Dünyanın En Çok Seri Katil Çıkan Ülkesi Neden Amerika Birleşik Devletleri?

ABD'den neden bu kadar çok seri katil çıkıyor?
Dünyanın En Çok Seri Katil Çıkan Ülkesi Neden Amerika Birleşik Devletleri?

amerika birleşik devletleri (abd), seri katil vakalarının sayısı ve görünürlüğü bakımından dünyada istisnai bir konumdadır. istatistikler, abd’nin belgelenmiş seri katil sayısında diğer ülkelere açık ara lider olduğunu göstermektedir. öyle ki abd tarihsel olarak 3.600’ün üzerinde seri katil vakasıyla, bu alanda en yakın on ülkenin toplamını bile geride bırakmaktadır. nüfusa oranla bakıldığında da durum benzerdir: abd dünya nüfusunun sadece %4’ünü oluşturmasına rağmen, bilinen tüm seri katillerin yaklaşık üçte ikisi abd kaynaklıdır; bu oran nüfus büyüklüğüne göre herhangi bir diğer ülkenin üç katı civarındadır. peki, abd’de seri katil vakalarının diğer ülkelere kıyasla daha fazla görünmesinin nedenleri nelerdir? aşağıda, amerikan toplum yapısı, medya temsil biçimleri ve kültürel yaklaşımlar ışığında bu sorunun yanıtları ele alınmaktadır.

amerikan toplum yapısının etkisi: bireycilik, yabancılaşma ve aile yapısı

abd’de seri cinayet olgusunun anlaşılmasında, toplumun kültürel ve sosyal yapısı önemli bir yer tutar. bireycilik vurgusunun güçlü olduğu amerikan kültürü, beraberinde toplumsal yabancılaşmayı getirebilir. geniş coğrafyaya yayılmış büyük şehirlerde insanlar günlük hayatlarında yüzlerce yabancıyla karşılaşır, komşuluk ve topluluk bağları zayıflar. nitekim modern kent yaşamı, seri katillerin eylemlerini kolaylaştıran bir anonimlik ortamı sunar. sosyolog kevin haggerty’nin belirttiği üzere, seri katiller “yabancılar toplumunda” gelişir; geçmiş yüzyıllarda insanların ömür boyu aynı çevrede, tanıdık yüzlerle yaşadığı dünyaya karşın, günümüz amerika’sı rutinleşmiş yüzeysel karşılaşmalarla doludur. bu anonim kalabalıklar içinde kaybolabilmek, seri katillere kurbanlarını seçme ve iz bırakmadan kaçma fırsatı tanır. tufts üniversitesi’nden brett nava-coulter da antik çağda insanların çok az yabancıyla muhatap olduğunu, oysa modern toplumun seri katillere “avlanmak” için uygun bir izole yabancılar denizi sunduğunu vurgular.

toplumsal yabancılaşma yalnızca fail açısından değil, kurbanlar açısından da rol oynar. abd’de sosyal olarak marjinalleşmiş grupların sayıca fazla olması, bu grupların seri katiller için kolay hedefler haline gelmesine yol açabilir. evsizler, seks işçileri, kaçak veya kimsesiz gençler gibi toplum dışına itilen kesimler, seri katillerin orantısız biçimde hedef aldığı kurban profilleridir. modern amerikan toplumunda, güçlü aile veya komşuluk bağlarının dışında kalan bu savunmasız insanların varlığı, seri katillerin yakalanmadan uzun süre faaliyet göstermesine imkân tanıyabilir.

aile yapısı ve çocukluk deneyimleri de seri katil vakalarında sıkça tartışılan bir faktördür. araştırmalar, birçok seri katilin çocukluklarında şiddet, ihmal veya istismar yaşadığını ortaya koymuştur. örneğin 50 amerikalı seri katilin çocukluk geçmişini inceleyen bir çalışmada, %36’sının fiziksel, %26’sının cinsel ve %50’sinin psikolojik istismara maruz kaldığı belirlenmiştir. bu oranlar, genel toplum ortalamalarından katbekat yüksektir (örneğin, aynı çalışmada seri katillerdeki cinsel istismar oranı genel popülasyondan 9 kat fazla bulunmuştur). elbette her istismar kurbanı seri katile dönüşmez; ancak abd’de aile içi şiddet, parçalanmış aileler, ihmal edilmiş çocuklar gibi sorunların görece yaygın olması, ruhsal açıdan sorunlu bireylerin yetişmesine zemin hazırlayabilmektedir. özellikle 20. yüzyıl ortasında bozulan aile yapısı bu açıdan sık anılır: tarihçi peter vronsky, büyük buhran ve ıı. dünya savaşı sonrasındaki çalkantılı dönemde amerikan ailelerinin dağılmasıyla büyüyen çocukların ileride orantısız şekilde seri katiller arasında yer aldığını öne sürmektedir. savaş sonrası travmalarla baş etmeye çalışan ebeveynler ve ekonomik buhranla sarsılan aile düzeni, bir kuşağın ciddi psikososyal yaralar almasına yol açmıştır. birçok ünlü seri katilin (örneğin charles manson veya john wayne gacy) tam da bu buhran yıllarının sonunda doğmuş olması tesadüf değildir.

