Değişen Siyasi İklimde Yunanistan'ın AB ve Türkiye Açısından Politik Konumu
yunanistan'ın ab üyeliğinden sağladığı çıkarlar, ödediği bedellerin altında kalmaya başladı
aslında bu durum son zamanlarda ab'nin güney kanadı olarak adlandırabileceğiniz bütün ülkelerin başına gelmeye başladı.
gelişmiş kuzey avrupa ülkeleri ve fransa aslında genel anlamda güney kanadındaki ülkelerin birçoğunu hizmet sektörüne yönlendirerek kendi refah artışına yol açacak şekilde bir ekonomik sistem kurmaya başladı.
bunun hem sektörel hem de kişisel bazda aslında iki sonucu var. sektörel olarak kendi ürünlerini satacakları bir pazar haline getirdiler.
kişisel olaraksa, ab içi serbest dolaşım ve çalışma hakkı gibi uygulamalar neticesinde bu ülkelerin içinden çıkan birçok doktor, mühendis, akademisyen ve sair nitelikli çalışan bu kuzey avrupa ülkelerinde çalışmaya başladı.
belçika'da master yaparken bu duruma şahit olmamak imkansızdı zaten. birçok high tech diyebileceğiniz alanda güney ab ülkelerinin vatandaşlarını görebilirsiniz hala.
portekiz, ispanya, italya ve yunanistan üretim açısından ab'nin en zayıf ülkeleri konumundalar. bunlar arasında en zayıfları ise açık ara bir şekilde yunanistan'dır.
cumhuriyetin kuruluşundan belki 2010'lu yılların başına kadar türkiye ile yunanistan arası gerginlikler canlı tutularak iki ülkeye de ciddi anlamda silah satılabilmiştir.
özellikle kıbrıs harekatı sonrasında türkiye'nin maruz kaldığı silah ambargoları neticesinde türkiye bir şekilde savunma sanayine yatırım yaparken yıllar içinde yunanistan'ın ab ve nato üyeliğine güvenerek pek bir yatırım yapmaması ve türkiye ile alımlarla mücadele etmeye çalışması günümüzde artık kendi ekonomisi için sürdürülebilir olmaktan çıkmış görünüyor.
devletlerin temel olarak dört adet gücü vardır
bunlar; askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel güçleridir. yunanistan ve türkiye ekonomik açıdan dünya ekonomisini baz alırsak son derece güçsüz ülkelerdir.
fakat, yunan halkının refah seviyesi ab üyeliği nedeniyle türkiye'ye nazaran çok yüksek olduğu için günlük hayatlarını etkileyecek olası bir siyasi ya da ekonomik kriz karşısında daha çabuk isyan etmeye meylederler. bu durum da, yunan politikacıları türkiye'ye karşı ab desteği alacak politikalar planlamaya mahkum eder.
siyasi güçleri kıyaslarsak tablo biraz değişecektir. türkiye, bulunduğu coğrafya nedeniyle belli bir siyasi güce sahiptir ama bu güç kendisine iktisadi açıdan pek bir fayda genelde sağlamaz çünkü dünya'nın ekonomik açıdan ağırlık merkezi artık abd ve çin arasındadır.
fakat güvenlik politikaları açısından türkiye'nin konumu önemlidir. boğazlar dünya ticaretinde atıyorum bir süveyş kanalı kadar ağırlık sahibi değildir ama karadeniz'in girişi olması nedeniyle güvenlik politikaları özelinde abd, ab, rusya gibi ülkeler için son derece kritiktir.
askeri güçse, başta da dediğim gibi türkiye'nin sık sık maruz kaldığı silah ambargoları ve yaptığı savunma sanayi yatırımları nedeniyle yunanistan aleyhine çok açılmıştır. bu saatten sonra yunanistan yerel savunma sanayi hamlesi için tüm kaynaklarını ayırsa dahi öz kaynaklarıyla bu farkı kapatması iktisaden pek mümkün görünmemektedir. dış alımlarla bu açığı kapatmaya çalışmaksa artık ekonomisini çok zorlamaktadır.
ssb'nin son açıklamasına göre şu an yürütülmekte olan savunma sanayi projelerinin hacmi 80 milyar dolara dayanmıştır. iş gücünün yunanistan'da daha pahalı olduğunu ve buna ek olarak kafası çalışan mühendislerin iktisadi olarak ab dolaşım hakkı varken yunanistan'da çalışmak istemeyeceğini de eklersek, soğuk savaş döneminde bir şekilde türk-yunan gerginliği canlı tutularak batı ülkelerine silah pazarı kazandıran bu unsurlar artık geçerliliğini yitirmiştir denebilir.
