Ekonomistlerin "Böylesi Hiç Yaşanmadı" Dediği 2020 Ekonomik Krizine Derin Bir Bakış
ekonomik krizin bütünü hakkında en son 2017 haziran ayında, 2018 ekonomik krizi başlığı altına uzun bir yazı yazmıştım. bu yazı çok tutmuş, favorilere alınmış, sosyal medyada paylaşılmıştı. sonrasında birçok insan mesaj attı "yenisi ne zaman gelecek" diye. ancak problemler makroydu, öyle 3-5 ay sonra değişen problemlerden ziyade, küresel ve yapısal problemlerimiz vardı. ülkemizde de özellikle başkanlık sistemine geçilerek şahsi kanaatime göre en büyük yapısal hata yapıldı. bu ülkede benim kanaatimce üç büyük siyasi hatadan birisi türk tipi başkanlık sistemine geçilmesidir. böylece kararlar ortak aklın ürünü olmaktan çıkıp, bir kuruluşa -cumhurbaşkanlığı'na- bağlandı. bu bir siyasi akım aleyhine söylenen bir söz değil kesinlikle, çünkü dünyada benzer popülist ve devletçi akımların etkisi altında bir siyasi hareket izliyoruz. bu da benzer vaziyetlerin tüm dünyadaki ülkelerde gerçekleşmesine sebebiyet veriyor elbette. trump, bojo, xi jinping, putin, bolsonaro, rte'nin hepsinin ortaya çıkması bence tesadüf değil. siyasi akımları, hukuku ve ekonomiyi artık birbirinden ayırarak analiz yapamayız. hepsini birlikte irdelememiz gerek. küreselleşmenin etkilerinden biri de belki bu oldu diyebiliriz böylece. yukarıda makrodan kast ettiğim de aslında bu. hepsi iç içe girmiş bir problemler yumağıyla cebelleşiyor insanlık.
yukarıda da bahsi geçen yazımdan yaklaşık 1 sene geçtikten sonra (yazı 2017 yılında yazılmıştı), yani 2018 ağustos'unda gerçekten de kur krizi yaşadık. usd/try 7,20'leri gördü, enflasyon fırladı, bilançolar tahrip oldu, işsizlik arttı, büyüme düştü. yani özetle fakirleştik. geçenlerde bu yazıyı tekrar okudum. ne güzel yazmışım dedim kendi kendime. yazının genel analizi yanı sıra, iki önemli noktası çarpıcı: birincisi hukuk devleti ilkesinden verdiğimiz ödün, ikincisi ise ileriki tarihlerde yaşanacak seçimler için ihtiyati uyarı...
bu yazıya geçmeden önce yukarıda verdiğim önceki yazımın okunmasının çok yararlı olacağına inanıyorum. şöyle arkaya bir de downtown jazzhop koyduk mu, corona günlerinde ruhumuzu da dinlendirerek okumaları yapabiliriz.
yukarıdakilerin ardından günümüzün tahliline geçmek gerekir lafı uzatmadan
özellikle burada yaşı kemale ermiş ekonomistlerin ve yeni jenerasyon üstat ekonomistlerin ne dedikleri çok önemli. bir korkut boratav, bir asaf savaş akat, bir ege cansen, bir mahfi eğilmez, özellikle istihdam incelemelerinde bir seyfettin gürsel, harika analizleriyle bir şant manukyan, ezelden beri küreselleşmenin çökeceğini ileri süren bir uğur civelek, ayrıca memleketimizin her biri bir rol modeli sayılabilecek ekonomist kadınlarından bir gizem öztok altınsaç, bir selva demiralp, bir zümrüt imamoğlu; yurt dışında nouriel roubini, ben bernanke, daron acemoğlu, paul krugman, dani rodrik gibi ekonomistleri takip etmeli. özetle; söylenen, benim çıkarımıma göre, bugünkü krizin geçmiş krizlerin hepsinden farklı olduğudur. ortak bir konsensusa yönelik kesin bilgi yok çünkü ilk defa karşılaşılan bir kriz bu, zemin kaygan. daha da ileri gitmek gerekirse, 2008 abd mortgage krizini önceden görüp uyarılarını yapan new york university ekonomisti nouriel roubini, 24 mart 2020'deki yazısına 'a greater depression?' (daha büyük buhran) ismini vermesi de tesadüf değil. bilindiği üzere 1929 ekonomik buhranı'na ingilizcede 'the great depression', yani büyük buhran deniyor. bugünkü krizin, acaba daha mı büyük bir buhran olup olmadığı tartışmaya açılıyor.
peki neden daha büyük bir buhranla karşı karşıyayız?