bireycilik ve “amerikan rüyası” ideolojisinin gölge yönleri de bazı uzmanlarca dile getirilmektedir. yoğun rekabetçi ve başarı odaklı kültür, toplumsal empati yoksunluğunu tetikleyebilmektedir. brett nava-coulter, abd toplumunu tanımlayan bazı öğelerin - örneğin kolay silah erişimi ve yetersiz ruh sağlığı sistemi - seri cinayetlere zemin hazırlayabileceğini belirtirken, “başlı başına sosyopatik bir kültür” tartışmasını da aktarır. bu iddiaya göre, amerika’nın bireyci kültürü aşırı uçlarda bir empati eksikliği ve şiddete meyil doğurarak seri katilleri besleyebilmektedir. nitekim abd’de silahların yaygınlığı da dikkate değerdir: seri katiller her ne kadar boğma, bıçaklama gibi yöntemler kullansa da, ateşli silahlar en yaygın öldürme yöntemleri arasındadır. toplumda silah bulunabilirliğinin yüksek olması, potansiyel saldırganların cinayet işlemesini ve bir sonraki kurbana geçmesini kolaylaştıran bir etken olarak görülür.

özetle, amerikan toplum yapısındaki zayıflamış sosyal bağlar, yalnızlaşma ve bazı kesimlerin korumasız kalması, bu tür suçların hem işlenebilme hem de tespit edilebilme olasılığını artırmaktadır. ayrıca, aile içi sorunlar, travmatik çocukluklar ve bireyci kültürün yan etkileri abd’de seri katil profillerinin oluşmasına uygun bir sosyokültürel zemin hazırlamıştır.

amerikan medyasında seri katil temsilleri ve kamu algısı

amerikan medyası, seri katil olgusunun toplumda “daha fazla” algılanmasında belki de en büyük pay sahibi unsurdur. televizyon haberlerinden hollywood filmlerine, belgesellerden popüler podcast’lere kadar uzanan geniş bir yelpazede seri katiller, amerikan kültürünün adeta “fenomen” figürleri haline gelmiştir. 1979’da seri katil ted bundy’nin davasının ulusal televizyonda canlı yayımlanması, bu konuda bir dönüm noktası sayılabilir. milyonlarca amerikalı ilk kez bir seri katilin yargılanışını ekranlarından gerçek zamanlı izledi. o günden bu yana seri katiller, medya aracılığıyla kamu bilincine yerleşmiş ve popüler kültürde kendilerine özgü bir yer edinmiştir. nitekim günümüzde true crime (gerçek suç) türü, abd’de en popüler medya içeriklerinden biridir – örneğin, 2022’de netflix’te yayınlanan “dahmer – monster: the jeffrey dahmer story” mini dizisi platformun en çok izlenen ikinci yapımı olmuştur. pew araştırma merkezi verilerine göre, suç hikâyeleri podcast’leri amerika’da en popüler podcast türüdür; ayrıca reddit üzerindeki r/serialkillers forumunun yarım milyondan fazla üyesi bulunmaktadır. bu yoğun ilgi, medyanın seri katil konusunu işlemeye devam etmesini teşvik etmekte ve bir döngüsel etkileşim ortaya çıkmaktadır: halk bu hikâyeleri talep ettikçe medya daha çok içerik üretir, daha çok içerik oldukça da halkın ilgisi beslenir.

