Dizi Tarihinin En Saygı Duyulan Karakterlerinden Biri: Mike Ehrmantraut

Hakkında konuşulurken bile ceket düğmelerinin sessizce iliklendiği Mike abinin ruhsal röntgenini çeken bir yazı.
Dizi Tarihinin En Saygı Duyulan Karakterlerinden Biri: Mike Ehrmantraut

breaking bad, mike ehrmantraut gibi efsane bir karakteri daha fazla izleme fırsatı sunan muhteşem bir dizi

bir karakter düşünün ki; dizideki diğer herkes bağırırken sadece bakarak tehdit yaratıyor, şiddeti biliyor ama mecbur kalmadıkça bulaşmıyor. az konuşuyor ama konuştuğunda her cümlesi insanın zihnine kazınıyor. hem dede hem tetikçi. hem duvar kadar soğuk, hem torununun elini tutarken eriyip giden bir adam. breaking bad ve better call saul evreninin belki de en gerçek, en sağlam karakterlerinden biri mike ehrmantraut'tu. duruşuyla, ahlak anlayışıyla ve “öyle yarım önlem yok!!” felsefesiyle izleyeni kendine hayran bırakan, herkesin korktuğu ama izleyicinin içten içe sevdiği adamdı.

mike ehrmantraut’un yarattığı en büyük etki şiddetiyle değil, şiddetin gelebileceğini hissettirmesiyle oluyor. bunu da psikopatça bir nezaketle yapıyor. mesela biri ona posta koymaya çalıştığında ne yapıyor? bağırmıyor, çağırmıyor, silah çekmiyor. sadece bakıyor ve (bkz: psikopat nezaketi/@pegassi) ne demek, uygulamalı gösteriyor.

hani bazı adamlar vardır ya, girdiği ortamda herkes otomatik olarak bir adım geri çekilir. işte mike tam öyle bir adam. ama bunu kas yaparak, esip gürleyerek değil; sükûnetle, ciddiyetle yapıyor. "adam gibi adam" tanımı vardır ya, işte mike tam da bu tanıma oturuyor. gürültüsüz bir tehdit, sessiz bir otorite. sessizlik onun imzas ıgibi, yani mike’ın tüm karakteri tek bir özette anlatılsa bu olurdu. herkes olayları konuşurken, mike sessizce çözüm üretir. hiç laf kalabalığı yapmaz. işini yapar. "az laf, çok iş!" mantığını adeta yaşam felsefesi haline getirmiş. bir olay patladığında herkes panik olurken, mike bir köşede durur, neyin ne olduğunu izler, sonra harekete geçer. sessizliğinin içinde bile bir plan vardır, strateji vardır. öyle kafasına göre hareket etmez. takip edecekse eder, arkasında iz bırakmaması gerekiyorsa iz bırakmaz. yani suç dünyasının adeta isviçre çakısı.

mike’ın en ikonik anlarından biri, walter’a söylediği o efsane replik yani "no half measures" repliği


bu felsefe aslında onun hayat görüşünü ortaya koyuyor. ya tam yaparsın ya hiç yapmazsın. mike, kendi hayatında bir kere yarım önlem alıyor. eşi şiddet gören bir adamı öldürmek yerine sadece tehdit ediyor ve adam bir daha eşine şiddet uygulamayacağını söylyüor. peki sonuç? kadın yine dayak yiyor, sonra da öldürülüyor. işte o gün mike’ın içinde bir şey kırılıyor. o günden sonra hep tam yapıyor. çünkü biliyor ki, yarım yapılan iş daha büyük zarar getiriyor. bu yüzden çocuklara zarar vermiyor, gereksiz şiddete bulaşmıyor ama tehdit varsa da onu kökünden hallediyor. mike'ın en insani yanı torunu kaylee ile olan ilişkisi. bu dünyadaki tek yumuşak noktası. bir adam düşünün ki; gün içinde adam dövüyor, takip ediyor, adam öldürüyor… akşam olunca parka gidip torununa salıncak sallıyor. aslında her salıncak sahnesinde, her parktaki yürüyüşte mike’ın gözünde hep bir "keşke" var. "keşke oğlum ölmeseydi, keşke bu hayata düşmeseydim, keşke sadece dede olsaydım" ama bu mümkün değil. çünkü mike’ın geçmişi, özellikle oğlu matt’in ölümüne giden süreç, onun hayatını belirliyor. oğlu dürüst bir polis olduğu için kendi meslektaşları tarafından öldürülüyor ve mike, oğlunun temiz kalmasına izin verdiği için kendini suçluyor. "ben kirliydim, ama oğlumu temiz tuttum. o da bu yüzden öldü!" diyor adeta. işte bu suçluluk duygusu, mike’ı tüm hayatını kaylee’nin geleceğine adamaya itiyor. kazandığı her kuruş onun için. hayatta kalmasının tek amacı o.