çünkü bir tünele girdik ve sonunu göremiyoruz. sebebi en özet budur. nerede bitecek, ne zaman düzelecek, nasıl düzelecek, düzeldikten sonra ne olacak? bütün bu soruların hepsi yanıtsız. yanıtsız çünkü daha önce böyle bir krizle karşılaşılmadı. peki bugünkü krizin özelliği nedir diye soracak olursanız, arz ile talebin birlikte çöküşü diyebiliriz. arz, piyasaya sunulan mal ve hizmet, talep ise bizim bu mal ve hizmeti tüketmemiz. tüketemiyoruz çünkü evde kalıp hastalığın yayılmasını önlemeliyiz. evde kaldığımız için mal ve hizmet satılamadığından üretim yapılması da anlamsız olduğu gibi, üretim fasilitesine de işçinin erişmesi mümkün değil çünkü virüs yayılmasın diye herkes evde oturmak zorunda. dolayısıyla krizin sebebi görüntüde covid-19 gibi dursa da, bu aslında sadece buzdağının görünen yüzü. bardağı taşıran son damla.
küresel bir dünyada yaşıyoruz. yaşadığımız bu küresel dünyada, mahfi eğilmez'in belirttiği gibi, bir tıkla, milyonlarca, milyarlarca dolar dünyanın öbür ucuna gidebiliyor. böyle bir şey 100 sene önce mümkün değildi. o nedenle 1929 büyük buhranı, günümüzdeki kadar yıkıcı olamazdı. çünkü günümüz tedarik zinciriyle, internet ağıyla, satışların küreselleşmesiyle, lojistiğiyle, 100 sene öncesinin reel sektörü ve teknolojik altyapısı aynı değildi. bu nedenle de zaten 2008 küresel finans krizi, bugüne kadarki ilk 'küresel' kriz olmuştu. çünkü küreselleşme özellikle sovyetlerin çökmesi ve internetin genele yayılmasıyla doruk noktasına ulaşabilmişti. abd'de 3-5 tane şirket yöneticisi para üzerine para kazanacak diye, 2008'de bütün dünya krize girmişti. ardından bu yöneticiler abd senatosu'nda yargılanmıştı...
homo homini lupus. yani insan insanın kurdudur. bu, ülkeler için de geçerlidir, çünkü ülkeleri de oluşturan bireyler ve bireylerin oluşturduğu toplumlardır. dolayısıyla hugo grotius gibi düşünürler, devletler arasında anarşi olduğunu ileri sürer. birey-devlet ilişkisi dikeydir, fakat devlet-devlet ilişkisi yataydır. bu nedenle de tek kutuplu bir dünyanın mevcut kalması mümkün değildir. olamadı da, şu yıllarda yaşadığımız olayların temelinde tek kutuplu dünyadan, çok kutuplu dünyaya geçiş olduğunu belirtmek de mümkündür. baktığınız zaman, birçok uluslararası hukukçu, birleşmiş milletler gibi uluslararası kuruluşların da aslında hiçbir işe yaramadığını söyler. çünkü birleşmiş milletler, devletlere emir veremez, tavsiye verir veya karar alır ama uygulayamaz. yaptırımları ekonomik olmaktan öteye gidemez, onda da eğer abd yaptırım uygularsa etkili sonucu olur zaten. bu nedenle uluslararası hukukta kanun, anayasa yoktur, devletlerin taraf oldukları sözleşmeler vardır. diğer bir deyişle uluslararası hukuk, örf ve adetler hukukudur. dolayısıyla birleşmiş milletler'in yürütmesi olan güvenlik konseyi'nde bulunan 5 ülkenin çıkarları, her daim birbirinden farklı olduğu için (abd-rusya-çin-ingiltere-fransa), birinin ret oyuyla birleşmiş milletler gücü kullanılamaz. zaten abd'nin istediğine rusya, rusya'nın istediğine abd ret oyu kullanmaktadır. rte'nin dünya 5'ten büyüktür sözü buradan gelir. netice itibarıyla devletler küreselleşmeden daha fazla pay kapmak için birbirlerini yerken, en sonunda günümüz krizi patlak vermiştir.