medyanın seri katil temsillerinde birkaç belirgin boyut öne çıkar. birincisi, sansasyonelleştirme ve dramatizasyondur. haber kanalları genellikle seri cinayet vakalarını manşetlere taşıyarak, olaylara ilginç takma adlar takar (“gece avcısı”, “zodiac katili” gibi) ve soruşturmanın her adımını merak unsuru haline getirir. bu yoğun haber döngüsü, kamuoyunda seri katillerin her yerde olabileceği izlenimini uyandırabilir. ikincisi, kurgusal eğlence medyasıdır: hollywood filmleri ve dizileri seri katilleri sıkça merkezine alır. the silence of the lambs (kuzuların sessizliği) filmindeki dr. hannibal lecter karakterinden dexter dizisindeki anti-kahraman seri katile, amerikan popüler kültürü bu suçluları korku öğesi olmanın ötesinde karizmatik veya “anlaşılabilir” karakterler olarak da sunabilir. örneğin dexter dizisinde bir seri katil, “kötüleri öldüren iyi bir cani” şeklinde sempatik bir figür haline getirilmiştir. netflix’in you dizisi ya da mindhunter gibi yapımlar da seri katilleri ve onları yakalamaya çalışanları birer popüler ikon haline getiriyor. sonuç olarak, amerikan halkı seri katil kavramına yalnızca gerçek haberlerle değil, hayal gücünü besleyen kurgusal hikâyelerle de sürekli maruz kalmaktadır.

medyanın bu temsil biçimi, kamu algısı üzerinde derin etkiler yaratır. öncelikle, seri katillerin gerçekte çok nadirgörülmelerine karşın sanki sürekli ve her yerde karşılaşılabilecek bir tehditmiş gibi algılanmasına yol açabilir. veriler, abd’de seri katil cinayetlerinin özellikle 1970-1990 arasında zirve yapıp daha sonra ciddi oranda azaldığını gösteriyoru. 1980’lerin ortasında abd genelinde aktif yüzlerce seri katil varken, günümüzde fbı her an ülkede 25-50 civarında aktif seri katil olabileceğini tahmin etmektedir. yani bu suç türü istatistiki olarak ender görülür hale gelmiştir. buna rağmen, televizyon ve dijital platformlarda eski vakaların belgesele, drama dizilerine konu edilmesi, yeni podcast serilerinin çıkması vb. nedeniyle halkın zihninde seri katil olgusu hep güncel ve yaygınmış gibi kalmaktadır. bir analiz, “hakkında bunca içerik varken sayılarının azalıyor olduğuna inanmak zordur” diyerek medya içerik bolluğunun algıyı nasıl yanılttığını vurgular. bu yanılgı, insanların güvenlik kaygılarını artırabilir; özellikle kadın izleyicilerin true crime içerikleri “koruyucu bir eğitim” amacıyla tükettiklerine dair bulgular vardır – yani tehlikenin farkında olup kendilerini korumak için ipuçları öğrenmeye çalışırlaru.

öte yandan, medyanın seri katillere odaklanması bir tür özendirme veya taklit etkisi de doğurabilir. world atlas’ın analizine göre, yoğun medya dikkatinin bazı durumlarda “kopya katil” vakalarını tetiklediğigörülmüştür. bir suçlunun gazetelerde manşet olması, benzer psikopatolojiye sahip başka bireyleri “ün kazanmak” amacıyla suç işlemeye sevk edebilir. nitekim seri katillerin bir kısmının medya ilgisinden beslendiği bilinmektedir. bazıları cinayet mahallinde polise notlar bırakır, gazetelere mektup yazarak kendilerine takma ad verilmesini ister (ör. san francisco’daki zodiac katili, gazetelere şifreli mektuplar yollayıp sürekli haber olmayı başarmıştı). hatta bir seri katilin polise “adımı gazeteye geçirmek veya ulusal ilgi çekmek için kaç kişiyi daha öldürmem gerek?” diye sorduğu kaydedilmiştir. bu çarpıcı ifade, medyanın suçlu zihninde oynadığı rolü ortaya koymaktadır. bazı katiller, eylemlerini anonim kalmak için değil, bilakis ün kazanmak için yapar hale gelmiştir. abd’de “celebrity monster” (şöhretli canavar) kavramı tam da bunu anlatır: seri katiller, medya sayesinde birer ünlü haline gelir ve kimi zaman popüler kültür ikonları gibi muamele görür.

