Ciddi Yorum ve İstatistiklerle Birlikte: Tutunamayanlar, Aslında Abartılmış Bir Kitap mı?

Genelde post modern Türk edebiyatının efsaneleri arasında gösterilen Tutunamayanlar, aslında abartıldığı kadar nitelikli bir metin değil mi? Fikrinizi etkileyecek istatistik, eleştiri ve kıyaslamalarla desteklenen kişisel bir görüşü paylaşıyoruz.
Ciddi Yorum ve İstatistiklerle Birlikte: Tutunamayanlar, Aslında Abartılmış Bir Kitap mı?
Görsel: Instagram @mine_nin_ktphnesi

ne troll peşindeyim ne de insanları rahatsız etmek istiyorum. burada görüşlerimi ifade edeceğim. aksini düşünen de yine aynı şekilde kendi yazısını hazırlayabilir. o yüzdendir ki bana sinirlenmek yerine kendi tezlerinizi öne sürebilirsiniz. bu yazıyı yazma sebebim ise ne oğuz atay'ı ne de tutunamayanlar'ı hafife almaktır. yani yazının sonuna kadar okumak istemeyenler için en başından söylüyorum; oğuz atay iyi bir yazardır ancak günümüz okuru için bir çeşit edebiyat peygamberi olarak anılmakta ve tutunamayanlar da onun kutsal kitabı olarak muamele görmektedir. ekşi sözlük gibi toplumun nispeten mürekkep yalamış kesimini barındıran bir yerde bile bir "okunduğunda ufku 2 katına çıkaran ince kitaplar" başlığının olması, aslında okur kimliğini yaşamak yerine takınmak isteyen beleşçi edebiyat severlerin ne kadar büyük bir grup olduğunun ispatıdır. bu yüzdendir ki daha klasik ve modern romanları okumamış, dünya literatürünü takip etmeyen herhangi bir okurun ağır bir post modern kurgu olan tutunamayanlar'ı okuyup bu kitaba övgüler yağdırmasını gerçekmi bulamamaktayım. geçenlerde yine burada da günde olduğu üzere yüzde kırkının okuduğunu anlamadığı ve her dört kişiden yalnızca birinin kitap okuma alışkanlığına sahip olduğu bir ülkede böyle bir kitabın zaten kitap okumakla problemi olan bir halkın harcı olduğunu düşünmemekteyim. hatta bana sorarsanız az biraz okuyacağı olan insanlar bile kitap okuma alışkanlığı kazanmaya çalışırken tutunamayanlar, 1984, hayvan çiftliği ve hatta körlük gibi okuyucu seçen zor metinlerle muhatap olarak daha en başından "bu iş bana göre değilmiş" diyerek kitap okumayı bırakmakta. elbette mesele burada bitmemekte. ufku iki katına çıkaran ince kitaplara sevdalı olan halkımız edebiyatı haraca bağlayarak ondan anlaması güç bir beklenti içine girmesi aslında toplum olarak henüz "edebiyat nedir, ne işe yarar?" sorularına anlamlı bir cevap veremediğiniz göstergesidir. diğer her konuda olduğu gibi söz konusu bir kitap olsa bile "beğenenler" ile "beğenmeyenler" arasında bir çatışma çıkmakta ve ne hikmetse söz konusu edebiyat dahi olsa insanlar birbirlerine amansızca küfürler etmekte. bu durumun başka probleme, yani eleştiri kültürünün yokluğuna bağlamaktayım. bunu özellikle edebiyat dünyası için söylüyorum. öyle bir ülke düşünün ki bir yazarı beğenmemek başınıza iş açabilir. hatta bunu sadece oğuz atay özelinde söylemiyorum; günümüzde caka satan çoğu yazarın ve edebiyat dergisinin aslında nasıl bir lobicilik faaliyeti içinde olduğunu, içlerinden biri yeni bir şey yazınca diğer herkesin sorgusuz sualsiz alkışlaması eminim ki dikkatli okurların gözünden kaçmamıştır. bana sorarsanız türk edebiyatı artık yayınevleri ile yazarlar arasında sıkışıp kalarak nitelikle bir okuyucu kitlesi yaratamamakta. ben ise youtube üzerinden videolar paylaşan booktuber'ların "ekim ayında okuduklarım" başlığı altında akıl almaz bir hızla okudukları onlarca kitabı izlerken kanayan gözlerimi ovuşturup "nereye gidiyor bu gençlik" diyen o huysuz dedelere benzemeye başladım iyice. o yüzdendir ki bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum. ben oğuz atay'ın tutunamayanlar'ının abartıldığını ve hatta bir çeşit "tutunamayanlar kültürü"ne evrildiğini düşünmekteyim. mesele artık ne edebiyat ne de kitap; ben buraya elimde kanıtlarla konuşmaya geldim.

