Çayınızı Kahvenizi Alın Gelin: Kudüs'teki 400 Yıllık Türk Egemenliği Nasıl Sona Erdi?
kudüs'ü nasıl kaybettik?
ölmeden önce son bir şehri görme hakkım olsaydı, kudüs’ü görmeyi seçerdim. benim hatırımda hiç görmememe rağmen istanbul ve antakya’yı da aşmış bir şehirdir kudüs. bu kent, orta doğu'nun yaşayan tarihidir. kudüs’ü anlamadan orta doğu'yu anlamaya çalışmak boş bir çabadır. orta doğudan kastımız elbette arap çölleri değildir. bağdat, kudüs, nasıra, şam ve bütün mezopotamya’dır.
yaser arafat’ı pek sevmesem de, sözleri benim kudüs’e ilgimi açıklar zannediyorum:
“gönlümdeki mezarsın ey kudüs!”
kudüs’ü bu kadar merak etmemin sebebi, başta kitab-ı mukaddes olmak üzere bu sancılı coğrafyanın (orta doğu) çilekeş şehri olarak görmemdi. daha iyi bir şekilde açıklamak gerekirse,
“kudüs şehirlerin en meşhuru ve en acılısıdır. bu yüzden kudüs’ün, içi akrep dolu altın bir kadeh olduğu söylenir.”
arap coğrafyacı ve tarihçi el-makdis (muhammed bin ahmet şemseddin el-mukaddesi) kutsal kenti böyle tanımlamıştı.
paris, londra, viyana, petersburg, münih, berlin, roma gibi şaşaalı avrupa kentleri daha köy bile değilken dünyanın iki semavi dini burada ortaya çıkmıştı. dinler tarihi konusunda önemi bir yana, lut gölü ve şeria nehri’ne olan konumundan, doğu akdeniz’e olan uzaklığından dolayı ilk insan yerleşimleri hususunda da önem arz etmişti. uzun tarihi boyunca, kudüs, iki defa yok edildi, 23 defa işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarıldı.
islam’a göre hz. muhammed, 10 sene sonra miraç'a kudüs’ten çıkmıştı. dahası kubbetüs sahra, kenti islamiyet için önemli hale getiren bir şeydi. bir islam mabedi olan kubbetüs sahra tapınak alanına 7. yüzyıl sonlarında inşa edilmişti ve yine tapınak avlusunda yaklaşık aynı dönemde yapılmış olan mescid-i aksa bulunmaktaydı.
museviliğe göre israil kralı davud, kudüs’ü birleşik israil krallığı’nın başkenti olarak inşa etmiş ve oğlu kral süleyman, ilk tapınağı şehrin içinde kurmuştu. ilk tapınak babil kralı nebukadnezar tarafından yerle bir edilmiş ve yahudi sakinler, babil ülkesinin dört bir yanına kudüs’e dönüşleri yasaklanmak üzere dağıtılmıştı. bunu değiştiren pers imparatoru kiros (büyük kiros) olmuştu. tapınağın yeniden inşasına büyük kiros izin vermiş ve büyük darius da onaylamıştı. yaklaşık 500 yıl sonra ikinci tapınak, m.ö. 20 yılında kral herod tarafından yeniden tamir ettirilmiş ve daha sonra romalılar tarafından m.s. 70 yılında tahrip edilmişti.
rivayet olunur ki, doğu seferinde titus flavius vespasianus, kudüs kuşatması sırasında tapınakta bulunan kutsal emanetlerin askerleri tarafından yağmasını önleyemez. o gün kudüs’teki katliama bizzat tanık olan tarihçi josephus, “çarmıha gerilen insanlardan sokaklarda yürünecek yer kalmadığını” aktarır. kudüs tapınağının altın kapıları romalılarca eritilir, din adamları öldürülür, tapınaktaki kutsal emanetler tahrip edilir.
yahudiler ise tanrı’nın laneti olarak vespasianus’un beynine parazit olarak bir sinek girdiğini, öldüğünde imparatorun beyni açılınca hekimlerin güvercin iriliğinde bir sinekle karşılaştığına inanırlar (babylonian talmud).