seri katillerin mitolojik figürlere dönüşmesi

amerikan kültüründe seri katiller zamanla birer mitolojik figür mertebesine yükselmiştir. bu dönüşümde medya, eğlence sektörü ve toplumsal merak iç içe geçmiştir. sonuç olarak, pek çok seri katil ismi toplum hafızasına kazınmış durumdadır: ted bundy, jeffrey dahmer, john wayne gacy, zodiac, btk gibi isimler, suç tarihinin ötesinde adeta popüler ikonlar haline gelmiştir. akademisyen david schmid, ünlü seri katillerin, amerikan modernitesinin iki belirleyici özelliğini – yıldız kültü (şöhret) ve şiddet – bir araya getirdiğini söyler. gerçekten de abd gibi şöhrete değer veren bir toplumda medya, seri katilleri bir nevi anti-kahraman yıldızlaradönüştürebilmektedir. boston üniversitesi’nden deborah jaramillo, amerikan medya ortamının “suçluyu ünlüye dönüştürmeye ve bu ünlüyü sürdürmeye son derece uygun” olduğunu, seri katillerin de bu sayede tanınmış simalara evrildiğini belirtir.

bu mitolojikleştirme sürecinin belirtileri her yerde karşımıza çıkar. örneğin, abd’de seri katillere dair kartpostallar, tişörtler, takvimler satan bir “merch” sektörü bile oluşmuştur. hatta koleksiyoncular için seri katil temalı takas kartları bile basılmıştır. bazı ekstrem örneklerde, seri katillerin hayran kulüpleri oluştuğu görülür: özellikle kadınlardan oluşan bir kitle, hapisteki katillere mektuplar, hediyeler gönderir, onlarla evlenmek istediklerini belirtir. tufts üniversitesi’nden schaffhausen’in aktardığına göre, bu kişiler katillerin yüzeydeki çekiciliğine kapılmakta veya “tehlikeli birini bile sevebilecek kadar özel olma” arzusuyla hareket etmektedir. netflix gibi platformlarda yayınlanan dramatize seri katil dizileri de (örneğin dahmer dizisi) izleyicide katile karşı merhamet veya hayranlık karışımı duygular uyandırabildiği için eleştirilmektedir. nitekim dahmer dizisi sonrası gerçek katil jeffrey dahmer’ın giydiği tarz gözlüklerin satış patlaması yaşaması, bu kültürel etkinin bir göstergesidiru.

seri katillerin mitolojik figürlere dönüşmesinin bir diğer yönü de, onların birer “gerçek canavar” olarak folklorik korku simgelerine benzetilmesidir. günümüz amerikalıları için hannibal lecter, freddy krueger veya michael myers gibi kurgusal korku karakterleri ile ted bundy, richard ramirez (night stalker) gibi gerçek seri katiller arasındaki çizgi bulanıklaşmıştır. seri katiller, toplumun gündelik hayatının dışındaki korku ve dehşeti temsil eder hale gelmiştir. psikolog scott bonn, seri katillerin toplum üzerinde tıpkı çocukların canavar masallarından aldığı türden ürpertici bir eğlence ve adrenalin sağladığını belirtir. insanlar gündelik hayatın tekdüzeliğinden kaçmak ve güvenlik duygularını test etmek için bu “canavarların” hikâyelerine ilgi duyarlar. bu anlamda seri katiller, modern mitolojinin bir parçasıdır: gerçek hayatta var olan canavarlar. örneğin, 1880’lerde londra’da ortaya çıkan “karındeşen jack” efsanesi nasıl victoriana dönemi ingiltere’sinin karanlık bir miti olduysa, abd’de de 20. yüzyılın seri katilleri amerikan kültüründe benzeri bir efsanevi konuma oturmuştur. hatta günümüzde cadılar bayramı gibi etkinliklerde insanlar seri katil kostümleri giyebilmektedir – popüler kültürde dexter veya youdizilerinin katil karakterlerinin giyimlerini taklit edenler bile vardır. bu, bir bakıma seri katillerin korku figürleri olarak efsaneleştiğini gösterir.

