Çin Yönetiminden Tayvan'a Kadar Pek Çok Şeyi Etkileyen 20 Yıllık Çatışma: Çin İç Savaşı
Genel vaziyet
çin iç savaşı öyle bir savaştır ki sonucunda çin'in yönetim biçiminden tutun da tayvan'a kadar bütün bir coğrafyayı etkilemiştir.
1912 yılında qing hanedanlığının genel olarak afyon savaşları ve aşırı nüfus artışı etmenlerinin temelini oluşturduğu krizler sonrası iflas etmesi sonucu ülke yönetimi ikiye ayrılıyor. en aşağıdaki tayvan yazımda da bahsettiğim üzere ülkenin güneyinin kontrolü, daha sonra başına chiang kai-shek'in geçeceği, sun yat sen yönetimindeki kuomintang partisine; kuzeyin kontrolü ise general yuan shihkai’ye geçiyor.
daha sonra 1928 yılında chiang kai-shek reyiz pekin'i ele geçirerek bu duruma bir son veriyor ve çin'i tekrar bir bayrak altında topluyor. kuomintang parti karakteri olarak siyasi açıdan milliyetçi ve ekonomik açıdan liberal görüşleri savunan bir partiydi. ülkedeki komünist grupları ve karşıt görüşleri şiddet ve silah zoruyla susturmayı deniyorlardı. haliyle böyle bir ortamda birlik ve beraberliğin de uzun soluklu olması beklenemezdi. nihayetinde komünistler kendi silahlı gruplarını kurup topyekûn değil de bölgesel olarak direniş göstermeye başlıyorlar. burada bölgesellik kavramına dikkat etmenizi isteyeceğim. yazının ilerleyen bölümünde bu bölgesellik üzerinde duracağım.
iç savaşın başlamasıyla beraber sovyetler (tahmin edileceği üzere) komünist grupları, abd ise yönetimi elinde bulunduran milliyetçi grupları desteklemişlerdir. fakat burada ilginç olan bir durum vardır: japonya 1937 yılında çin'e savaş açıyor ve bu savaş aynı zamanda çin iç savaşı için de dönüm noktası oluyor. japonya'nın çin'e saldırmasıyla birlikte komünistler ve kuomintang yönetimi beraber hareket etmeye karar veriyor. japonların ikinci dünya savaşı'nda yenilmesiyle de çin-japon savaşı son buluyor. fakat savaş esnasında milliyetçilerin kayıpları fazla oluyor ve bu durum milliyetçileri güçsüzleştiriyor. sonrasında ise 1949 yılında mao ve yoldaşları yönetimi ele geçiriyorlar. chiang başgan da ordusunu ve hazinesini alıp tayvan'a yerleşiyor. tayvan'da çin'i yönetirken nerelerde yanlışlar yaptığını (bu kısımdan da en aşağıdaki tayvan yazımda bahsettiğim için es geçiyorum) düşünmek için bol bol zamanı da oluyor :)
gelelim işin bölgesellik kısmına
yukarıda komünist grupların topyekûn değil de bölgesel gruplar halinde direniş gösterdiğinden bahsetmiştim. bunun sonucunda da nispeten kendilerinden daha güçlü olan milliyetçilere karşı başarılı olmuşlardı. işte bu durum mao zedong'un beyninde şimşekler çaktırıyor ve yanındakilere dönüp "lan biz neden ülkeyi de böyle yönetmiyoruz ki?" diyor. tamam tam manasıyla böyle dememiş olabilir ama ülkeyi bu tarz yönetmeye karar veriyor :) nedeni ise doğudan gelebilecek amerikan ve kuzeyden gelebilecek rus tehdidi. sonuç olarak ülkede savaş esnasında gerekecek ne varsa üretimini yapan (endüstriyel fabrikalar, askeri üsler, askeri fabrikalar vs.) yerleri ve aynı zamanda yönetim birimlerini (ülkede 34 eyalet var ve her biri eyalet komitelerine bağlı) parçalara ayırıyor. nedeni ise japonya'da olduğu gibi savaş esnasında (hiroşima ve nagasaki'ye olduğu gibi) tek bir darbeyle yıkılmamak.
konuyla alakasız olarak bir de şundan bahsetmek istiyorum
bu tarz devrimler olduktan sonra ülkelerin yönetim biçimleri de (centralized - regionalized olmak üzere) devrimin işleyişine göre şekilleniyor. mesela rusya'daki topyekûn bir devrimdi ve sonucunda merkezi bir yönetim kurulmuştu. çin'de bölgesel direnişlerle kazanıldı ve adem-i merkeziyetçi bir yönetim kuruldu. gerçi çin açısından ademi merkeziyetçi bir yönetim anlayışının benimsenmesinin bir diğer nedeni de mao'nun abd yahut rusya tarafından işgal edilme korkusuydu. bundan dolayı çin hiçbir zaman ülkenin bütün kaynaklarını bir araya toplamayı tercih etmemiştir.