hıristiyanlar ise kudüs’e hem eski ahit tarihiyle ilgili hem de isa’nın hayatındaki öneminden dolayı, saygı gösterir. yeni ahit’e göre, isa, doğumun hemen sonra kudüs’e getirildi ve büyüdüğünde ikinci tapınağı temizledi. bazı din adamları isa’nın son akşam yemeğinin kudüs’te olması ve isa’nın çarmıha gerildiği, golgotha da hristiyanlar için önemli alanlar arasındadır. adından da anlaşılacağı gibi golgotha’nın bulunduğu yerde günümüzde kutsal kabir kilisesi vardır ve hristiyanlar için bu kilise hac alanıdır. isa kudüs’te çarmıha gerilmişti. yeni ahit’e göre çarmıha gerildiği gün yağmur yağmış, cüzzamlılar iyileşmiş ve yağmur, ıslattığı herkese bereket getirmişti.
bu yüzden örneğin araplar, kudüs’e “şehirlerin şehri” der. romalıların “aelia capitolina” (filistin ismini de bu bölgeye romalılar vermiştir); yahudilerin “yeruşalim” (yardım ve bilgi) dediği yerdir kudüs. yahudilikte aşağı yukarı 3000 yıl, hristiyanlıkta 2000 yıl ve islam’da ise 1400 yıl civarında kutsaldır. yani kudüs, bugün birçoğunuzun inandığı dinlerin kendisi kadar kadim bir kenttir. biz türkler ise memlük, eyyubi vb. gibi devletleri saymazsak, 1516-17 yavuz'un orta doğu seferleri sonucunda tanıştık.
işte benim bu yazıda anlatacağım, kudüs’ü kaybedişimizin hem askeri, hem de siyasi öyküsüdür (9 aralık 1917).
cemal paşa, 4. ordu komutanlığı ve mısır kuvve-i seferiyesi’nin komutanlığına atandığında, istanbul’da kendisini yolcu eden enver paşa’ya, “düşman kanaldan ancak cesedimi çiğneyerek geçebilir!” demişti.
ne var ki, 1914 senesinde denenen ilk kanal taarruzu, bu hedefin gerçekçi olmadığını türk-alman karargahına göstermişti. almanların da baskısıyla ingilizlerin baskı altında tutulması gerektiğini söyleyen ve işi bir “gurur meselesi” haline getiren alman albay kreß von kresstein’e cemal paşa, “madem muvaffak olma ümidi kalmamıştır, sadece gurur için kuvve-i seferiye’yi mahvetmem!” diyerek cevap vermişti.
ancak istanbul’daki harbiye nezareti, ikinci bir taarruz için gerekli emirleri 4. ordu’ya yollamıştı bile.
kısaca anlatacak olursak
britanya güçleri sekiz aylık zorlu bir çarpışmalar dizisinin ardından ardından osmanlı kuvvetlerini sina yarımadası'ndan püskürtmüşlerdi. britanya'nın bir sonraki hedefi filistin içlerine doğru ilerleyerek mezopotamya ve arap yarımadası'ndaki osmanlı güçlerinin arasındaki bağlantıyı kesmekti. bunun için ilk adım gazze'nin ele geçirilmesiydi. kudüs’ün kaybı da tam olarak burada başlayacak, ancak ingilizlerin güney filistin’de harekatları sona erdiğinde imparatorluk, asırlardır elinde tuttuğu hicaz, mekke, medine gibi kentlerle de bağlantısını kaybedecekti. öncelikle kanal seferinden sonra ingilizlerin bizi nasıl “evdeki bulgurdan ettiğine” bir bakalım. mısır’ı alacağız diye başlattığımız şey nasıl birdenbire başta kudüs olmak üzere, bütün orta doğu'ya mal oldu? kendimizi falih rıfkı’nın deyişiyle “kudüssüz, şamsız ve bağdatsız”, anadolu’nun kapılarını güç bela savunurken bulduk?