an itibariyle tutunamayanlar başlığına ekşi sözlük'te tam 202 sayfa yazı girilmiş. bir başka başlık olan tutunamayanlar'ı bitiremeyenler'de ise tam 111 sayfa entry bulunmakta. daha da ilginç olanı şu; bitiremeyenler arasında, yine tutunamayanlar başlığına girip kitaptan alıntılar paylaşarak övenler olmuş. yine tutunamayanlar başlığında, kitabı bitiremediğini belirtenler de mevcut. yani ortaya şöyle bir şey çıkıyor; sözlüğün neredeyse yarısından fazlası bu kitabı yarıda bırakmış. hatta vakti zamanında ekşi şeyler'de kitabı yarım bırakanlar için bir kılavuz dahi hazırlanmış.


dikkat ederseniz bu kitap için bir çeşit ön hazırlık yapmanın kitabı daha okunabilir kılacağının altı çizilmiş. bunu hazırlayan kişiyi tebrik ediyor ve hak veriyorum, gerçekten de nitelikli bir okuma için bunları yapmak elzemdir. peki bütün bu zorluklara rağmen neden bu kitap inatla okurun elinden düşmüyor? bana sorarsanız edebi esere bir estetik ve zevk unsuru olarak bakmaktan ziyade onu aşılması gereken bir eşik ve bir çeşit madalya olarak gören bir okur profiliyle karşı karşıyayız.

yine de bu kadar okunan bir kitabın iyi ve kötü taraflarıyla ele alınacağını düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuzdur. bahsettiğim başlıkları şöyle bir gezdiğinizde yalnızca kitaptan alıntılanmış aforizmalar ve birkaç özgün yorum haricinde neredeyse hiçbir şey bulunmamakta. diğer yazılanlar ise bu kitabın ne kadar harika bir kitap olduğunu iddia eden altı boş yorumlardan oluşmakta. elimizde türkiye'nin en çok okunan ve en çok yarım bırakılan romanı bulunmakta ancak ne hikmetse kitap hakkında olumsuz bir eleştiri yapanların sayısı bir elin parmaklarını geçememekte. daha da vahim olanı ise kitap hakkında kötü bir söz söyleyenlerin alelade bir şekilde aşağılanması ve cahillikle suçlanması söz konusu. ne ilginçtir ki "okumadıkları kitaba inanıyorlar" diye racon kesen ekşi ahalisi yine okumadıkları bir kitap için aşırıya kaçan methiyeler düzmekte bir beis görmemekte. peki bu kitap madem bu kadar harika, neden mucizevi bir şekilde kimsenin pek sevemediği ve bitirmekte güçlük çektiği bir edebi metne dönüştü? çok olağanüstü ve sofistike bir kitap olduğu için biz mi anlamıyoruz yoksa?

ben size sebebini söyleyeyim; üzgünüm ama siz ya bu kitabı sevmediniz ya da bize yalan söylüyorsunuz.

o halde bugün ne ifrat ne de tefrit günüdür; gerçek neyse o. ben de diğer pek çok insan gibi bu kitabın "abartılmış bir kitap" olduğunu düşünenlerdenim. ancak gelin görün ki bunu sesli söylemek; yani tutunamayanlarbeğenmemek bugün edebiyatın vebalı kitlesi tarafından bir aforoz sebebi sayılmakta. ancak ben bu kitabın neden abartıldığını kendimce açıklayacağım.