elbette bu mitolojikleştirmenin riskli tarafları da vardır. kurbanların acıları ve yaşamları çoğu zaman geri planda kalır, katilin “şöhreti” ön plana çıkar. amerikan toplumunda kötülere odaklanma eğilimi, onları şeytanlaştırırken bir yandan da istemeden yüceltmeye yol açar. örneğin, abd’de idam cezasının uygulanıyor oluşu bile bir yönüyle bu suçlulara verilen önemi gösterir; toplum bu kişileri “en yüksek cezayı hak eden şeytaniler” olarak etiketlerken, ironi şu ki, bu dikkat onları daha da efsaneleştirir. nava-coulter, amerikan toplumunda cezalandırmaya verilen önem nedeniyle seri katillerin en ağır ceza olan idamla anılmasının, onları kültürel söylemde ayrı bir kategoriye yükselttiğini vurgular.

adalet sistemi ve fbi: görünürlük ve öncelik düzeyi

abd’de seri katil vakalarının sıkça duyulmasının bir nedeni de, adalet sisteminin ve kolluk kuvvetlerinin bu suç tipine verdiği önem ve sağladığı görünürlüktür. amerikan emniyet birimleri, özellikle de fbı, 1970’lerden itibaren seri katil vakalarının üzerine sistematik biçimde eğilmiş ve bu alanda öncü çalışmalar yapmıştır. fbı’ın davranış bilimleri birimi (behavioral science unit) 1970’lerin sonunda kurulup 1980’lerde seri katillerin profillerini çıkarmaya başlamış, bu süreç kamuoyuna da yansımıştır. nitekim “mindhunter” gibi popüler yapımlar, fbı ajanlarının seri katillerle görüşerek profil oluşturma çabalarını anlatır. gerçek hayatta da fbı ajanları robert ressler ve john douglas, seri katil kavramının tanımlanması ve çözümlemesinde kritik rol oynamış; ressler’in “serial killer” terimini popülerleştirdiği kabul edilir. bu çalışmalar sayesinde abd’de seri cinayetler ayrı bir soruşturma kategorisi olarak ele alınmaya başlanmış, ulusal çapta bir veri havuzu oluşturulmuştur. 1980’lerde fbı, vıcap (şiddet suçları modelleştirme programı) gibi sistemlerle ülke genelindeki benzer cinayetleri eşleştirip bağlantı kurmaya başlamıştır. bu sayede, bir eyalette işlenen cinayet ile başka bir eyaletteki benzer vaka ilişkilendirilebilmiş ve katilin izini sürmek kolaylaşmıştır.

amerikan kolluk kuvvetlerinin kurumsal kapasitesi de uluslararası karşılaştırmalarda öne çıkan bir faktördür. dünya atlas ve diğer kaynaklar, abd ile birleşik krallık gibi ülkelerde polis kayıt tutma, suçları sınıflandırma ve cinayetleri birbirine bağlama konusunda daha gelişmiş sistemler olduğu için bu ülkelerde seri katil vakalarının daha fazla tespit edildiğini belirtir. örneğin abd’de bir dizi cinayetin aynı kişi tarafından işlendiğini ortaya çıkaracak adli teknoloji, veri paylaşımı ve uzman ekipler mevcuttur. buna karşılık, bazı ülkelerde teknik yetersizlikler veya koordinasyon eksiklikleri nedeniyle seri cinayetler tekil vakalar olarak kalabilir ve failleri uzun süre yakalanamayabilir. rusya buna örnek olarak verilebilir: geniş coğrafyası ve geçmişte yaşadığı kurumsal zafiyetler nedeniyle, sovyet döneminde andrei chikatilo gibi bir katil ancak 12 yıl ve 50’ye yakın kurban sonrasında yakalanabilmiştir; çünkü o dönemde sovyet yetkilileri “bizde seri katil olmaz” inancı ile hareket edip bilgi paylaşımında isteksiz davranmışlardı. bu gibi örnekler, abd’deki agresif soruşturma ve veri takip yaklaşımının vakaları daha çabuk ortaya çıkardığını göstermektedir. world population review, bazı ülkelerde seri katillerin sayısının düşük görünmesinin, “kolluk kuvvetlerinin seri katilleri saptamada daha az yetkin olmasından” kaynaklanabileceğini not düşüyor. benzer şekilde, ülkelere göre seri katil tanımındaki farklılıklar (örneğin en az 2 yerine 3 kurban kriteri kullanılması gibi) da sayılarda fark yaratabilir.