birinci ve ikinci gazze muharebeleri
1916 yılında mısır'daki ingiliz imparatorluk gücü önce gelibolu tümenlerinin geri dönüşü, sonra da bazı yedek ve süvari birliklerinin buraya getirilmesiyle ciddi ölçüde artış gösterdi. bu kuvvet 1916 sonbaharının sonlarında demiryollarını el ariş'e doğru hızla daha doğuya uzattı. bu durum türkleri 16 aralık'ta el ariş'i terk ederek eski sınırdaki hanyunus-el hafir hattına çekilmeye mecbur bıraktı. ne var ki cemal paşa, enver paşa kress ile görüşerek daha da geriye çekilmeye ve gazze ile birüssebi arasında bir savunma hattı oluşturmaya karar verdi. türk 4. ordusu şubat ayında çekilmeye başlayarak mart ortalarında yeni savunma hattında mevzilere girdi. ilkbahar aylarında cemal paşa yeni takviyeler de aldı: 3. süvari tümeni (kafkasya bölgesinden) ve 16. piyade tümeni (trakya'dan). cemal paşa'nın elinde politik açıdan hassas kudüs ile uzun kıyı hattını korumak üzere üç tümen daha bulunmaktaydı. 30 kilometre uzunluğundaki gazze-birüssebi hattında 4. ordunun etkin asker mevcudu yaklaşık 18.000 kişiydi.
ingilizler 26 mart sabahı hücuma geçtiler ve piyadelerini gazze üzerine sürerken süvarileriyle de kenti kuşatacak kısa bir çevirme manevrası tasarladılar ve neredeyse başarılı oldular. günün sonunda gazze hemen hemen tümüyle kuşatılmıştı. ancak, iyi mevzilenmiş olan türkler ingilizlerin art arda gelen hücumları karşısında mevzilerini korudular ve çekilmeyi reddettiler. 4. ordu, 3. ve 16. piyade tümenleriyle karşı taarruza geçti. 3. süvari tümeni de savaş bölgesine intikalini tamamladı ve birüssebi'ye gitme emri aldı. ertesi gün ingilizler çekilmeye başladılar. bu, türklerin zor savuşturdukları bir tehlikeydi ve zaferi yine sağlam bir savunma ve şiddetli karşı taarruzlar yaparak elde etmişlerdi. türk zayiatı 300'den az ölü, 750 yaralı ve 600 kayıptı. ingiliz kayıpları 4000 civarındaydı. zaferin kazanılmasından sonra von kress bir karşı taarruza geçilmesini istedi ama cemal paşa bunu reddetti.
birinci gazze muharebesi olarak adlandırılan mart 1917 muharebesi, bu harekât alanında tayin edici oldu. bu muharebe bölgeye büyük güçler sevk etmeden türk hatlarını geçmek için ingilizlerin elindeki iyi fırsattı. gazze-birüssebi hattı cephe ile kudüs arasındaki en iyi doğal savunma hattıydı. gazze kenti akdeniz kıyısında, birüssebi ise engebeli yehuda dağları’nın eteğindeydi. hat gerek önemi, gerekse de coğrafyası itibariyle 2. dünya savaşı'ndaki, montgomery ve rommel’in düellosu el-alameyn'e benziyordu. birinci gazze muharebesi'nde üç tam kadrolu ingiliz piyade tümeni ile iki tam kadrolu imparatorluk süvari tümeni eksik kadrolu üç türk piyade tümeni tarafından durdurulmuştu. bu, türkler için kusursuz bir başarıydı ve onlara 4. orduyu takviye edecek zamanı kazandırdı.
ingilizler sonunda filistin'e yedi piyade tümeni ile dört süvari tümeni getireceklerdi. ikinci gazze muharebesi 17 nisan 1917 tarihinde başladı ve üç gün sürdü. cemal paşa 53. piyade tümenini ileri sürdü., bu tümen fevkalade eksik kadroluydu ve savunmaya yaklaşık 2000 tüfekle katkıda bulundu. ingilizler de bu sırada ek bir piyade tümeni ile yeni süvari birlikleri getirmişlerdi. ingilizler yeni topçu bataryalarının yanı sıra tarihte ilk kez çöle birkaç tank ile gaz mermileri getirdiler. muharebe potansiyelinin ibresi hâlâ ingilizlerin lehineydi; ancak türkler de boş durmamışlar ve hatlarının derinliğini ve enini uzatmışlardı. ayrıca çölün havasından dolayı gaz, batı cephesinde kullanımına farklı olarak burada pek bir işe yaramadı.