peki nereden çıktı bu tutunamayanlar furyası?

tutunamayanlar için şöyle denilmekte; 1970 senesinde trt roman ödülü kazanmış ilk ve tek oğuz atay eseri... kitap bu ödülü aldıktan sonra 1971-1972 senelerinde ilk olarak iki cilt olarak basıldıktan sonra ilgi görmez. oğuz atay ise 1977 senesinde aramızdan ayrılır. 1982 yılında oğuz atay'ın kayıp günlüğü milliyet gazetesinde tefrika hâlinde yayımlanır. günlüğün yayımlandığı günlerde milliyet'in tirajı 10.000 artar. oğuz atay'ın adı 1982 senesinde yeniden gündeme gelir ancak tutunamayanlar sayesinde değil. yani oğuz atay iyi bir yazardır ve diğer işleri sayesinde oğuz atay'a duyulan talep artar. yaklaşık 10 senedir unutulmuş bir kitap olan tutunamayanlar ise bu sayede yeniden gündeme gelir. ömer madra ve enis batur, bu ilgi üzerine oğuz atay'ın ilk romanı tutunamayanlar'ı iletişim yayınları'na götürürler. iletişim yayınları, 1984 yılının ocak ayında ömer madra'nın ve enis batur'un önsözleriyle tutunamayanlar'ı yeniden neşreder. tutunamayanlar yeniden keşfedildikten ve yeniden yayınlandıktan sonra muazzam bir ilgi uyandırır. burada garip olan şey ise şudur; roman okumayı boş iş sayan halkımız ne hikmetse okunması ve anlaşılması ziyadesiyle güç olan post modern bir yapıya sahip bu kitabı birden bire edebiyatın zirvesine oturtmaya çalışmak gibi fantastik bir işe girişir.

ne güzel değil mi?

öncelikle bir miti çürütmekle işe başlayalım

malumunuz üzere tutunamayanlar için "1970 yılında trt roman ödülü kazanmış kitap" denir ancak bu bilgi yanlıştır. şurada bizzat kitabın yayımcısının ağzından kitabın hikayesine bakalım.

"jüri başkanının da katkısıyla roman okunur, büyük tartışmalar koparır ve sonucunda juri herkese aynı ödülü verir. bu karar sonucu bir "roman ödülü" olarak başlayan yarışma şekil değiştirerek "başarı" yarışmasına dönüşür ve 40000 liralık ödül yarışmaya katılanlar arasında paylaştırılır. yine aynı linkte şöyle bir soru vardır:

"acaba tutuntamayanlar'a tek başına verme cesaretini gösterememek mi diğer romanlara ödül getirdi, yoksa tam tersi mi?"

evet efendim, ortada bir mazlum var gibi görünüyor değil mi? ama ortada mazlum falan yok. gelin bu hikayenin bir de anlatılmayan bölümünü ben size anlatayım. yıldız ecevit'in oğuz atay'ı ve onun romancılığını ele aldığı "ben buradayım" isimli çalışmada bu hikayenin eksik kısmı anlatılmakta. işin aslı şu ki; oğuz atay tutunamayanlar'ı yazdıktan sonra onu basacak yayınevi bulamamıştır. daha önce yazılan hiçbir şeye benzemeyen ve müellifi meşhur olmayan böylesine kalın bir kitabın kendisine hemen yayınevi bulması da zaten ne bu ülkede ne de başka bir ülkede öyle kolay değildir. daha sonra oğuz atay arkadaşı cevat çapan'dan küçük bir "iyilik" isteyerek onun jürideki diğer arkadaşlarıyla konuşmasını, bu kitabın okunmasını rica eder ve kitap okunduktan sonra jüri ikiye bölünür. bu karmaşanın daha fazla büyümesini istemeyen adnan benk ise büyük ödülün herkese eşit dağıtılmasını önerir ve bu fikir hemen kabul edilir. para ödülü bütün yarışmacılara eşit olarak dağıtıldıktan sonra da bütün yarışmacılara "başarı ödülü" verilerek yarışma sonlandırılır.