ekonomiye geri dönüp covid-19'la zirvesini yaşayan krizi analiz edelim
2018 yılında, dünyanın 1 sene boyunca gerçekleştirdiği faaliyetinin ederi, dünya bankası'na göre yaklaşık 85 trilyon 910 milyar dolar olmuş. bu bir senede üretilen. tankıyla, topuyla, tüfeğiyle, trump'ıyla, putin rusya'sıyla, uçağıyla, arabasıyla, her şeyiyle. 2019 için bu meblağı 86 trilyon dolar olarak yuvarlayalım. sıfırlarını da ekleyelim de vaziyet anlaşılsın: 86.000.000.000.000 değerinde bir tutar. bugün 1'den saymaya başlarsanız, bu sayıya ulaşamadan ölürsünüz. o derece büyük bir meblağdan bahsediyoruz. 2019'daki toplam küresel borç ise 253 trilyon dolar civarı olmuş. inanabiliyor musunuz? yani 1 üretiyorsak, neredeyse 3 kat borç alıp çar çur etmişiz. oran %322'lerde ve her sene bu oran daha da artmış. bu bir noktada düzelecekti. ama soru şuydu: ne zaman?
peki olmayan parayı nasıl borçlanıyoruz? işte zurnanın zırt dediği yer burası: finansal enstrümanlar ile. iki tane örnek verelim: kaldıraç ve hisse senedi piyasası. hisse senetleri aslında bir nevi ponzi gibi. borsalarda talep arttıkça hisse senedinin fiyatı yükseliyor, oysa reelde değişen bir şey yok. mesela qnb finansbank hissesine borsa istanbul'da bakalım: hisse 2 ocak 2020'de 37,50'de, tam 20 gün sonra, hisse neredeyse 3'e katlayarak 102,50'yi görmüş. bugün 35.20'de. banka reelde değişti mi? şube sayısı üçe katlanıp tekrar mı azaltılmış mesela? ya da sermayesini artırıp sonra azaltmış mı? cevap hayır, bunların hiçbiri olmamış. aksine, banka olduğu gibi kalmış. ancak finansal araçlar üzerinde sanal, gerçek olmayan, spekülasyona dayalı bir değer oluşturulmuş... kaldıraç ise başka bir finansal enstrüman. katsayı değişebilmekle birlikte, örneğin 10 lira ile 100 liralık işlem, kaldıraç kullanılarak yapılabilmekte. katsayı da bu senaryoda 10 olmuş oldu. kaldıracın 25, 50, 100 olabildiği yerler de oluyor. binance'te katsayı 125'e kadar çıkabiliyor. doğal olarak oldukça yüksek riskli bir işlem, çünkü kazanç için de, kayıp için de aynı kaldıraç söz konusu. öte yandan bir de bankaların kullanabildiği kaldıraç var. her ülkenin mevzuatıyla farklı olmakla birlikte, türkiye'de bankaların sermayesi 1 birim ise, kaldıraç katsayısı türk bankacılığında 5. bunu murat muratoğlu devamlı eleştiriyor "zaten bizim bankaların takipteki kredileri sermayesini şimdiden yedi" diye. dolayısıyla 200 milyon liralık bir banka, kaldıracıyla birlikte 1 milyarlık aktife sahip olabiliyor. daha da ileri gidelim. banka bir kişiye kredi verdikten sonra, o para doğal olarak o kişinin mevduat hesabına geçiyor, ardından yasal zorunlu karşılık düşüldükten sonra, kalanıyla da banka ikinci bir kredi verebiliyor. bunu, para kalana dek sonuna kadar götürebiliyor. dolayısıyla bankaların kredi hacimleri de bu şekilde suni yoldan şişiyor. piyasaya bu kadar para giriyor, gerçekte olmayan. bu kaldıraçların çok daha yüksekleri söz konusu olabiliyor. şu aralar ekonomistlerin özellikle uyarıları "aman ha kredi çekip kaldıraçlı işlem yapmayın" şeklinde. çünkü tahmin edilebileceği üzere, insanların para kazanma hırsı öylesine kuvvetli bir hırs ki, kişinin kendisine ait olmayan bir parayla bu kadar yüksek riskli işlemler yapabilmesine sebebiyet verebiliyor. banka batarken kurtarılırsa, vatandaşın cebinden pu para çıkıyor...
