Daron Acemoğlu'nun Fatih Altaylı Röportajında Söylediklerine Bir Ekşi Sözlük Yazarının Eleştirileri

Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı'nın Teke Tek Bilim YouTube kanalına konuk oldu Daron Acemoğlu. Bir Ekşi Sözlük yazarı, Acemoğlu'nun bazı söylemlerine eleştiriler getirmiş.
Daron Acemoğlu'nun Fatih Altaylı Röportajında Söylediklerine Bir Ekşi Sözlük Yazarının Eleştirileri

hem sosyal bilimlerde hem de temel bilimlerde sık kullanılan bir yöntem, regresyon analizidir. en basit haliyle, x eksenine tercihen bağımsız bir değişkeni, y eksenineyse bağımlı değişkeni koyarsınız. regresyon analizi yapıp "aaa evet, x eksenine koyduğum şeyle, y eksenine koyduğum şey ilişkiliymiş" dersiniz.

acemoğlu da bunu yapıyor. x eksenine demokrasinin ve kurumların gelişmişliğini, y eksenineyse refah veya gelir seviyesindeki artış gibi bir parametre koyuyor. sonra da diyor ki "evet, demokrasi güçlendikçe ve kurumlar geliştikçe ülkede refah artıyor."

refah veya gelir seviyesi için güzel metrikler var. gdp ve gini katsayısı objektif olarak hesaplanabiliyor. sonra isterseniz purchasing power parity hesabı yaparsınız, isterseniz big mac endeksi, bira endeksi, iphone endeksi gibi bir şeye yönelirsiniz. belki bir de bebek ölüm oranı, yaşam beklentisi ya da suç oranı gibi ek bir refah metriğine başvurursunuz. peki demokrasinin gücünü ve kurumların gelişmişliğini nasıl ölçüyoruz?

acemoğlu'nun sihirli dokunuşu da burada yatıyor. acemoğlu, kullandığı kavramları tanımlama konusunda çok aceleci değil. demokrasi tam olarak nedir, güçlü kurumlar ne demektir tamamen muğlak. bu da iki büyük fayda sağlıyor.

* muğlaklıklar cherry picking'e bir bahane oluşturuyor. 

* gerektiğinde bu muğlaklıkları tartışarak teorisini retroaktif bir şekilde düzeltebiliyor. mesela "burasının kurumları aslında iyi değilmiş, yanlış ölçmüşüz de o yüzden gelişecek sanmışız ama gelişmemeleri çok normalmiş" ya da "aslında burasının kurumları iyiymiş o yüzden de gelişmelerine şaşırmamak lazım" diyebilir.
...

şimdi bir tık daha detaya gireceğim. acemoğlu, hem ulusların düşüşü'nde hem de fatih altaylı ile yaptığı röportajda bazı sömürgelerin başarılı bir şekilde geliştiğini söyleyerek sömürgeciliğin ulusların şu anki refah seviyesine etkisinin düşük olduğunu, yani eski sömürgelerin fakir olmasının temel sebebi olarak sömürgeciliğin gösterilemeyeceğini söylüyor.

"amerika da bir koloniydi, avusturya [sic] da bir koloniydi, nijerya da bir koloniydi, jamaika da. nedir bunların arasındaki fark?"

kendisi olayı kurumlara bağlarken ben söyleyeyim. abd ve avustralya yerleşimci koloniydi. bölgedeki bütün yerlileri öldürüp yerine avrupa'dan yerleşimciler getirildi. nijerya sömürgeydi. genelde sömürgelerde o sırada var olan kurumlar ya yok edilmek yerine sömürge güçlerine hizmet edecek şekilde dizayn edilirler* ya da halkın sömürge güçlerine hizmet etmesini sağlayacak şekilde kendi kurumlarını geliştirmesine izin verilir*. jamaika köle kolonisiydi. sömürgeci güçler bölgenin yerlilerini tamamen yok edip yerine afrika'dan getirdikleri köleleri yerleştirdiler.

normalde bir ortaokul öğrencisi dahi bu üçüne bakıp "bakın, abd de koloniydi ama gelişti, demek ki sömurgecilik var olan refah düzeyini açıklamaya yetmiyor" demez. ama eğer tarihsel materyalizme eli yüzü düzgün ve liberal bir cevap veriyorsanız bu üçünü aynı kefeye koysanız dahi nobel ödülünü alabilirsiniz.
...

acemoğlu'nun sonradan yerleşimci koloni mevzusuna değinmek istiyor ama burada bir skandala imza atıyor: "amerika boştu, sömürmek için avrupa'dan insan getirildi." yani acemoğlu'na göre bir soykırım falan yok. "a land without people for people without land" gibi düşünebiliriz.

bu skandalı devam ettiriyor. "avrupalılar taleplerde bulunuyorlar ve orayı yöneten valiler avrupalılara aynı baskıyı yapamıyor."

daron acemoğlu burada western/white supremacist bir şekilde avrupalıların doğaları gereği baskıyı reddettiğini ima ediyor. bunu söylerken röportajda daha önce yaptıkları çin tartışmasına atıf vermesini de hesaba katarak düşünürsek, acemoğlu burada alenen beyaz ırk üstünlüğünü bir faktör olarak değerlendiriyor.