mesela mike’ın gus’la çalışmasının sebebi ne para, ne güç. tam anlamıyla profesyonellik. gus disiplinli, planlı ve gereksiz şiddeti sevmeyen biri. mike da aynı şekilde çalışıyor. o yüzden aralarında bir güven ilişkisi kuruluyor. mike'ın gus'a bu kadar saygı duymasının ve onunla çalışmasının sebebi, torunu kaylee'ye gus yüzünden bir zarar gelmeyeceğini biliyor, çünkü adam profesyonel ve mike, bu profesyonelliğe güveniyor. ayrıca mike gus’a sadık çünkü gus, lafını esirgemeyen ama sözüne sadık bir adam. bu dünyada nadir bulunan bir şey bu. ama bu sadakat sonunda mike’a ne kazandırıyor? kısa vadede düzenli para, güvenli iş, torunu için bir gelecek. ama ne götürüyor? özgürlüğünü, vicdanını ve sonunda da hayatını. mesela dizide ne zaman işler sarpa sarsa, herkes paniklerken, mike tek başına soğukkanlı kalıyor. walter white bir yerde adam öldürmüş mü? jesse kaçmış mı? saul bir şeyleri yanlış mı yapmış? herkes panik halinde mike’a koşuyor ve o hep aynı. soğukkanlı, planlı, sakince davranıyor. seyirci olarak mike'ı görünce sanki işler yoluna girecekmiş gibi hissediyoruz, adam bize bile güven veriyor yani. bu, bir karakter için dev bir etki. düşünsene, ekran başındaki seyirci bile ona güvenmiş ve inanmış, kolay bir şey değil bu.

bir de walter'a bakalım. walter güç istiyor. kontrol, ego, iktidar… mike ise sadece görevini yapmak istiyor. walter bir karar alırken "benim istediğim olmak zorunda, ben yanılamam!" diye düşünüyor. mike ise "en doğru ne yapılmalı?" diye düşünüyor. bu yüzden asla aynı çizgide yürüyemiyorlar. walter yalanın içinde yüzüyor, mike doğruların içinde yürüyor. sonunda, walter’ın kontrol arzusu mike’ın ölümüne yol açıyor. mike’ın söylediği son sözler, aslında yine onun karakterini ortaya koyuyor. son bir şey duymak istemiyor. yorgun, kırgın ve bitmiş. çünkü her şeyi yaptı, torunu için bir hayat kurmaya çalıştı ama olmadı, başaramadı. mike ehrmantraut televizyondaki klasik “sert adam” karakterlerinin ötesine geçen bir figürdür. sadece adam döven, silah kullanan bir karakter değildir. içinde pişmanlık, vicdan, baba yüreği, dede şefkati, görev bilinci ve sarsılmaz bir soğukkanlılık barındırır. az konuşur ama konuştuğunda her yeri sarsar. gözleriyle tehdit eder ama torununa bakarken gözleriyle ağlar. kendi ölümünü bile sessizce, onurluca karşılar.

mike “iyi bir adam” değildir, ama doğru adamlardan biridir. bu yüzden herkes sever.

Son sözleri