Dostoyevski'nin, İnsanın Kendi Yaşamını Uçlarda Sorgulamasını Sağlayan İlginç Ahlak Anlayışı
Yazı Suç ve Ceza hakkında spoiler içeriyor.
kanımca, suç ve cezadaki haliyle, çok ilginç bir ahlak anlayışı olan yazar dostoyevski.
suç ve cezada, insanları "napolyonlar" ve "bitler" olarak ayırır; yani tutkuları her türlü değerin üstünde olanlar ve sıradan insanlar. raskolnikov sıradan bir insan olarak napolyon olmaya kalkışınca, dostoyevski ona ceza olarak vicdan azabını uygun görür. oysa ki dostoyevski için kanımca, çok daha feci işler yapmış olan napolyon bir suçlu değildir.
biraz kafa karıştırıcı, o yüzden daha fazla ayrıntıyı hak ediyor bu adamın ahlak sistemi.
tekrar edelim, napolyon ve onun gibiler için bir eleştiride bulunmuyor. bunun nedeni de onları, neden oldukları sefaletlerden sorumlu tutmaması. zira birini sorumlu tutmak için onun seçim yapmış olması lazım, yani özgür irade sorunu. eğer napolyon'un kaderinde napolyon olmak varsa, onu suçlamak yersiz. onun doğasında karşı konulmaz bir iktidar isteği vardı, bir deha vardı ve belki de komuta ettiği tüm insanlardan daha fazla tutku vardı. işte bu tutku, napolyon'un özüydü ve o da ona göre davrandı. bu tutku ahlakın, dolayısıyla iyinin ve kötünün ötesindedir. o, bazı insanların özüdür. birisini özü yüzünden suçlamak mümkün müdür?
tam tersine dostoyevski raskolnikov'u suçlar ve hatta cezalandırır. neden? çünkü o napolyon'un aksine doğasına göre yaşamamış, aklını kullanarak saçma sapan bir karar vermiş ve bu doğasına aykırı gelmiş. onun doğasında insan öldürmek yoktur. bu nokta çok önemli. dostoyevski'nin bütün eserlerine dikkat edin, o hiçbir zaman suçu toplum düzenini bozduğu için veya başkasının hakkını yediği için kötülememiştir.
onun için asıl suç, kendine karşı, yani özüne karşı işlediğin suçtur.
suç ve ceza örneğinde bu rahatlıkla görülebilir, zira öldürülen kadınlardan hiç bahsedilmez. topluma (mesela onları tanıyanlara ve ailelerine) verilmiş zararlardan bahsedilmez. onlar bir figürandır. asıl zararı raskolnikov kendi ruhuna vermiştir. burada inançlı bir hristiyan olmasının etkisi var sanırım. bu yüzden raskolnikov'a o kadar kızar ki onu sibirya'ya yollar. raskolnikov'un iç huzura kavuşması ancak bir napolyon olmadığını anlaması ve bundan doğan boşluğu sonya'ya duyduğu sevgiyle doldurmasıyla mümkün olur. (ama yine de özgürlüğünü kaybeder, hatasının bedeli vardır)
işte bu da bizi dostoyevski'nin, kanımca, gerçek felsefesine götürür.
yani çoğumuz böyle yanılgılara kapılıp napolyon olmaya çalışırız ama eğer bu tutkular bizim doğamızda mevcut değilse, doğamıza (ruhumuza) karşı geldiğimizden ötürü suç işlemiş oluruz. eğer vicdanınız varsa, yani yaptığınızın yanlışlığını veya doğruluğunu sorgulamaya başladığınız an, zaten bir napolyon olmadığınızı kanıtlar ve ahlakın alanına girersiniz. bu vicdan muhasebesi sırasında, mantıksal olarak yaptığınızı haklı bulsanız bile, sırf bu vicdan muhasebesini yapıyor olmanızdan ötürü suçlu olabilirsiniz ve eylemleriniz dostoyevski tarafından iyi ve kötü olarak nitelendirilir. ama o napolyon için böyle kelimeler kullanmaz, buna hakkı olmadığını düşünür. napolyon kendini bile sorgulamıyorken, yani ruhuna, doğasına karşı bir suç işlememişken, dostoyevski nasıl kalkıp onu suçlasın? dediğim gibi bunlar dönüp dolaşıp onun için doğru olan gerçek suç kavramına geliyor, yani başkasına zarardan ötürü özüne zarar.
kendine karşı suç işlemiş sıradan insanların suçun cezası, çektiğimiz vicdan azabıdır.
bu çok tutarlı biçimde yukarıdakilerle örtüşüyor, zira vicdan azabı kişinin napolyon olmadığını farketmesi ve hayatının anlamsızlaşmasıdır. bu yüzden vicdan, imrenilecek bir özellik veya olması zorunlu evrensel bir ahlak kuralı değildir. sadece toplumun (napolyon olmayan) alt kesimi için geçerli. bu azaptan kurtuluşumuz ise dostoyevski'nin felsefesinin en temel taşlarından biridir, yani insan sevgisi.
ancak başkasını sevmekle, anlamsızlaşan hayatımıza anlam buluruz.