şimdi gelelim meselenin devamına...

zannediyorrdunuz ki oğuz atay'ın hakkı yenildi, öyle değil mi?

daha önce hiçbir başarısı olmayan, tanınmayan bir yazar olarak tanıdıkları vasıtasıyla kitabını bu işin içine sokan oğuz atay'ın karşısında ise rüştünü çoktan ispat etmiş yazarlar bulunuyordu. bu isimler arasında sevgi soysal, fakir baykurt gibi devler de vardı. yani kendini ispat etmiş, bir okuyucu kitlesi olan yazarlardan bahsediyoruz. şimdi oğuz atay mı bu insanların hakkını yedi yoksa bu insanlar mı oğuz atay'ın hakkını yedi? daha komiği ise o seneki bütün yarışmacılar eserlerini bastıracak bir yayınevi bulur; oğuz atay hariç. ne tesadüf değil mi? zaten para kazanmak için yanıp tutuşan yayınevleri, koskoca trt roman ödülü birincisine arkalarını dönmüşlerdir. ne ahmak adamlarmış...


hikaye burada bitmiyor tabii

"yıllarca oğuz atay'ın tutunamayanlar'ı sadece bir grup insanın bildiği bir eser olarak anıldı" diyor hayati bey; "ta ki milliyet gazetesinin sanat sayfasında özel bir oğuz atay dosyası yapılana dek... o andan sonrası insanlar araştırmaya başladılar oğuz atay'ı."

peki daha sonra ne oldu? elbette bu sefer kitabın satışları patladı çünkü ortada çağın ötesinde bir eser olan tutunamayanlar'a ek olarak bir mazlumun hikayesi vardı. birkaç yüz sayfalık kitapları okumaktan aciz olan aziz milletimiz hemen bu tuğla gibi kitabın kapağında yazan kocaman "tutunamayanlar" yazısının arabesk çağrışımına kapılarak ne hikmetse post modern bir eseri ışık hızında okuyup idrak etmeye başladı. bir anda popüler olan kitap tekrardan edebiyat gündemine düşünce haliyle bu işin ehli olan insanlar da bu kitap hakkında konuşmaya başladı. ancak gelin görün ki çoktan bir peygamber edilen oğuz atay'a söz söylemenin cezası ölümden bile beterdi.

şavkar altınel tutunamayanlar için "sığ ve yapay" yoğrumunu yaptıktan sonra bu "atay-ist" cenah tarafından yerden yere vuruldu.

"altınel, ayrıca atay’ın ‘kendisi’ olmadığını düşünüyor: “bana göre ‘tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. bunda bir sorun yok: bir flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. ama atay, flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. başkahramanına ‘özben’ soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi... tezer özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen atay gözüme sığ ve yapay görünüyor.”

elbette bu kıyamet ekşi'de de koptu. şavkar altınel başlığına girenler kendisine söylenen çirkin sözleri görebilir. yani adamın ne büyük bir suç işlediğini görebiliyor musunuz? bir kitap hakkında eleştiride bulunmuş. sonuç ise toplumsal linç. üstelik bunu yapanlar arasında edebiyatı yalnızca okuyan değil üreten kitle de var.

hatta bu linç öyle boyutlara ulaşıyor ki eleştirmenler arasında oğuz atay'a hayranlığı olan isimler bile "saçmalamayın artık" diyerek şavkar altınel'i savunmak ihtiyacı duyar. oğuz atay'ın neredeyse bir peygamber muamelesi görmesine karşı olan bazı isimler de şavkar altınel'e destek vererek bu tartışmaya dahil olur

hakan bıçakçı da bu konuda şöyle bir yorum yaparak tartışmalara dahil olur:

"oğuz atay en sevdiğim türk yazarlarındandır. ama şavkar altınel’in notos’taki yorumunu okuduğumda büyük bir şok geçirmedim. benzer eleştirileri yıllardır çevremden, arkadaşlarımdan duyuyordum zaten. her sanatçının olduğu gibi, oğuz atay’ın da beğenilmeme hakkı vardır diye düşünüyorum. sonradan bu yoruma gelen tepkilere de şaşırmadım. ama üzüldüm. şaşırmadım çünkü artık biliyorum; bizim en sevdiğimiz şey ikiye ayrılmak. bu olayla birlikte de hemen oğuz atay’ı sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayrıldık. doğru düzgün oğuz atay okumamış olanlar bile kendilerini bir tarafa atmayı bildiler. her şeyi futbol takımı tutar gibi sahipleniyoruz. incelikten, empatiden, zekadan yoksun bir fanatizmle… koskoca eleştiri kurumuna, kendisi bir şey olamamışların başarılı insanlara laf atarak dikkat çekmeye çalıştığı bir sataşma operasyonu olarak bakıyoruz. kendi sevdiğimiz şeyi başkasının sevmemesini anlama konusunda 5 yaşında bir çocuk kadar anlayışsızız. bu hemen her konuda böyle. keşke sadece savkar altınel vakasında böyle olsaydı."

daha sonra tolga meriç, mine söğüt ve altay öktem gibi isimler de bu tartışmaya katılarak linç edilen şavkar altınel'e destek çıkarlar. bütün bu huzursuzluğun sebebi ise bir kitabı beğenmediğini söylemek; aklınız alıyor mu?


burada bitiyor mu peki? bitmiyor

şimdi gelin bu meselenin devamına ve "türk edebiyatının en iyi romanı" olarak bize kakalanmaya çalışılan tutunamayanlar'ın kars'tan edirne'ye uzanan başarı öyküsünden bahsedelim.

1971-1972 senelerinde basılan tutunamayanlar için şöyle ufak bir arama yaptığınızda karşınıza "bu kitap neden başka dillerde yok?" sorusu çıkar. yani yere göğe sığmayan bu edebiyat harikası ne hikmetse başka dillere tercüme edilmemiş pek. basıldıktan sonra 50 yıl geçmiş bir kitap ancak hala dünya pazarında alıcısı yok. peki baskı başarısı, bir kitabın niteliğini ve değerini belirleyen bir şey midir? bunun cevabı hem evet hem hayır. ilk kitabını bastırmaya çalışırken onlarca kez başarısız olmuş ancak bugün bütün dünya tarafından tanınan yazarlar olduğunu hepimiz biliyoruz. peki halihazırda elli senedir ülkede okunan, alıcısı ve övücüsü bol olan bir kitap nasıl oluyor da dünyanın geri kalanına sesini duyuramamakta? ülkede hemen her kitaplıkta bulunan, en çok satın alınan ve en çok methiyeler düzülen eserlerden biri olan tutunamayanlar nasıl oluyor da dünyaya açılmayı başaramıyor?

2017 senesinde internet sitelerinde "oğuz atay dünyaya açılıyor" haberlerinin de maalesef ne olduğu daha sonra ortaya çıktı. kitap gerçekten de ingilizceye çevrildi ancak sadece 200 adet basıldı. şimdi gelip bana "ama o zor bir kitap, her dile çevrilemez" diye itiraz ederek kolaya kaçmayın. çevrilir arkadaşlar, bu kitaptan daha komplike kitaplar bile çevriliyor. bu tamamen bir uydurmadır, bir hurafedir. eğer ortada özgün bir şey varsa mutlaka bu işin hakkından gelecek bir çeviri ortaya çıkarırlardı. mesela oğuz atay'ı kıyasladığınız james joyce'un ulysses'i yirmiden fazla dile çevrildi ve hatta bu diller arasında çoğunuzun küçümsediği ve dilden saymadığı diller bile bulunmakta. şimdi gelip bana "ama o james joyce" demeyin; kıyaslarken iyiydi değil mi? yoksa siz de mi rakibinizi avrupa belleyip yaşam şartlarını avrupa ile değil de afrika ile kıyaslayanlardan mısınız?

peki tutunamayanlar kaç dile çevrildi?

