David Bowie, Durup Dururken Ziggy Stardust Karakterini Nasıl Yarattı?

İngiliz efsane şarkıcı David Bowie'nin, albümlerinde ve konserlerinde kullandığı bir nevi persona olarak tanımlayabileceğimiz Ziggy Stardust nasıl ortaya çıktı? Bowie'nin motivasyonu neydi?
David Bowie, Durup Dururken Ziggy Stardust Karakterini Nasıl Yarattı?

sene 1971: david bowie, kendine yeni bir deriden yapılmış hayat arıyordu

londra'nın kirli sabahlarından birinde, kahvesine sigarasını düşürüp “bu dünyadan değilim ben” dediğinde aslında ciddiydi. ziggy stardust kayıtları sürüyordu. müzik tamam sayılırdı, ama sahnede o notaların karşısına geçip “ben buyum” diyebileceği bir sureti yoktu. gitarın teli, kimliği kadar gergindi. o da kendine bir maske icat etmeye karar verdi.

bir gün sinemaya gitti, “otomatik portakal” oynuyordu. sinema salonu karanlıktı, ama o filmden çıkan ışık bowie’nin beyninde patladı. alex ve tayfasının üstündeki fermuarlı parlak tulumlar, o absürd şiddet, o yapay zarafet… “evet” dedi, “benim uzaylım bu kadar tehlikeli, bu kadar saçma olmalı.”

ertesi sabah soluğu londra’nın en ikonik ve tarihi mağazalarından biri olan lyberty mağazasında aldı. kumaş bölümüne girdi, “en çirkin ne varsa göster” dedi satıcıya. satıcı şaşırdı, bowie’nin gözleri pırıl pırıldı, deli gibiydi. depolardan ne kadar parlak, göz alıcı, insanın midesini bulandıracak renk varsa topladı.

sonra bir modacı buldu, “bunlardan tulum yap bana, öyle tulum ki gören mars’tan mı gelmiş diye sorsun.” adam yaptı. bowie aynanın karşısına geçti. henüz ziggy değildi ama ziggy’nin gölgesi arkasına düşmüştü bile.

o sıralar lindsay kemp’e özeniyordu. kemp bir manyaktı, güzel türden bir manyak. dansçıydı, mim sanatçısıydı, aktördü, hatta bazen hiçbir şeydi. bowie’ye “vücudunu kullanmayı öğren” dedi. “ruhunu değil, bedenini konuştur.”

bowie bu dersi kaptı. o zamana kadar gitarın arkasına saklanan çocuk, artık sahnede bedenini bir enstrüman gibi kullanmayı biliyordu. kemp’in sahne anlayışı, bowie’nin müziğini dönüştürdü. ziggy’nin doğumu bir sahne provasında, ter, sim ve yalnızlık içinde oldu.

saç meselesine gelince… bowie saçını ateş rengine boyadı. mars toprağı gibi kızıl, sanki kanla şampuanlamış gibi. aynaya baktı, “ben artık ziggy’yim, ben başka bir gezegenin solistiyim.”

ama hâlâ bir şey eksikti: makyaj. bir gün harper’s & queen dergisinde kansai yamamoto’nun tasarımlarını gördü. japonya’dan gelen o delirici, zarif, aşırı kıyafetler… kabuki’den ilham alan botlar, geometrik desenler, parlak ipekler. “işte bu,” dedi, “dünyalı gibi görünmek istemiyorum.”

ama ortada başka ve daimi bir sorun daha vardı. bu giysilerin fiyatı bir albüm bütçesiydi. o da kunduracısına gitti: “şu botları yap bana,” dedi, “ama ucuzundan olsun.” aynılarını onda biri fiyatına yaptı.

sonunda sahneye çıktı. spot ışığı gözlerini kör ettiğinde artık ziggy stardust’tı. uzaylı bir rock yıldızı. androjen bir peygamber.

ve işin güzelliği, ziggy aslında bowie’yi kurtarmadı, onu yavaşça öldürdü. her performansta biraz daha eridi bowie, biraz daha ziggy’ye dönüştü. ama belki de olay buydu, o kimsenin olamadığı şeyi olmayı başardı… kendi efsanesi.

bir süre sonra sahnede “ziggy stardust is dead” dediğinde hayranları üzüldü, ama o aslında kendini öldürmüştü.

uzunca bir yürüyüşün ardından moda sahilin renkli merdivenlerini aşıp bahariye caddesi’ne çıkıp oturduğum kafede tek başıma içtiğim kahve eşliğinde ziggy’yi andım. kulaklığımı taktım. etrafta kulak kabartmadığım insan muhabbetleri zihnimdeki gereksiz düşünceleri susturdu. karşımda pencereden gözüken insanlar, kulağımda ziggy stardust. hoyrat bir perşembe gününü çekilebilir kıldı.