SSB: Savunma Sanayii Başkanlığı
bunu tersine çevirecek hamle için yunan toplumunda kaynak dağıtımını radikal bir şekilde değiştirmeleri gerekir ki yerleşik sermayenin buna he diyeceğine inanmak zordur. zaten yerli savunma sanayine türkiye'nin neredeyse bundan 45-50 yıl önce başladığını düşünürsek, şu an başlasalar bile bu farkın kapanması çok zor olur.
olası diğer alternatif batı ülkelerinin aktif teknoloji transferine yeşil ışık yakması olacaktır ama hali hazırda türkiye silah pazarını kaybetmiş bu şirketler böyle bir adımın uzun vadede yunan pazarını da kaybettireceğini bildikleri için buna pek yanaşmazlar. zaten hemen hemen hiçbir ülke savunma sanayinde teknoloji transferine pek sıcak bakmaz.
bu durumda diğer alternatif yunanistan'daki askeri üslerin sayısının artması olacaktır ki abd'nin dedeağaç yakınlarındaki üssü bunun ilk habericisidir.
silah geliştirmede ne kadar iyi olsalar da, avrupa ülkelerinin orduları ikinci dünya savaşından beri askeri açıdan çok fazla muharebe tecrübesi edinemediler. tabi bunu abd, israil ve türkiye ile kıyaslayarak iddia ediyorum.
yanı başındaki rus tehdidi karşısında nato güvenlik şemsiyesi ve iktisadi birkaç unsura dayanarak uzun yıllar boyunca kendi kaynaklarını ağırlıkla sivil teknolojilere ayırabilecek refah yarattılar.
çünkü askeri teknolojiler geliştirmesi zor da olsa halk adına ciddi bir refah üretemezler. kısmi olarak birkaç alt sanayi destekleseler de, nihai alıcı bireyler değil devlet olduğu için yayılabilecek refah limitlidir.
yine de çok hafife almamak gerekir tabi. özellikle fransa ve artık ab üyesi olmayan ingiltere'nin askeri sanayi kapasiteleri yüksektir. ama yine de, bu ülkelerin askerlerinin operasyonel tecrübesini bir rusya, iran, israil, abd ya da türkiye ile kıyaslamak çok zordur.
amiyane tabirle refah içinde, çatışmasız ortamlarda büyümüş nesillerden müteşekkil ordular ile yıllar içinde terör örgütleriyle, devletlerle, türlü türlü harekatlarla uğraşmış askeri personeli kıyaslayamazsınız.
atatürk'ün meşhur sözüdür. savaşlar orduların ellerindeki silah sayılarına göre kazanılsaydı, savaşmaya gerek kalmazdı. envanter çıkartır yan yana koyardık ve silah sayısı az olan yenik sayılırdı. tam hatırlamıyorum ama kabaca böyle bir şeydi.
kültürel güç kıyasına pek fazla değinmeyeceğim çünkü hiçbir fikrim yok ama türk kültürü de yunan kültürü de son derece güçlüdür.
son olarak devletlerin politika yaparken halklarına karşı vurguladıkları uluslararası hukuk kuralları meşruiyetine de değinerek yazıyı bitireyim
biz bireyler olarak birtakım hukuk kurallarına göre yaşıyoruz ve dünyamız böyle oluşuyor. uluslararası hukuk kuralları dediğimizde bunun bir benzerini de devletler için varmış sanarak düşünüyoruz, düşünmek istiyoruz.
fakat bu durum devletler için tam da öyle değil. tabii ki, birtakım uluslararası hukuk kuralları var ama soykırım tarzı ağır suçlar işlenmedikçe, özellikle toprak/hakimiyet alanı genişletme tarzı eylemler daha çok güç dengeleriyle ilintilidir.