corona'yla işin patlaması sürecine gelelim
aslında 2008 kriziyle yaşanan finansal problemleri aşabilen bir tek abd olmuştu. bunu fed'in piyasaya para basmasıyla sağlamıştı. buna niceliksel gevşeme (quantitative easing veya qe) deniyor. karşılığı da niceliksel sıkılaşmadır (quantitative tightening veya qt). diğer büyük merkez bankaları da fed'in yaptığının aynısını yaptıysa da, abd'deki gibi olumlu etkisi henüz doğmamıştı. japonya 25 yıldır durgunlukla boğuşuyor. ingiltere'nin brexit süreci, ab'nin de krizden tam olarak çıkamamış olması önemli. euro'da zaten negatif faiz vardı. hatta avrupa merkez bankası eski başkanı mario draghi'den sonra, imf'nin başkanlığından ayrılarak amb koltuğunu devralan, fransa'nın eski maliye bakanı christine lagarde**, faizler zaten ekside olduğu için, daha fazla eksi faizin bir işe yaramayacağını açıklayarak faizi değiştirmedi. para politikasıyla bir yere kadardı. krizden sonraki süreç içerisinde abd'nin "dolar bizim paramız ama sizin probleminiz" özlü sözü tekrar hatırlandı. abd krizden çıkıyor olduğu için, fed bastığı parayı geri çekiyordu. işsizlik rekor düşük seviyelere gelmişti. bu bilanço daraltılması süreci yıllar öncesinden, dönemin fed başkanı ben bernanke tarafından mayıs 2013'te açıklanmıştı. bizde de tam o esnada gezi olayları patlak verince kurun o dönem zıplamasının sorumlusu faiz lobisi ilan edilmişti...
şuradan fed'in piyasaya sürdüğü paraya bakmak görsel hafıza için faydalı olacaktır. burada görülen şudur: 2008 sonrası dolar piyasaya aşırı miktarda sürülmüş, sonrasında 2017 sonlarına doğru abd doları piyasadan çekilerek imha edilmeye başlanmıştır. öte yandan fed'in kademeli faiz artışları da malumunuzdur. benzer işlemleri, yukarıda açıkladığımız üzere diğer merkez bankaları izleyemedi, çünkü onlar halen krizden tam olarak çıkamamıştı. fed ise, ama haklı ama haksız, bilanço daraltma programında ilerliyordu. çünkü sürülen paranın, ekonomilerin sağlığı açısından geri alınması gerekiyordu. bu da, piyasadaki doların azalması, yani likiditenin azalması demekti. yavaş yavaş corona'ya geliyoruz fark ettiyseniz.
fed'in bu para çekme muhabbeti, ilk başta kırılgan ekonomileri vurdu. bizde neden dolar yükseliyor? sorusuna verilecek cevap budur. kırılgan ekonomi, aslında özetle ekonomisi kendi kendine yetmeyen ve dışarıdan sıcak paraya -mecburen- ihtiyaç duyan ekonomilerdir. en güzel örneği de arjantin'dir. arjantin'de, bizimle beraber, ağustos 2018'de peso iki günde yüzde 20 değer kaybedince, arjantin merkez bankası faizleri %60'a çıkarmıştı. hatırlayacak olursanız, kur krizini biz de ağustos 2018'de yaşamıştık. sebebi farklı değil, zira türkiye de kırılgan ekonomiler içerisindedir. biraz daha ileri gidersek, türkiye kırılgan beşlinin* daimi üyesi üyesidir. elalem gelir geçer, tek gerçek türkiye'dir kırılgan beşlide. kırılgan beşli, ünlü abd bankası morgan stanley tarafından 2013 yılında ilan edilen, 5 kırılgan gelişmekte olan ülke ekonomisini belirtmektedir ve ülkeler şunlardır: türkiye, hindistan, brezilya, endonezya, güney afrika. işin trajikomik kısmı, bizim haricimizdeki tüm ülkeler bu 5'liden çıkmış, biz halen burada kalmışızdır. çıkanlar yerine yeni ülkeler gelmiştir elbette.