Farklı bir yorumu da ekleyelim
çin iç savaşı, ileri görüşlülük konusunda oldukça geride olan milliyetçilerin kaybettiği bir savaştır.
japonlar çin'i işgal ettiğinde komünistler ve milliyetçiler iş birliği içindeydi ancak o yıllarda devleti yöneten milliyetçilerin orduları japonlara karşı ön cephede mücadele veren tek güçtü. komünistler ise japonlar ile savaşıp güç kaybetmekten kaçınıyordu.
nitekim japonlar gittiğinde bu savaşta milyonlarca kayıp vermiş yorulmuş milliyetçilerin karşısında tüm savaş boyunca güç toplamış komünistler vardı bunun sonucunda milliyetçilerin kısa sürede kaybetmesi zor olmadı. sonuç olarak çin komünistlerin hakimiyeti altına girdi, tabii sadece isim olarak komünistler ama o ayrı bir tartışma konusu...
Peki Çin İç Savaşı Tayvan'ı nasıl etkiledi?
tayvan, yakın dönem siyasi tarihi (en azından benim için) oldukça ilginç olan bir ülke.
1895 japonya - çin savaşı sonrası adanın hakimiyeti galip gelen tarafa, yani japonya’ya geçiyor. japonya’nın adadaki hakimiyeti ikinci dünya savaşı sonuna kadar devam ediyor. adanın siyasi tarihinin ilginç bir hal alması da bu tarihten sonra başlıyor.
adanın yakın çağ siyasi tarihini anlatmaya başlamadan önce şunu belirtmekte fayda var: her ne kadar japonlar tayvan’dan (tek ülke tayvan değil) ikinci dünya savaşı esnasında getirdikleri kadınları seks köleliğine zorlamış olsalar da tayvan’da halen japonlara karşı bir sempati var. bunun da nedeni japonların adayı sömürge olarak görmekten ziyade bir üs olarak görmeleri, adadaki yaklaşık elli yıllık hakimiyetleri süresince kendi ülkelerinde uyguladıkları eğitim sisteminin aynısını burada uygulamaları ve yerel halka olabildiğince iyi davranmaları.
şimdi gelelim işlerin ilginçleşmeye başladığı döneme
ikinci dünya savaşı’nı kaybeden japonya 1945 yılında adadan çekilmeye karar veriyor. bunun sonucunda adada kısa süreli bir siyasal boşluk, otorite boşluğu yaşanıyor. kısa süreli olmasının nedeni ise bu boşluğun 1949 yılında liderliğini chiang kai-shek‘in yaptığı, kuo-min tang partisi tarafından doldurulacak olması.
bana gerçekten ilginç gelen nokta şuydu: kuo-min tang dediğimiz parti çin’de qing hanedanlığının devrilmesinden komünist rejimin başa geçmesine kadar yönetimi elinde bulunduran, ekonomide liberal politikalar uygulayan ve aynı zamanda milliyetçi ideolojide olan bir parti. bu abiler 1949 yılında çin’de iç savaşı kaybettiklerini anlayınca tası tarağı toplayıp (burada tas-taraktan kasıt değerli eşyalar ve savaştan geriye kalan ordu oluyor), gemilere atlayıp tayvan’a geliyorlar. aslında tayvan’da çok kalmayı da düşünmüyorlar. amaçları burada güçlenip, yeni bir ordu kurup tekrar çin’de yönetimi ele geçirmek ve bunu yapabileceklerine 1980'li yılların sonlarına kadar da inanıyorlar! fakat işler planladıkları gibi gitmiyor ve yıllarca adanın mutlak hakimi oluyorlar :)
neyse, konumuza geri dönelim
hatırı sayılır bir askeri ve ekonomik güç ile adaya gelen chiang kai-shek ve arkadaşları sayıca az olmalarına rağmen yönetimi ele geçiriyorlar. chiang kai-shek kardeşimizin burada bol bol düşünmeye vakti oluyor ve çin’i yönetirken nerelerde yanlış yaptığını buluyor. çin’de yönetim elindeyken yanlış yaptığı iki nokta var. ilki yolsuzluğa göz yumması, ikincisi ise liberal politikalar izlemesine rağmen ekonomik büyümeye odaklanmaması. bunun üzerine chiang kai-shek ‘bir çinli aynı delikten iki defa ısırılmaz’ diyerek önlemler almaya başlıyor. bu önlemlerden ilki üst düzey yöneticilerin yolsuzluk yapmalarının önüne geçilmesi, diğeri ise reformlarla beraber tamamen ekonomik büyümeye odaklanılması. yapılan reformlar ekonomi bazlı olup güney kore’yle aşırı benzerlik içeriyor. yani tayvan da ekonomisini geliştirmek için (daha önce güney kore yazımda bahsetmiş olduğum) ‘developmental state’ tarzını benimsiyor. fakat tayvan ile kore arasında şöyle bir fark var: kore’de köklü zengin aileler (bkz: chaebol) varken tayvan’da böyle bir durum yok. halk tümden fakir. hal böyle (gerçi arada yerel halkın güçlenmesinin istenmemesi gibi başka nedenler de var) olunca yatırımın tamamına yakınını kuo-min tang parti olarak kendisi yapıyor. bunun sonucunda da dünyanın en zengin siyasi partisi ortaya çıkıyor. şaka bir yana adamlar gerçekten ekonomik olarak dünyanın en zengin siyasi partisi olabilirler. özellikle ülke genelinde ağır sanayi, petrol işleri ve demir - çelik endüstrisini ellerinde bulunduruyorlar. bu durum 1992 yılındaki demokratikleşme hareketlerine kadar böyle devam ediyor.