ingilizler bu kez donanma ateşiyle de desteklenerek gazze yakınlarındaki türk siperlerine doğrudan hücumlar yaptılar ve iki gün sonra, yaklaşık 6500 kayıp verdikten sonra, hücumlarına son verdiler. türkler bu muharebede öncekinden daha fazla zayiat vermişlerdi ve toplam kayıpları 2000 kişiyi bulmuştu. ama gazze'yi de hâlâ ellerinde tutuyorlardı. cemal paşa ingilizlerin sekiz tankından üçünü türk siperlerinde bıraktıklarını rapor etti. nisan ayı hâlâ sağlam türk hatlarıyla ve 4. ordunun giderek artan iyimserlik duygusuyla sona erdi.
mayıs 1917'de, 4. ordu, ikisi gazze-birüssebi hattında bulunan beş kolordu şeklinde örgütlendi. 4. ordunun toplam personel ve malzeme sayısı aşağıdaki gibiydi:
174.908 asker, 36.225 hayvan, 5351 deve, 145.840 tüfek, 187 makineli tüfek ve 282 top.
doğal olarak, bu kuvvetin önemli bölümleri kıyı boyunca dağılmış ve ayrıca arabistan'ı korumakla görevlendirilmişti. gazze hattında ingilizlerin karşısında 3., 7. ve 53. piyade tümenlerinden oluşan 22. kolordu ile 16. ve 54. piyade tümenlerinden oluşan 20. kolordu bulunmaktaydı. ayrıca yine ingilizlerin karşısında ordu emrinde 3. süvari tümeni ile 178. piyade alayı bulunmaktaydı. türkler bu birliklerle savunma hatlarını geliştirmeye devam ettiler. temmuz ayında 4. ordunun gücü 151.742 tüfek, 354 makineli tüfek ve 330 topa (kaydedilen en üst seviyeye) çıkmıştı. ne var ki savunma hatları da genişlemiş, şimdi, vaha kenti olan birüssebi'yi neredeyse çevrelemiş ve aralıksız olarak 50 kilometre kadar uzamıştı. karşıdaki imparatorluk kuvvetlerinin de güçlerini artırmalarına rağmen türkler (özellikle enver paşa) iyimserdi.
önemle kaydedilmesi gereken bir diğer nokta daha var ki, o da general edmund allenby’nin 1917 haziran ayında komutanlığa atanarak imparatorluk gücüne önemli bir katkı sağlamasıydı. allenby aynı yılın sonraki aylarında hücuma geçince, amansız ve inatçı olduğunu gösterecekti. allenby 1917 yazını, gazze-birüssebi hattını yarmayı amaçlayan büyük taarruzunun hazırlıklarıyla geçirdi.
üçüncü gazze muharebesi
yıldırım ordular grubu savaş öncesinde son tertiplenmesinde gazze-birüssebi hattını yan yana mevzilenmiş iki ordu gazze'yi tutmakta olan von kr ile tuttu. sağ kanata von kress komutasındaki 8. ordu, 22. kolordu (gazze civarında sıkı bir şekilde tahkim edilmiş mevzilerde bulunan 3. ve 53. piyade tümenleri) ile 20. kolordu'dan (doğuya, çöle doğru uzanan bir hattı tutan 26. ve 54. piyade tümenleri) oluşmaktaydı. 7. ordu türk sol kanadını ve büyük öneme sahip olan birüssebi vaha kasabasını tutuyordu. mustafa kemal paşa tarafından komuta edilen bu ordu hattı 16. piyade tümeni ile, birüssebi'yi ise (27. piyade tümeni ile 3. süvari tümeninden oluşan) 3. kolordu ile tutuyordu. 28 ekim'de 24. piyade tümeni gelmiş ve 16. piyade tümeninin gerisinde ihtiyata alınmıştı. 19. piyade tümeni ise hatlarının 20 kilometre kadar gerisinde trenden inerek toplanmaktaydı. türkler bir süredir hücumu bekliyorlardı ve ingiliz hazırlıklarının farkındaydılar. yıldırım ordular grubu, savunma planlaması yaparken, eski 4. ordu planlarını aynen almıştı. savunma iyi hazırlanmış bir plana göre yerleştirilmişti ve siperlere girmiş türk askerlerine ve karşı taarruzlara dayanıyordu. savunmanın kilidi gazze ve birüssebi kasabalarıydı. her ikisi de çepeçevre savunma anlayışı içinde hemen hemen tümüyle siperlerle çevrilmişlerdi. birüssebi'deki çok önemli mevziler 4400 tüfek, 60 makineli tüfek ve 28 topla savunuluyordu. ingiliz ölçülerine göre bu yaklaşık bir tugaylık bir kuvvetti.