efendim, gelişmekte olan ülkeler olarak bizler, en kırılganından başlayarak aslında tek tek dökülmekteydik. paralarımız hep değer kaybediyordu. sebebi yukarıda belirtilenlerdi. peki sonra ne oldu? mahfi eğilmez'in 2011 yılında radikal'deki köşe yazısında belirttiği gibi, küreselin krizin üçüncü fazına girmiştik. ilk fazda abd krize giriyordu, ikinci fazda avrupa krize giriyordu ve üçüncü fazda, en yıkıcı olan, başta çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler krize giriyordu. çin'in büyümesinin düşeceği biliniyordu, çünkü ülke 20 yıl öncesi fakirliği, her geçen yıl üzerinden atmıştı. bugün çin, abd'den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisidir ve ileride birinci sıraya yerleşeceği tahmin edilmektedir. dolayısıyla zamanla çin'de üretim yapma hususu eski cazibesini kaybetmişti, ücretler yükselmişti. 20-25 sene önce bütün küresel şirketler çin'e fabrika açmışken, şu aşamalarda giderler eskisinden yüksek olduğu için çin'i pek avantajlı görmemekteler. dolayısıyla çin, eskisi gibi yatırım alamamaya, yani yavaşlamaya başlayınca aslında tüm dünyayı etkileyecek, dolayısıyla küresel bir yavaşlamaya girilecekti. bu nedenle zaten dünya büyümesinde bir düşüş bekleniyordu. ancak bu belki yarım puan, belki bir puandı. kimse tarihteki belki de en büyük krizin gerçekleşeceğini ön görmemişti.
romalılar! size son olarak ifade etmek istediğim bir husus ise petrolle büyüme arasındaki ilişki
çünkü corona krizinden hemen önce petrol fiyatları çökmüştü. bunun bir kıvılcım olduğunu, corona'nın ise benzin olduğunu, yukarıdaki borçluluk vaziyetinin de saman ambarı olduğunu bilmemiz gerekiyor. o yüzden petrolü anladıktan sonra corona'ya geçeceğiz. çok heyecanlı bence. efendim, dünya büyümesi normal seyrindeyken, petrol fiyatlarında normal dalgalanmalar oluyor. ancak zayıf büyümeleri takiben petrol fiyatlarında şok yaşanıyor ve bu şok da ekonomilere zarar veriyor. şuradan petrol grafiğine 5 yıllıkta bakıldığında, 2018 yılı eylül-ekim itibarıyla petrolde de düşüş başlıyor. çünkü zaten dünya ekonomisi küçülecek mi tartışmaları zaten var idi. bu durum da zihinlerde "dünya büyümesi düşecek, resesyon geliyor, aman ha dikkat, çin de sakat hem, ayrıca çok borçluyuz ne yapacağız?" gibi endişeleri arttırmıştı. küresel resesyon bekleniyordu. diğer yandan birçok ülke, gelirinin önemli bir kısmını petrole dayandırdığından, petrol düşüşleri onları zor durumda bırakacaktı. gelirleri petrole dayalı ülkelere örnek vermek gerekirse, rusya, suudi arabistan, ırak, abd (kaya petrolü - çıkarması daha maliyetli), venezuela gibi ülkeler bunlar. petrol düştükçe, bu ülkelerin geliri düşüyor. öte yandan petrolün fiyatı çok önemli, çünkü enerji sayesinde bu kadar medeniyeti kurabiliyoruz. o nedenle petrolün fiyatı hep bir takip konusu olmuştur. ülkemiz de net enerji ithalatçısı olduğundan, petrol ve doğal gaz fiyatları da ülkemizi etkilemekte. özellikle petrol krizini de burada bir anımsamak gerekir. petrol krizinden sonra abd'nin yaşadığı petrol ihtiyacının akabinde oluşan abd-suudi arabistan ittifakını bilmek gerek. nitekim suudiler, opec'in de başını çekiyor.
opec, yani petrol ihraç eden ülkeler örgütü, petrol fiyatlarıyla ilgili olarak toplanır ve rusya'yla istişare halinde fiyatları belirleyelim der. virüsün de enerji ihtiyacını azaltacağı kaygısı vardır. genelde abd güdümündedir opec ve suudiler, ancak abd'nin kendi sıkıntısı şudur: abd, kaya petrolünü bir şekilde günümüz sanayisinde kullanabilecek hale getirmiştir. fakat bunun maliyeti çok yüksek olmuştur. abd'nin kendisinin çıkardığı petrol kendisine yetmektedir, fakat küresel fiyatlar düşerse, maliyetli çıkarım sebebiyle kaya petrolü şirketleri zarar edecek ve batacaklardır. bu yüzden ithal edilmesi mümkün olacaktır. dolayısıyla abd de, gelirlerinin büyük kısmını oluşturan suudiler de petrolün düşmesini istememektedirler. öte yandan çin'de yaşanan corona, henüz ocak-şubat 2020'de dünyaya bulaşmamışken, çin ekonomisini oldukça etkilemiş, çin'de petrol tüketimi de azalmıştır. tüm bunlar akabinde rusya, petrol üretiminde azaltmaya gitmeyeceğini açıklar. türkçe'deki özdeyişle, delinin biri kuyuya taşı atmıştır artık. zira hangi ülke petrolü tek başına kısarsa, o pazarı diğer ülkeler kapacaktır. bunu da kimse istemez. suudiler resti görürler ve arttırıp, petrol üretimini daha fazla artırarak fiyatları daha da düşereceklerini ilan ederler. bunun üzerine şubat 2020'de 54 dolarlarda olan petrolün fiyatı, aralıksızca düşerek 22 dolarlara düşer. yüzde 66 değer kaybeder. yukarıdaki tedirginlikler katlanarak büyür. petrol şirketleri ve hisseleri çakılır. tüpraş da buna dahildir.