burada bir ara verip şu soruyu sormak istiyorum
peki kuomintang bunca sene yabancısı olduğu bir adada, otoriter bir rejim sergileyerek yönetimi nasıl elinde tutmayı başarıyor?
bütün otoriter rejimlerin uyguladığı stratejiyle, yani kaosla. tayvan’a geldikleri günden beri ada halkı tarafından istenmeyen kmt yönetiminin yaptığı ilk iş 1945-49 yılları arasında otorite boşluğundan dolayı ortaya çıkan mafyalarla ve yerel liderlerle arayı iyi tutmak oluyor. hatta kendilerini meşru bir yönetim olarak göstermek için adada yerel seçimler düzenliyorlar. yerel seçimlerde yarışan adaylar aslında seçimi kazanmak için değil de kmt üyesi olabilmek için yarışıyorlar. çünkü kmt üyesi olmak demek sınırsız ekonomik desteği arkana almak demek. işte bu desteği arkasına almak isteyen mafya ve yerel liderler yavaş yavaş oy satın almaya başlıyor ve dolayısıyla ülkede lokal yönetim bazında yolsuzluk baş gösteriyor. yukarıda chiang kai-shek‘in ilk icraatlarından birinin yolsuzluğu üst düzey yöneticiler arasında engellemek olduğunu söylemiştim. bunda başarılı olan kmt yönetimi, lokal yönetimlerde yolsuzluğun önüne geçemiyor ve tirajik bir şekilde sonlarını bu durum hazırlıyor.
1991 yılında ülkede sıkıyönetime son veriliyor ve (amerika’nın da baskısıyla) ülke genelinde demokratikleşme hareketleri başlatılıyor, sonrasında çok partili sisteme geçiliyor. bu esnada daha önceleri adımları atılan fakat sıkıyönetimden dolayı sesini duyuramayan ‘demokratik ilerici parti (democratic progressive party)’ tayvanlı yerliler tarafından kuruluyor. 1996 yılında yapılan ve dpp’nin de girdiği genel seçimleri tekrardan ülkedeki neredeyse bütün ekonomik gücü elinde bulunduran kmt kazanıyor. 2000 yılındaki seçimleri, yolsuzluğu engelleyecekleri vaadinde bulunan ve bunu ciddi bir propagandayla yapan, dpp kazanıyor ve ülke tarihinde kmt üyesi olmayan ilk başkan olarak chen shui bian seçiliyor. chen shui bian’ın ilk icraatı bütün bürokrasiyi kmt’den temizlemek oluyor ve boşalan koltukları dpp üyeleriyle doldurarak kendi kadrosunu oluşturuyor. kendisinin yaptığı bu ilk hamle aynı zamanda ilk yanlış hamlesi de oluyor çünkü bu zamana kadar ülkedeki bürokratlar (güney kore örneğindeki gibi) ülkenin en iyi üniversitelerinden yetişmiş kişiler arasından seçiliyordu ve yıllardan beri gelen kmt baskısıyla bu bürokratların yolsuzluğa bulaşması engelleniyordu. yeni (liyakat aranmaksızın) başa geçen deneyimsiz bürokratlar ülke içinde sadece lokal yönetimlerde görülen yolsuzluğu ülkenin geneline yayıyorlar. zaten tirajikomik bir şekilde 2008 yılında chen shui bian’ın kendisinin de 8 sene içinde tonla yolsuzluğa bulaştığı ortaya çıkıyor ve görevden istifa edip yargılanıyor. sen kalk bütün seçim propagandanı yolsuzluğu tamamen ortadan kaldırmak üzerine yap ve sonunda 8 sene içinde bir sürü yolsuzluğa bulaştığın ortaya çıksın...