allenby'nin hücumu 31 ekim 1917 günü şafakla başladı ve en azından taktik seviyede bazı türk birliklerini baskına uğrattı. iki tam ingiliz kolordusu kuyuların bulunduğu birüssebi üzerine muazzam bir hücuma geçtiler. 20. ingiliz kolordusu batıdan hücuma geçti ve süvari kolordusu birüssebi'deki türk 3. kolordusu'nu doğudan kuşatarak hücuma geçti. iç içe halkalar halindeki muharebe bütün gün devam etti ve nihayet avustralya hafif süvarileri türk savunmasının tam ortasına doğru başarılı bir süvari hücumu icra ettiler. bu ingiliz ve imparatorluk süvarileri için muhteşem bir andı. bununla beraber birüssebi savunması kırıldı ve türkler çekilmeye başladılar. cepheden gelen raporlar ordu kurmay başkanını o kadar rahatsız etti ki kötü haberleri doğrulamak için bizzat ileri hatlara gitti. birüssebi'nin tek günde kaybı yıldırım ordular grup komutanı ile karargahını şaşkınlığa uğratmıştı. bununla birlikte birüssebi'nin hemen kuzeyinde derhal bir savunma hattı oluşturulmasını emretti ve meşhur 19.piyade tümenini bu hattın tekrar tutulması için ileri sürdü.
ertesi gün allenby, gazze'deki türk sağ kanadını üç ingiliz piyade tümeninden oluşan bir kolorduyla vurdu. türkler gazze'yi yaklaşık 8000 tüfekle savunuyorlar ama 116 top ile çok iyi bir şekilde destekleniyorlardı. ingilizler kara topçu ve donanma atışlarının koordineli bir bombardımanıyla taarruzlarını açtılar. türkler denizden çok yoğun bir topçu bombardımanına maruz kaldı. 1 ve 2 kasım'da 53. ve 7.türk piyade tümenleri hattın büyük bölümünü tutmaya ve yerel olarak başarılı karşı taarruzlar icra etmeye muvaffak oldular. ingilizlerin iyi mevzilenmiş türklerin sadece en sağ kanadına (denize bitişik alanda) çok sınırlı bir şekilde ilerlemeleri dikkat çekiciydi. ayrıca çanakkale'de karşımıza çıkan 57. alay, üçüncü gazze muharebesinde de kahramanlıklar gösterdi.
allenby, türk ihtiyatlarının çoğunu kanatlara sürdürdükten sonra, 6 kasım'da kuvvetlerini kaydırarak merkezden taarruza geçti. şaşırtıcı bir ilerleme kaydetti ve süvarisinin yarılan türk hatlarından geçerek gazze'yi kuşatması emrini verdi. allenby sayı ve ateş gücü açısından çok zayıf olan türklerin tamamen çökmesini ve süvari tümenlerinin onları imha edinceye kadar kovalamasını bekliyordu. yanıldı.
falkenhayn zaten yitirilmiş olan taktik durumun zaten yitirilmiş olan taktik vaziyetin tekrar düzeltilmesine çalışıldığı taktirde yıldırım ordularının imha olacağını anladı. bunun yerine 7. ve 8.ordulara savaşarak, 10 km kadar geride oluşturulan yeni bir savunma hattına çekilmelerini emretti. bu, her koşul altında tehlikeli bir manevraydı. von kress ve mustafa kemal çok büyük bir ustalıkla kuvvetlerini muharebeden çekip gereken yerlere küçük artçılar bıraktılar. daha büyük kuvvetler geri çekilirken bu hattı tutan artçı birlikler önemli kayıplar verdi ve hareketin çoğu gece yapıldı. bu son derece çetin koşullarda türkler de çok sayıda esir vermişlerdi. türk 3.süvari tümeni 7.ordunun sol kanadını perdeledi. şimdi ingilizlerin cephenin ortasındaki ve kıyıdaki ana taarruzu gayet belirgin olarak görülüyordu ve 8.ordu ingilizlerin kitlesel takipleri sonucunda kontrolü ve birliklerin dağılmadan intikalini çok zorlukla sağlayabiliyordu. 9 kasım'da 8.ordu 20 km kadar geriye sürülmüş olmakla birlikte 7.ordu hemen hemen bir karış toprak bile yitirmemişti. ve son derece ustaca bir çekilme sürmekteydi. yıldırım ordularının karargahı kudüs'e, 7.ordu'nun karargahı ise beytüllahim'e çekildi.