abd adalet sistemi, seri katil vakalarına yüksek görünürlük de sağlamaktadır. fbı ve polis, bu tür ciddi vakalarda sık sık medya ile işbirliği yaparak halktan yardım ister, basın toplantıları düzenler, failin eşkâlini veya profilini paylaşır. toplum da bu davaları yakından takip eder. bu şeffaflık ve aleniyet, bir yandan soruşturmalara toplumsal destek sağlarken, diğer yandan seri katil olgusunu kolektif bilinçte sürekli diri tutar. örneğin, fbı’ın “en çok arananlar (most wanted)” listesinde zaman zaman seri katillere yer vermesi, bu suçluların ulusal ölçekte tanınmasına yol açar. amerikan mahkeme sistemi de alenidir; duruşmalar halka açıktır ve sansasyonel davalar medya tarafından canlı yayımlanabilir (bundy davası gibi). buna karşılık birçok avrupa ülkesinde yargılama sürecinde gizlilik esastır ve medya sanıkları tam isimle ifşa etmekten kaçınır. almanya gibi ülkelerde, hüküm giymemiş şüphelilerin isimleri ve fotoğrafları genellikle gizli tutulur, sadece baş harfleri ile anılır. türkiye’de de benzer şekilde, medya yayın yasakları ve sansasyonun sınırlanması söz konusudur. bu farklı yaklaşımlar neticesinde, abd’de suçluların kimliği ve “hikâyesi” kamuya mal olurken, bazı diğer toplumlarda aynı düzeyde popüler tanınırlık kazanmazlar. dolayısıyla amerikan adalet sisteminin açıklığı ve medyayla etkileşimi, seri katil konusunun kamuoyunda daha görünür ve tartışılır olmasını sağlıyor.

abd’de kolluk kuvvetlerinin seri cinayet vakalarına öncelik vermesinin bir sonucu olarak, elde edilen veriler de daha kapsamlıdır. radford üniversitesi’nin seri katil veritabanı, 1900’den günümüze 115’ten fazla ülkedeki vakaları derlemiş ve abd’yi 3.613 vakayla ilk sırada göstermiştir (2020 itibarıyla). bu veri seti, abd’de 1980’lerin seri katil faaliyetinin zirve noktası olduğunu, 1990’lardan itibaren ise belirgin düşüş yaşandığını ortaya koyar. düşüşe rağmen fbı ve akademik çevreler konuya ilgiyi sürdürmekte, raporlar yayımlamaktadır. bu da seri katil fenomeninin abd’de bilimsel ve polisiye açıdan sürekli mercek altında tutulduğu anlamına gelir. böylece, belki başka ülkelerde kayıt altına alınmadan kalacak veya “çözülememiş” olarak kenarda duracak bazı seri cinayetler, abd’de resmi istatistiklere girebilmiştir. world population review bu durumu, abd’nin seri katil verilerinde daha az “gizli” davranması ve örneğin çin veya kuzey kore gibi kapalı toplumların aksine bu bilgileri kamuya açık hale getirmesiyle de ilişkilendiriyor. yani abd, kendi karanlık istatistiğini saklamaktansa yüzleşmeyi tercih eden bir tavır sergiliyor denilebilir.

kültürel farklar: abd ve diğer ülkeler

seri katil olgusunun ülkeler arasındaki farklılığını anlamak için, kültürel değerler ve toplumsal normlardaki farklılıkları da göz önüne almak gerekir. mahremiyet, aile yapısı ve şiddete bakış açısı gibi unsurlar, ülkeden ülkeye değişen şekillerde seri katil vakalarını etkileyebilir.

** mahremiyet (gizlilik) anlayışı: yukarıda değinildiği gibi, amerikan toplumunda ve hukukunda şeffaflık baskınken, birçok ülkede bireylerin mahremiyeti ve masumiyet karinesi ağır basar. örneğin avrupa ülkeleri, özellikle de almanya, fransa gibi ülkeler, suç zanlılarının adını medya yoluyla hemen duyurmayı etik bulmaz. bu da seri katillerin kamu nezdinde “ünlenmesini” engelleyebilir. amerikan medyası ise mahkûmiyet öncesi dahi zanlıların ismini, yüzünü ifşa etmekte sakınca görmez. ingiltere gibi bazı ülkeler kısmen sansasyonel haberler yapsa da (ingiliz tabloid basınının ünlü katil vakalarını işlemesi gibi), kıta avrupası genelinde abd’deki düzeyde bir medya şovuna dönüşmez. örneğin, yakın dönemde almanya’da ortaya çıkarılan bir seri cinayet vakasında zanlının fotoğrafı ve tam adı alman basınında sansürlenirken, abd’de benzer bir durumda zanlı medya tarafından detaylı şekilde ifşa edilirdi. gizlilik kültürü, seri katil olgusunun mitolojikleştirilmesini sınırlar; çünkü halkın zihninde yaratılan imge belirsiz kalır. amerikan kültüründe ise açıklık, bu imgenin netleşmesine ve katilin “kimliğiyle” efsaneleşmesine olanak tanır.