bu dengeler ise başta dediğim gibi siyasi, askeri ve ekonomik güç dengelerinden oluşur. şu an ege'de askeri denge yunanistan aleyhine hiç olmadığı kadar bozuluyor. bunun bir nedeni türkiye'nin yerli savunma sanayi hamleleri olduğu kadar, bir diğer nedeni de türk ordusunun kurmay zeka ve muharebe tecrübesinin ab üyesi yunanistan'a nazaran çok daha fazla olmasıdır. çok yüksek zekalı askeri personeliniz de olsa, eğer uzun yıllar görece barış altında yaşamışsanız ordunuzun muharebe tecrübesi ister istemez azalır.
askeri alanda yunanistan'ın elindeki patriot sistemleri vurgulanarak türkiye'nin hava savunma sisteminin olmadığı vurgulanmış. yani s-400 var ama kullanıp kullanamama konusu belirsiz. fakat sorun şu ki patriot abd malıdır. olası bir savaş durumunda kullanıp kullanamayacağın hakkında abd'nin de söz hakkı olacaktır, tıpkı s-400 için rusya'nın tavrının önemli olacağı gibi. bu arada ssb açıklaması da 2025-2026 gibi yerli hava savunma sisteminin geliştirileceği yönünde not etmek gerekir.
bu gerileme yunanistan için daha çok silah alımı gibi bir tercih yaratırsa yunan ekonomisi iyice berbat bir hale gelir. türk ekonomisinin de berbat olduğunu kabul etmekle beraber en azından üretim kapasitesinin yunan eşleniğiyle kıyaslanamayacak kadar iyi olduğunu da kabul etmek gerekir.
iktisadi ve askeri alandaki bu gerileme yunanistan'ın siyasi gücünü de türkiye karşısında geriletiyor. bu durum başka güç odaklarını da devreye sokmak zorunda kalmaları demektir ki bu ab ve abd oluyor.
demek istediğim şu ki devletler yerel propaganda olarak uluslararası hukukta biz haklıyız söylemini hem kendi vatandaşlarının adalet duygusuna karşı, hem de üçüncü ülkelerin vatandaşlarının adalet duygusuna karşı savunurlar.
oysa gerçekte bu kurallar değil değişen dengelerin yarattığı koşullardır aslolan ve ege'de dengeler yunanistan aleyhine bozulmuştur. buradan türkiye'nin pratikte bir kazanım sağlaması ise ab ve abd ile dengelerinde yürüteceği diplomatik müzakereye bağlanır.
kuşkusuz bu kadar keskin bir denge değişimi, başta fransa, almanya ve abd olmak üzere bu ülkelerin farklı adımlar atmasını gerektirir. daha çok silah satılabilecek bir ekonomisi kalmadı yunanistan'ın.
bu nedenle üs kurmak abd için bir seçenek oldu. belki zamanla amerikan üslerinin sayısı artar. bunu da, türk-amerikan ilişkileri belirler.
ayrıca, osmanlı'dan kalma alışkanlıkla ne kadar çok toprağımız olursa o kadar iyidir gibi bir düşünce var ama bu çok doğru değil. tarım toplumundan kalma bir alışkanlık bu.
petrol yoksa, ticaret yolu üzerinde değilse, ulaşım yolları kısıtlıysa, üzerinde kurulu bir üretim altyapısı yoksa, toprak genişletmek bir devletin kaynaklarının bir kısmını da o toprak için ayırması demektir ki bu o devleti güçsüzleştirir.
yani ne pahasına olursa olsun genişlemek sanayi devriminden önce belki ama artık doğru değil, belirgin bir doğal kaynak yoksa.
kısacası batılı ülkeler için yunanistan'ın sömürülebilecek çok az kaynağı kaldı
mevcut güç dengesinin yunanistan aleyhine bozulması kendileri adına ab ve abd'ye daha çok taviz demektir. sömürülecek kaynak çok azaldığı için artık sadece yunan topraklarının bir değeri kaldığı da söylenebilir çünkü turizm gelirleri pandemi nedeniyle iyice azaldı.
bu da yunan topraklarının ekonomik açıdan değersiz ama ab/abd güvenlik politikaları açısından değerli olarak ele alınacağının bir işaretidir. şöyle bir ortamda akıllı bir yunanlının yerinde olsam kuzey ab ülkelerine kalıcı olarak yerleşmenin planlarına çoktan başlardım.