ingilizce yapılan 200 baskıyı saymazsak 3 dile çevrildi. bu çevrilir arasında ingilizce baskı ile aynı kaderi paylaşan felemenkçe, almanca ve azerice bulunmakta.

yani kitabın dünya genelinde adamakıllı tek baskısı binooki yayınevi tarafından almanca olarak yapılıyor. tahmin edebileceğiniz üzere bunda da almanya'daki türklerin etkisi büyük. hatta binooki yayınevi de yine türkler tarafından kurulmuş bir yayınevi. tutunamayanlar orada piyasaya sürüldükten sonra ufak çaplı bir başarı yakalıyor ancak daha sonra mucizevi bir şekilde yeniden unutuluyor. 2016 senesinde basılan kitap ne hikmetse almanya'da ilgi görmesine rağmen ikinci baskıya gidemiyor. kaldı ki kitabı almanca kaynaklar üzerinden arattığınızda da karşımıza yalnızca kitapla ilgili haberler çıkmakta. öyle görünüyor ki tutunamayanlar almanya'da da pek sevilmemiş. cahil almanlar işte, ne bilecekler.

peki yok mu bizde dünyaya açılmış yazar?

yani en büyük, en harika, en müstesna ve en azim yazarımız oğuz atay ise halimiz yaman olsa gerek.

o iş öyle değil. ben litvanya'da dağ başında bir kitapçıda reşat nuri güntekin'in litvanca çevirilerini gördüm. ister inanın ister inanmayın türk edebiyatı dünyada talep gören bir edebiyattır ve tutunamayanlar dünyanın talep ettiği bir kitap değildir. goodreads verilerine baktığımızda ise bizi bambaşka bir anomali karşılar. 4.55 puan almış ve binlerce kişi tarafından okunmuş olan kitaba 8,205 okuyucu tarafından (69%) beş yıldız verilirken bir yıldız verenlerin oranı ise yalnızca %1 olarak görünmekte. şurada ise beş yüzden fazla inceleme paylaşılmış tercüme versiyonunun durumunu görmekteyiz. filtre ayarını değiştirip "ingilizce" seçeneğine tıkladıktan sonra kitabı okumuş bir avuç yabancıya ek olarak yine ingilizce yorum yapan türkler görmekteyiz. ister inanın ister inanmayın ancak bizler tutunamayanlar söz konusu olunca kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz arkadaşlar.

peki edebiyatımızın tutunamayanlar kadar abartılmayan diğer eserleri ne alemde?

şimdi gelin biraz da onlara bakalım.

"kültür ve turizm bakanlığı’nın, türk edebiyatının yurt dışında tanıtımına katkı sağlamak için başlattığı teda projesi ile türk edebiyat eserlerinin türkçe dışındaki dillerde yayımına destek oluyor. türk edebiyatı yazarları bugün 87 ülkede, 60 farklı dilde okunuyor. edebiyatımızın önde gelen isimlerinden halid ziya uşaklıgil, orhan pamuk, ilber ortaylı ve sevinç çokum gibi isimlerin eserleri ise balkan dillerine çevriliyor."