avrupalı valilerin avrupalı halka, insan bile saymadıkları nijeryalılara ya da hintlilere davrandıkları gibi davranmamış olmaları çok şaşırtıcı olmasa gerek. yani vali diye ayrı bir ırk, ayrı bir tür yok. avrupalılar vali adındaki yırtıcı türe karşı güçlü kurumlarıyla göğüs germiyorlar. nijeryalılar ya da hintliler isyan ettikleri zamanlarda yok edildikleri için hak talebinde bulunamıyorlar.

bu adamın bu açık ve bariz beyaz üstünlükçü görüşlerine rağmen woke kültürün orta yerinde nobeli alması cidden ilginç...
...

son olarak da bu verimlilik ücret mevzusunu tartışacağım.

acemoğlu verimlilik ücret karşılaştırmasını sabit zamanda yapıyor. bir xxx şirketi ile yyy şirketini karşılaştırıyor. xxx şirketi oldukça verimli bir şirket. çalışanlarına da çok değer veriyor. ofiste pinpon masası, armut falan var. yyy ise çok verimsiz. bütün çalışanlar fazla mesaiye kalıyor, sürekli bir kargaşa var, üretim yetişmiyor.

sabit zamanda bakınca xxx şirketinin kalifiye ve şirketle uyumlu çalışanlarına fazla ücret vermesi gayet doğal. bu çalışanların yerine aynı şekilde kalifiye ve uyumlu çalışan bulması zor olabilir. yyy şirketindeki çalışanlar ise kolayca kovulabilir, yeni gelenin eskisinden kötü olacağına dair bir garanti yok.

peki yyy şirketi verimini arttıracak olsa olaylar nasıl gelişecek? artık verimli oldukları için aynı işi daha az kişiyle yapabilecekler. belki verimli oldukları için biraz fiyat da kırabilirler. ama pazarlarını bir yere kadar genişletebilirler. o yüzden de artık ihtiyaç duymadıkları işçileri çıkartacaklar.

yani yyy şirketinin işe devam eden çalışanları daha fazla maaş alırken, işten çıkartılan çalışanlarını da hesaba katıp ortalamasını alırsak çalışanların aldıkları ortalama maaş düşecek. ha bir de yeni işsiz kalmış ama şirketi az da olsa tanıyan işçilerin varlığı verim artışı sonrası işini koruyabilmiş grubun pazarlık gücünü, en azından kısa vadede, düşürecek.

acemoğlu gibi zamanı durdurup bakarsanız haklısınız, verimli şirket çalışanlarına daha çok ücret verir. ama verim arttıkça bu şirketin çalışan sayısı azalır. çalışanların verimi arttırmaya çalışmak için hiçbir inisiyatifleri yok. verimin artması da o ülkenin refahını arttırmayabilir, tersine işsizliği körükleyebilir.

acemoğlu okuyan bir işçi ne yaparsa zenginleşeceğini öğrenemez. tersine "fakir olmam gayet doğalmış, yapacak bir şey yok" der.
...

acemoğlu'nun yapay zekaya yönelik şüphelerinin bir kaynağı da bu. yapay zeka verimliliği yirmi sene önce öngörülemeyecek bir şekilde arttırıyor. arka arkaya iş kolları kapanırken yeni iş kolları eskisi gibi açılmıyor. önceden otomasyon sonucu işsiz kalanlara "yazılım öğren" denilirdi, şimdi yazılım en hızlı işsizliği doğuracak sektörlerden birisi oldu. destruction işini fazla hızlı gördüğü için creative olmaya vakti kalmıyor. bu da acemoğlu'nun creative destruction teorisinin çökmesine sebep oluyor.

acemoğlu ve liberaller verimliliğin bu derecede artabileceğini yirmi sene önce görememiş olabilirler. ama karl marx ve paul lafargue bunu 150 yıl önce görmüşlerdi. lafargue'ın buna çözümü çalışma saatlerini düşürmekti. acemoğlu'nun çözümü ne? yapay zekaya düzenlemeler getirmek.
...

bütün röportajı izlerseniz acemoğlu'nun sürekli teorisine uymayan şeylere bir açıklama getirdiğini görürsünüz. orası hızlı gelişti ama bundan dolayı, şurası gelişemedi çünkü bu oldu falan gibi istisnaların kendi aralarında birleşip kaide oluşturduklarını, hatta bir yerden sonra geriye asıl teoriye uyan bir avuç devletin kaldığını fark edersiniz.

acemoğlu'nun bütün bunlara rağmen nobel almasının sebebi, tarihsel materyalizm'e en iyi liberal alternatifi getirmiş olması. eldeki en iyi liberal alternatif bu işte, yapacak bir şey yok.

eğer acemoğlu'na erişebilecek birileri olursa lütfen şu soruyu sorsunlar: venedik kurumları zayıfladığı için mi fakirleşti yoksa fakirleştiği için mi kurumları zayıfladı? bütün zenginliğini doğu akdeniz'in politik olarak kargaşa içinde olmasına borçlu olan venedik kurumlarını güçlü tutsaydı memlüklerin ve osmanlının hakimiyetini engelleyebilecek miydi? ya da coğrafi keşifleri durdurabilecek miydi?