** aile ve toplum yapısı: kolektif kültürlerde aile, birey davranışları üzerinde daha güçlü bir denetim mekanizması olabilir. örneğin, japonya, güney kore, çin, hindistan gibi toplumlarda aile onuru ve toplumsal uyum değerleri, uç davranışları baskılayıcı rol oynayabilir. bu ülkelerde seri katil vakaları görülse de, sayıca abd’den çok daha azdır (japonya’nın belgelenmiş ~138 vakası, hindistan’ın ~130 vakası vardır ki nüfuslarına oranla oldukça düşüktür). bu farkın bir nedeni, bu toplumlarda ailelerin çocuklar üzerindeki ömür boyu süren görece sıkı denetimi ve bireylerin topluma hesap verme duygusudur denebilir. suç işlemeye meyilli bir birey, yakın çevresinin daha erken müdahalesiyle durdurulabilir ya da en azından dikkat çekmeden uzun süre faaliyet gösteremez. buna karşın amerikan toplumunda gençler erken yaşta aileden bağımsızlaşır, 18 yaşında evden ayrılıp kendi hayatını kurar; komşular dahi birbirinin özel hayatına karışmaz. bu bağımsızlık, elbette pek çok olumlu yanının yanında, antisosyal kişilik bozukluğu gibi rahatsızlıkları olan bireylerin kimseye fark ettirmeden tehlikeli yollara sapabilmesine de imkân tanır. örneğin, abd’de bir bireyin yıllarca tek başına bir evde yaşayıp komşularıyla sadece selam düzeyinde ilişki kurması olağan görülürken, daha kolektif kültürlerde böyle bir yalnızlık hali komşuların veya akrabaların dikkatini çekip sorgulanabilir.

** şiddete yaklaşım ve kültürel anlatılar: amerikan kültürü, tarihi ve eğlence ürünleri itibariyle şiddetin görece görünür ve normalleşmiş olduğu bir kültürdür denebilir. abd’nin “vahşi batı” tarihi, kovboylar, gangster filmleri, bireysel silahlanma hakkı (ikinci değişiklik) gibi unsurlar, toplumda şiddetin reddedilmez bir gerçeklik olduğu algısını besler. stardom (şöhret) ve şiddet birleşimi, amerikan kültüründe sık rastlanan bir motiftir. bu nedenle, seri katiller de amerikan anlatısında bir tür yersiz yurtsuz “anti-kahraman” geleneğinin devamı gibi görülebilir. oysa birçok toplumda şiddet, özellikle bireysel şiddet, kolektif travmalar dışında (savaş vs.) övülecek veya merak edilecek bir olgu değildir. örneğin, iskandinav ülkelerinde medya hem kurban odaklı yayın yapar hem de suçluları olabildiğince anonim tutar; suç, toplum için sadece yüzleşilip çözülmesi gereken bir sorundur, eğlence unsuru yapılmaz. türkiye gibi ülkelerde de geleneksel kültür, suça bulaşmış kişileri dışlama ve lanetleme eğilimindedir; bu nedenle seri katillerin “ünlü” muamelesi görmesi pek düşünülemez (nitekim türkiye’de çok az sayıda bilinen seri katil olmuş, olanlar da ciddi toplumsal infialle anılmıştır). bu kültürel fark, amerikalıların suçluya dair merakının “anlama ve hatta hayran olma” boyutuna varabilmesi, diğer toplumların ise genelde “ayıplama ve unutma” refleksi göstermesi şeklinde özetlenebilir.