teda’ya yapılan başvurularda en çok çeviri desteği alan yazar ise ahmet hamdi tanpınar olmuş. tanpınar’ın, “saatleri ayarlama enstitüsü” ile en çok bilinen diğer eseri “huzur” adlı romanı amerika’da en çok çevirisi yapılan kitaplar arasında. orhan pamuk, özellikle nobel ödülünü aldıktan sonra çok fazla çevrilen yazarlar arasında. son zamanlarda ise özellikle dizilere konu olan ertuğrul, kanuni sultan süleyman gibi tarihi karakterlerin hayatını ele alan kitaplar yurt dışında tercih ediliyor ve bu ülkeler arasında arap ve balkan ülkeleri ilk sırada. bizim de balkanlar’ın standında gördüğümüz türk yazarlarımız ve eserleri şu şekilde; orhan pamuk’un “kafamda bir tuhaflık” isimli romanı slovakya’da, halid ziya uşaklıgil’in “izmir hikayeleribosna hersek’te, ilber ortaylı’nın “ottoman studies” isimli kitabı arnavutluk’ta, sevinç çokum’un “lacivert taşı” ise macaristan’da çevirisi yapılan kitaplar arasında. ahmet ümit’in “elveda güzel vatanım” kitabı ingiltere’de, sabahattin ali’nin “kürk mantolu madonna”sı ispanya’da, orhan pamuk’un “kırmızı saçlı kadın” romanı ispanya’da ve hollanda’da, ahmet hamdi tanpınar’ın “huzur” romanı “etiyopya”da, leyla erbil’in “tuhaf bir kadın kitabıfransa’da, refik halid karay’ın, “memleket hikayeler”i almanya’da, yusuf atılgan’ın “anayurt otelihollanda’da, gülseren budayıcıoğlu’nun “kral kaybederse” romanı lübnan’da, ahmet mithat efendi’nin “felatun bey ile rakım efendinorveç’te çevirisi yapılan kitaplardan.

aşağıdaki haber ise daha eski tarihlidir:

türk kültür, sanat ve edebiyatı ile ilgili eserlerin türkçe dışındaki dillerde yayımlanmasına destek projesi (teda) kapsamında, 2005-2012 yılları arasında 791 farklı eser, 366 farklı yazar ve 357 farklı yayınevi desteklendi. bu süreçte, türk edebiyatının dünya ile buluşması için 57 ülke ve 53 farklı dilde toplam bin 333 destek verilirken, bugüne kadar bin 5 eser de kitap tutkunlarının beğenisine sunuldu.

"türk edebiyatının pek çok köşe taşı eseri ve önde gelen yazarlarının kitapları art arda farklı dillerde yayımlanırken, teda’ya yapılan başvurularla en çok çeviri desteği alan yazar orhan pamuk oldu. eserleri 79 dile çevrilen pamuk’un “masumiyet müzesi” kitabı 13 dilde yayımlanarak, en popüler eseri haline gelirken, “kara kitap”ı 11 dilde okuyucuyla buluştu. türk edebiyatında yazdığı toplumcu gerçekçi romanlarla tanınan orhan kemal, 51 destekle ikinci sırada yer aldı. yazarın en bilinen eserlerinden “baba evi” 9, “cemile” ise 8 dile çevrildi."

ne ilginç değil mi?

43 dilde okura hitap ederek üçüncü sıraya yerleşen ahmet hamdi tanpınar ise “saatleri ayarlama enstitüsü” eseriyle aynı zamanda en fazla desteklenen eserin de sahibi oldu. türklerin doğu ile batı arasındaki bocalamasını irdeleyen eser, 22 dile çevrilirken, tanpınar’ın en çok bilinen diğer eseri “huzur” ise 18 dilde desteklendi.


gördüğünüz üzere dünyanın geri kalanı türk edebiyatına kayıtsız değil. türk edebiyatının önemli kitapları dünyanın diğer yerlerinde de bir kitle oluşturup okuyucusuna hitap edebiliyor. o halde inat etmeye, zorlamaya ya da ittirmeye gerek yok. tutunamayanlar güzel bir kitaptır ancak edebiyatımızın diğer nitelikli eserleriyle kıyaslandığında o kadar da yere göğe sığdırılamayacak bir başyapıt değildir. bir başyapıt olsaydı dünyanın herhangi bir yerindeki bir grup insan onu bizden daha fazla sahiplenirdi. öyle zannediyorum ki bir başyapıttan yazıldığı ülkenin sınırlarını aşmasını beklemek o kadar da tutarsız değildir. ancak gelin görün ki tutunamayanlar bunu başaramadı. yazının en başlarında ifade ettiğim üzere; bu kitabın bir çeşit külte dönüşerek türk okur için "aşılması gereken eşik" olarak kabul görmesini de doğru bulmuyorum. elbette bunun altında yatan daha derin sebepler var ancak bu yazıyı artık bitirmek icap eder.

ben sözümü söyledim; kral çıplak.

kaynakça