petrol karmaşası devam etmekteyken, şirketler resesyon gelecek endişesiyle riskli varlıklardan (türev ürünler, hisse senedi vb.) kaçar ve güvenli limana sığınmaya başlarlar
kaldıraçlı işlemlerin birçoğunda zararlar dayanılmaz boyutlara gelir ve teminat takviyesi yapılması istenir. bu yüzden birçok şirket dolara hücum eder ve borçlarını kapatmaya çalışır, lakin eldeki dolar likiditesi bellidir. herkes abanınca piyasada dolar kalmaz. ayrıca bankalar batabilecek şirketlere de para vermektense güvenli limanlara yönelirler. güvenli liman denilince akla abd tahvili ve altın gelir. ancak ödenmesi gereken borçlar dolarla ödenecektir. abd hazine tahvillerine o kadar yoğun bir talep olur ki, tahvillerin faizi tarihin en düşük oranına düşer. piyasada para yok paniği başlar. artık tek para eden altın kaldığından ve altın son birkaç ayda yükselmiş olduğundan bu sefer mecburen altın satılmaya başlanır. cash is king'dir. devreye bir de fed girer. yukarıda anlattığımız üzere yıllardır plan-program çerçevesinde ilerleyen fed, toplantı tarihini öne çeker ve faizi 0'a indirir. bu ani hamle, paniği tavana vurdurur ve borsalar çakılır. fed gibi bir kuruluşun dahi %2'lerden faizi 0'a indirmesi, fed'in de gelecekte acayip bir kriz beklediğinin göstergesidir. korku endeksi vix tavan yapar. abd borsalarının çakılması, diğer tüm dünyada borsaların çakıldığı bir ortam demektir. bunun üzerine bir de corona virüs eklenir. insanlar evden çıkamaz, işe gidemez. üretim iki sebeple yapılamaz, birincisi işçiler işe gidemediği için, ikincisi ise ürünleri satın alınabilecek ortam bulunamadığı için. yani önce talep şoku, hemen ardından arz şoku yaşanır.
şu aralar ise sıklıkla gördüğümüz şey, bilançoların arttırılacağı ve tüzel kişilerle gerçek kişilerin fonlanacağıdır. yukarıda fed'in bilançosunda görüleceği üzere, bilanço eskisininden de yükselmiş bir vaziyette, yaklaşık 4 trilyon 600 milyar dolar olmuş ve daha da artacak. avrupa merkez bankası ise 750 milyar euro'luk paket açıkladı. hatırlatalım, türkiye ekonomisinin 1 yıllık üretimi 700-750 milyar dolar arasında. işte bu kadar paranın olduğu yerde dahi beklentiler iyileşemiyor. çünkü bu bir finans krizi değil. 2008 bir finans kriziydi ve bilanço büyültülerek nispeten krizden çıkılmıştı. ancak bugün böyle bir durum söz konusu değil. bugün hem üretim, hem tüketim çöküyor (arz ve talep şoku). işte bu çöküşün atlatılabilmesi için, ülkeler çok büyük destek paketleri açıklamakta. abd'nin 2 trilyon dolarlık paketi senatodan geçti. avrupa'da ülke bazında milyarlarca euro kurtarma paketleri açıklandı (1)(2). zira müdahale edilmezse insanlar aç kalır, şirketler batar. 3 ay sonra aşı bulunduğunda, ekonomiyi ölü halde buluruz. o nedenle bu zor süreçte, helikopter para ile vatandaşa destek sağlanır, tahvil alımları ile de şirketler fonlanır. bu bir süre bizi götürecek senaryo. ancak bu da sürdürülebilir değil. yine de önemli olan şu anda günü kurtarmak, enflasyonuyla, bilanço sorunlarıyla uğraşmak bundan sonraki süreç. yeter ki günü kurtaralım.
