anlamda. bu direnişten ürken egemenler gezi direnişini tehlikeli bir uyarı olarak görerek önlemler almaya başladılar. prekaryayı sol zihniyetten uzaklaştırarak muhafazakar bir kimlik giydirme amacına yöneldiler. dindar nesil yetiştirme projesini sürüme soktularsa da bu proje gençlerin dinden uzaklaşmaları gibi bir sonuçla ters teptiği için vazgeçerek milliyetçi çığırtkanlığa başladılar; “vatan haini”, “vatansever” söylemlerine başladılar.
böyle “milliyetçi” bir kimlik sonucunda oluşturulan gençliğin muhafazakar kesiminin bir bölümünün lümpenliğe kaymış olması umursanmadı; üstelik, sola karşı bir kalkan olarak kullanıma başlandı. tıpkı soğuk savaş sırasında bilinçlenen proletarya karşısına faşistlerin çıkartılması gibi. nitekim guy standing, “gittikçe büyüyen ve kendi için sınıf olamayan prekarya, eğer müdahale edilmezse sağ/faşizan hareketlerin yedeğine girebilir...” diye uyarıyor. kapitalizmin de istediği bu zaten.
konu hayli uzun, tartışmaya son derece açık… yani diyeceğim kapitalizmin kitlelere geleceksizliği kabul ettirmesi sonucunda örgütsüz, dağınık, birbirleriyle bağlantısı olmayan, tutunamayan bir gençlik çıktı karşımıza. eğitimli, diplomalı orta sınıf çocukları bunlar. yani sen, ben, biz, siz…
Fordizmden prekaryaya
fordist üretim döneminde "bir yastıkta 40 yıl kocayan çiftler standarttı. çünkü fordist üretim demek zaten disiplinler" ve talimatlar bütünüydü. fordist yapının tıkandığı ve tükendiği dönemlere bakarsak cinsel devrim ve özgürlük olaylarının arttığını görürüz. günümüzde önce postfordist yapı sonrasında prekarya emek esnek, güvencesiz, kök sağlamayan ve hak iddia edemeyen ve sürekli bir emek sürecine dönüştü. buradan yola çıkarak günümüz ilişkilerinin de prekarya emek gibi olması, toplumsal ilişkilerin bu neden sonuç ilişkisi üzerinde incelenmesini gerektirir. günümüz ilişkilerine baktığımızda güvencesiz ilişkilerden, gelip geçici temaslara olur diyenlerden ve bir aşk bulduğunda bile ayrılık tehdidini içinde hissedenlerden oluşmakta. latince güvencesiz anlamına gelmekle latince dua anlamına gelen kelimeyle aynı kökten gelmesi başka ilginç bir noktadır.
Günümüzde prekarya
freelance tasarımcılar, metin yazarları, social media gaydırıgubbakları, start-up'çılar, girişimciler gibi meslek gruplarından oluşan, sosyal güvencesiz ya da güvenceleri gitgide kısıtlanarak çalıştırılan beyaz yakalı sınıftır prekarya.
her an işsiz kalma - işleri batırma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. üstelik bu süreler epey de uzun olabilir. bu süreçte arkadaşlarından saklama ihtiyacı duydukları işlerde çalışabilirler. starbucks'ta barista, bershka'da satış görevlisi olan arkadaşlar çoğunlukla bu süreçten geçmektedir. proletarya gibi kenetlenmeleri söz konusu değildir çünkü onlara göre bu durum geçicidir. bir gün kendi tasarım ofisini kuracak ve işinin önde gelen isimlerinden biri olacaktır. bu bir geçiş sürecidir onlara göre. bu yüzden sürekli zaman kaybetmektedirler çünkü birleşmedikleri sürece maalesef hayatlarını barista olarak devam ettireceklerdir. (baristalara bir sözüm yok elbette; ama bu işlerin de kendince gereklilikleri yok mu? bütün üniversiteliler hizmet sektöründe çalışmak zorunda kalırsa ortaokul mezunları, kolunda altın bileziği olmayanlar ne iş yapacak?)
millennial'ların bilmesi gereken bir şey var ki kapitalizm bizi büyürken kandırdı, hala da kandırıyor. silkinip kendimize gelmezsek, 65 yaşına geldiğimizde avm'lerde temizlik makinesini reyonlar arasında gezdiren birer taşeron işçi olacağız.