kudüs harekatı
allenby aman vermeden takibini sürdürü ve 11 kasım tarihinde von kress'in 8. ordusunu daha da geri itti. hücum kıyı boyunca devam etti ve şimdi fevzi paşa'nın komutasına geçmiş olan 7.ordunun cenahını hücuma açık hale getirdi. kuşatılmaktan çekinen fevzi paşa, çekilmeye karar verdi. süvarisini bir perdeleme gücü olarak kullanarak dağınık piyade birliklerini kudüs etrafında daha sıkı bir tertiplenme içine aldı. 19 ve 21 kasım tarihleri arasında ingilizler tekrar mihverlerini kaydırarak kudüs'e doğru doğu istikametinde taarruz ettiler. 25 kasım 1917 günü von kress, 3. ve 7. piyade tümenleri ile bir karşı taarruzla ingilizleri geri sürdü ve kıyı boyunca taktik durumu düzeltti. ertesi hafta boyunca ingilizler esas çabalarını kudüs'ü alma yönünde yoğunlaştırdılar ama fevzi paşa'nın 7.ordusu onları durdurdu. 20.kolordunun 53 ve 27.piyade tümenleri ağır darbeler altında büyük kayıplara uğradılar. aralık ayının ilk yedi günü boyunca fevzi paşa'nın 20.kolordusu dayandı. ne var ki 7 aralık akşamı ingilizler kutsal kentin dış mahallelerine yaklaşmışlardı. o gece yıpranmış fakat taktik bütünlüğü bozulmamış olan 20.kolordu kudüs'ün 4 km doğusundaki savunma mevzilerine çekildi. 9 aralık günü allenby kente girdi.
1917 yılının 31 ekim ile 1 aralık tarihleri arasında 8.ordu'nun zayiatı şu şekildeydi:
59 subay ve 1336 asker ölü, 158 subay ve 2823 asker yaralı, 81 subay ve 5.500 asker esir, 89 subay ve 1281 asker ise kayıp.
kasım sonlarında yoklamalar ordu saflarında 310 subay ve 11380 asker kaldığını göstermekteydi. 1 aralık günü, 8.ordu eylül 1914'ten beri filistin'de muharip komutanı freiherr von kress'i kaybetti. şimdi tuğgeneral (brigadegeneral) olan von kress görevden azledilmiş ve yerine cevat paşa geçmişti.
ingiliz taarruzları 13 aralık'tan 17'sine kadar devam etti. 2. kafkas süvari tümeni 15 aralık'ta filistin'e geldi ve 22.kolordu'nun arkasında ihtiyata girdi. 3. süvari alayı da hattan çekilerek 16 aralık'ta 54. piyade tümeni arkasında ihtiyata yerleştirildi. 1.piyade tümeni kafkaslar'dan gelerek nablus'ta ihtiyatta tutuldu. ingilizler kraliyet donanmasının destek ateşini kullanabilecekleri kıyı boyunca küçük kazanımlar elde ettler. 26 aralık'ta ingilizler kıyıda yafa'nın 15 km kuzeyine gelmişler ve bu arada 8. ve 7. orduları arasında tehlikeli bir boşluk genişlemeye başlamıştı. bereket versin, 3. süvari tümeni bu boşluğu perdelemekte ve iki ordu arasındaki irtibatı temin etmekteydi. 27 aralık günü 2. kafkas süvari tümeni kararlı bir karşı taarruza girişerek kıyıdaki durumu düzeltti. yeni yıl gelirken türkler yıpranmış fakat batıda akdeniz ile doğuda lut gölü arasında sağlam bir hat tesis etmeyi başarmışlardı. 31 ekim'de gazze-birüssebi hattında muharebeye başlayan her türk piyade tümeni hala bütünlüğünü muhafaza ediyor ve bazıları kadro olarak gitgide küçülmüş olsa da savaşıyordu.