nouriel hoca böyle demiyor. bir kere üstat tünelin sonundaki ışığın görülemediğini söylüyor. bu nedenle, para basımı da bir yere kadar. ancak abd'de ulusal sokağa çıkma yasağıyla birlikte, virüsün etkisinin bir an önce düşürülmesi, böylece sağlık sisteminin işler tutulması gerekiyor roubini'ye göre. ancak bu sürdürülebilir değil. bir kere aşının bulunmasına daha çok var. ikincisi virüs mutasyona uğruyor. geçmişte bu gibi salgınlar 3 dalga olmuşlar ve ikinciyle üçüncü dalga da oldukça kuvvetli olmuş. öldürücülük açısından ikinci dalganın daha kuvvetli olduğunu iddia edenler de var ve bunlardan biri roubini. burada ege cansen olaya daha pragmatik bakıyor. kendisi, zaten dünyada günde yaklaşık 130.000 kişi öldüğünü ifade ediyor. o yüzden bir noktada bu sürdürülemez durumun da sonuna gelinecek ve gerçeklerle yüzleşilecek. kendisi sokağa çıkma yasağına da karşı. tam tersi görüşleri savunanlar da var, ancak her iki senaryoda da soru işaretleri çok, bu yüzden de zaten piyasalar önünü göremiyor, güvenli limanlara olan talep artıyor, borsalar çakılıyor. nouriel hoca'ya göre bu durum daha da devam edecek.
türkiye'ye gelecek olursak, ülkemiz darda
bugünler için ayrılan ihtiyat akçelerini, merkez bankası kanununu değiştirerek hazineye aktardık bütçe açıkları kapansın diye. oysa bu paralar tam olarak bu gibi zor durumlar içindi. dahası, rte'nin kendini başkanı olarak atadığı varlık fonu denilen fon da tamamen bilinmezlikler silsilesi, paranın hiçbir denetime girmeden harcanabildiği, toplanabildiği ne idüğü belirsiz bir fon... bitmedi, işsizlik fonundaki milyarlarca lira da, repo edilerek hazinenin fonlanması için kullanılmış. yani işsizlik fonundaki parayı, birtakım finansal işlemlerle hazineye vermişiz al kullan diye ve hazinenin şu anda kasasında para yok. yani işsizin kötü gün parası olan işsizlik fonu da bitmiş. hazinenin zaten bütçesinde para olmadığını herkes biliyor. o nedenle canada başkanı trudeau'nun vatandaşına seslendiği gibi, bizimkiler bize seslenemiyor. üzücü. devletin seni koruyamıyor. sen, ben, hadi neyse de, çoluğu çocuğu olan işsizler, tek başına zar zor hayata tutunan bireyler, aileler ne yapacak?
sokağa çıkma yasağı çözüm mü peki? bence bu soruya iki şekilde yanıt verebiliriz. evet, çünkü neşteri vurup bir an önce kesmemiz lazım hastalık yayılımının önünü. hayır, çünkü ohal ilan edilerek gelecek olan bir sokağa çıkma yasağında, meclis de toplanamayabileceği için yetkiler cumhurbaşkanına verilecek. ohal kararnameleriyle her istenen düzenleme geçecek, sorgusuz sualsiz. aihm eski yargıcımız rıza türmen, bir köşe yazısında akp iktidarının çıkarmakta olduğu her yasanın arkasında başka bir amaç olduğunu 'güçsüzlerin gücü' isimli kitabında belirtmişti. gerçekten yeni çıkan infaz yasasıyla ilgili yasaya bakacak olursanız da benzer bir şeyi görürsünüz, çocuğa cinsel istismarcı affa uğruyor; ama düşündüğü için, ifade hürriyetini kullandığı için ya da gazeteci olduğu için tutuklu olanların durumu hiç değişmeden duruyor. böyle hukuk devleti olur mu?