** resmî tutumlar: bazı ülkelerde ideolojik veya politik saiklerle seri katil vakaları saklanmış ya da kabul edilmemiştir. örneğin, sovyetler birliği döneminde “seri cinayet kapitalist toplumun hastalığıdır, bizde olmaz” anlayışı hakimdi; bu nedenle seri cinayetler uzun süre resmi düzeyde kabul görmedi. bu tutum, chikatilo örneğinde olduğu gibi, katillerin daha uzun süre yakalanmadan kalmasına yol açtı ve vakalar ancak sonradan gün yüzüne çıktı. çin, kuzey kore gibi kapalı rejimlerde de benzer şekilde bu tür suçlar sıkı sansüre tabi olabilir, bu da istatistiklere yansımamalarına neden olur. abd ise tam tersine, suç verilerini açık istatistikler halinde paylaşan, her yıl fbı suç raporu yayınlayan, yani kendi kirli çamaşırını saklamayan bir ülke. bu şeffaflık, rakamları yükseltiyor gibi görünse de aslında gerçek tabloyu görünür kılıyor. dolayısıyla, bir ülkede az seri katil vakası raporlanmış olması, her zaman o ülkede az seri katil olduğu anlamına gelmeyebilir; belki de tespit ve raporlama eksikliğine işaret ediyor olabilir.

sonuç

amerika birleşik devletleri’nin seri katil vakalarında dünya çapında öne çıkmasının nedenleri, tek bir sebebe indirgenemeyecek kadar çok boyutludur. kültürel olarak amerikan toplumu, yüksek bireycilik, zayıf sosyal bağlar ve şiddetin tarihten gelen görünürlüğü ile bu tür suçların filizlenebileceği bir ortam sunmuştur. sosyal açıdan, 20. yüzyılda yaşanan savaşlar ve buhranlar bazı kuşaklarda derin yaralar açmış, aile yapısının sarsılması ve ruh sağlığı problemlerinin yaygınlığı, bazı bireyleri ileride tehlikeli patikalara itmiştir. medya faktörü, bu olguyu büyüteç altına alarak hem toplumun bilinç ve algısını şekillendirmiş, hem de suçluların motivasyonlarında rol oynamıştır. amerikan medyasının seri katilleri ele alma biçimi, onları birer halk düşmanı olduğu kadar birer popüler fenomen haline de getirmiş; kamuoyu nezdinde seri katiller, normal suçlulardan farklı bir kategori olarak görülmeye başlanmıştır. buna paralel şekilde, fbı ve emniyet birimlerinin seri katillere özel önem atfetmesi, onları yakalamak için özel ekipler kurup profil analizlerine girişmesi, meseleyi hem çözmeye çalışmış hem de istemeden mitolojikleştirmiştir.

diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, abd’deki yüksek seri katil vakası sayısının bir kısmı gerçekten de toplumsal dinamiklerin ürettiği bir sonuç iken, bir kısmı da tespit ve teşhir edilme sıklığının ürünüdür. amerikan toplumu seri katilleri yaratan koşulları kısmen besliyor olabilir; ama aynı zamanda onları ortaya çıkarıp dünyaya duyuran da yine amerikan sistemidir. örneğin, abd’de 1970-90’larda bir “seri katil patlaması” yaşanmış, bu dönem “seri katillerin altın çağı” olarak anılmıştır. o günden bugüne vakalar azalırken, amerikan halkının ve dünyanın zihnindeki seri katil imajı, o dönemin mirası olan hikâyelerle varlığını sürdürmektedir. sonuçta, abd’de seri katillerin diğer ülkelere kıyasla daha fazla gibi görünmesi; amerikan toplumunun yapısal özelliklerinin, kültürel değerlerinin ve medya pratiklerinin bir bileşkesidir.

bu kapsamlı tablo bizlere şunu gösteriyor: seri katil olgusu, yalnızca bireysel psikopatoloji meselesi değil, aynı zamanda toplumun aynadaki yansımasıdır. abd özelinde bu aynada, şöhrete tutkunluk, şiddetle büyülenme, yalnızlık ve yabancılaşma, merak ve korku kültürü gibi temalar görülüyor. her toplum kendi değerleri ve zaafları nispetinde bu aynada farklı bir görüntü verecektir. abd örneği, hem hayranlık uyandıran bir dedektiflik hikâyesi, hem de düşündürücü bir toplumsal ders niteliğindedir: bir yandan “canavarları” yakalamaya çalışırken, öte yandan onları “yaratan” koşulları da anlamak ve sorgulamak gerekir.

kaynaklar:
brett nava-coulter’ın değerlendirmeleri, tufts now röportajı
world atlas ve world population review veri analizleri
kevin haggerty, centre for crime and justice studies makalesi
deborah jaramillo ve heather mooney röportajı, boston university, cıss
scott bonn, psychology today makalesi