türkiye'yi artık bir hukuk devleti saymayanlar var. anayasamızda yazıyor olması, bunun uygulamasının da böyle olduğu anlamına gelmiyor malesef. daron acemoğlu ve uğur gürses'in düzenli olarak belirttiği gibi, demokrasi, hukukun üstünlüğü, kurumların özerkliği, liyakat gelmedikçe; özetle siyaset normalleşmedikçe türkiye'de ekonomi düzelmeyecek. temel mottomuz bu. bunun altında bir de daha küçük tedbirler var hatalı uygulanan. örneğin merkez bankası başkanının bir cumhurbaşkanı kararı ile görevinden alınması, merkez bankasının 'arka kapı' yolları ile kamu bankaları üzerinden döviz sattırarak kuru suni olarak düşük tutması, hazinenin bütçe açığını, ihtiyat akçesi ve tek gelirlik kalemlerle vb. kapaması, tüik yöneticilerinin değiştirilmesi ve yayınlanan rakamların doğruluğuna yönelik tartışmalar... bunlar olduğu müddetçe, tl değer kaybedecek. kısa vadede fiyat oynaklıkları olabilir. yıllık grafiklere bakınız. trend ne yöndeyse, pek muhtemeldir ki aynısının daha kuvvetlisi gerçekleşecek. öte yandan, mevcut kriz ile düşüncem o yöndeki önümüzdeki süreç içerisinde türkiye tarihinde hiç görülmemiş bir kriz yaşanacak. seyfettin gürsel, daha bu corona krizi öncesinde 2018 ile başlayan türk krizimiz için, türkiye'nin böyle uzun süren bir işsizlik sürecini daha önce hiç tecrübe etmediğini, bunun psikolojik ve siyasi sonuçları olacağını söylemişti. bunun üzerine bir de bu krizi koyarak hesap edin.
warren buffett'ın bir sözü vardır: sular çekildiğinde kimin çıplak yüzdüğü belli olur. türkiye, malesef çırılçıplak durumda. üzücü ki, bu kriz süreci türkiye'yi derinden etkileyecek. önce sağlık krizi, ardından ekonomik kriz, ardından siyasi kriz şeklinde ilerlemesi muhtemel bekir ağırdır'a göre. türkiye tarihteki en kuvvetli krize, bir de kendi içerisindeki envai çeşit krizle yakalandı. benim düşünceme göre cumhuriyet tarihinin en kuvvetli krizini yaşayacağız. bunu yaşarken de küreselleşmenin çöküşünü izleyeceğiz. hayatlarımız, 2020 yılı itibarıyla bir kırılma yaşamış olacak. artık eskisi gibi şımarıklıklar yapmayacağız, para savurganlığı olmayacak. devletler ekonomiye doğrudan müdahale edecek, onu piyasaya bırakmayıp kendisi yürütecek. sağlık sektöründe atılımlar gerçekleşecek. yaşantılar farklılaşacak, örneğin türkiye'de birçok kişi evden çalışmaya devam edecek, megakentlerden dışarıya göç başlayacak evden artık çalışılabildiği için. ülkeler kendi kendilerine yetmeye çalışacaklar bu krizden sonra, bu sebeple küresel ticarette de değişimler göreceğiz. ancak hepimizin bildiği şu ki, küresel anlamda fakirleştiğimiz için (büyüme düşüyor ve her saniye fakirleşiyoruz) insanlar elindekilerin kıymetini daha çok anlayacak. 3 çift ayakkabı yerine tek çift alacak, turizm eskisi gibi olmayacak, sivil havacılık sektörü toparlanamayacak, işsizlik uzun süre devam edecek, para basmalarla bunlar eskisi gibi güzel günleri bize geri getirmeyecek.
netice itibarıyla hayatlarımız 'corona'dan önce' ve 'corona'dan sonra' diye ikiye ayrılacak
küreselleşmiş serbest piyasa ekonomisi yerini devlet kontrollü piyasa modeli gibi bir modele bırakacak, hatta bırakıyor. kapitalist felsefe temel olarak kalacak, zira en düşük maliyet, en yüksek fayda herkesin hedefi. ancak kapitalizmin işleyişi değişecek. onun sancılarını yaşıyoruz. kimse bu kadar hızlı beklemiyordu. uğur civelek bile...
yakın çevrem de karamsar olduğumu söylüyor bu görüşlerimde, o nedenle varsa eğer iyimser görüşleri de incelemeniz perspektifinizi genişletecektir.
3 senede bir ekonomik analiz yaptığıma göre, 2023'e kadar corona'dan falan ölmezsem, 100'üncü yılımızda yeni bir yazıyla görüşmek dileğiyle sizi şimdilik uğurlayabilirim.
biraz uzun oldu, kusura bakmayın. herkese sağlık ve sıhhat diliyorum. önce sağlık.
selametle.