her ne kadar araplar tarafından sürekli kesilse ve taciz edilse de türkler hala ölü deniz şeria ırmağı tarafından perdelenen dera-medine demiryolunu muhafaza ediyorlardı kuzeyde cemal paşa'nın 9 ve 12. kolorduları hala dört tümenle doğu akdeniz kıyılarını koruyorlardı. 1917 yılı sona ererken allenby'nin taarruzu da sona erdi. yorgun olan ve zayıf bir lojistik destekle yaşayan ordusu operasyonlarını durdurdu. yıpranan türkler yeni bir soluklanma süresi kazandılar. dahası londra, allenby'e artık türkleri kuzeyi itmek yerine kesin bir imha istediğine dair baskı yapıyordu.
31 ekim'den başlayarak 31 aralık'a kadar süren operasyon yıldırım ordular grubunun her iki ordusu için de ağır kayıplarla geçmişti.
7. ordu toplam 110 subay 1886 askerini ölü, 213 subay ve 5488 askerini yaralı vermiş; 80 subay ve 393 asker esir düşerken, 183 subay ve 4200 asker kayıp listesine geçmişti.
8.ordu ingilizler tarafından daha ağır kayıplara uğratılmış olup, 70 subay ve 1472 asker ölmüş, 118 subay ve 3100 kadar asker yaralanmışken, 95 subay ve 5814 asker esir düşmüş ; 97 subay ve 4877 asker ise kaybolmuştu.
yıldırım ordularının toplam zayiatı 25.000 civarı askere tekabül ediyordu. her ne kadar bu sayı yüksek görünse de, allenby de 18.000'den fazla askerini yitirmişti. ingiliz tarihçi cyrill falls'ın sözleriyle,
"onun (allenby) piyadede bire ikiden fazla, süvaride ise bire sekizlik bir üstünlüğe sahip olduğu düşünülürse başarısızın pek parlak olmadığı anlaşılır. gerçekte bu, tepelik, kayalık ülkede türk birliklerini savunma mevzilerinden atmak zor ve fazla zayiatlı bir işti."
falls'ın verdiği pay, allenby'nin muazzam topçu üstünlüğü ve yığılan devasa lojistik desteği hesaba katmadığı gibi, kraliyet donanmasının sağladığı avantaja da atıfta bulunmamaktadır. bütün bu etkenler bir arada düşünüldüğünde türklerin bu saldırıdan sonra hala ayakta kalmaları son derece dikkat çekicidir. gerçekten de sadece bunu atlamakla kalmamışlar fakat muharip tümenleri muharebeyi sürdürmek için düzenli bir şekilde ricat etmeyi de başarmışlardı. sonuçta, türklerin çok yoğun ingiliz baskısı altında savaşarak çekilmeleri büyük bir başarı olarak görülebilir. allenby'nin asıl başarısı ise 1918 eylül ayında türk ordularını birkaç günde imha ettiği ve bir ay içerisinde suriye-anadolu sınırına kadar ilerlediği nablus meydan muharebesiydi:
kudüs'te türk idaresinin son saatlerinde neler yaşandığına değinmeden önce filistin'in kaybının suriye ve batı arabistan'a etkilerinden de söz etmek isterim.
burada arap isyanına biraz değinelim
herkesin bildiği üzere şerif hüseyin ayaklanmış, hicaz, mezopotamya en etkin olmak üzere lawrence ve oğlu faysal, sahadaki durumu sevk ve idare etmek üzere rol oynarken kendisi arap isyanının politik kanadını teşkil etmişti. peki araplar neden isyan etti?
aslında pek dillendirilmez, ancak "peygamber kavmi" olduğu gerekçesiyle osmanlı'da araplara kavm-i necip denirdi. sırf araplar oluşturulan surre alayları bile vardı. surre-i hümâyûn alayı veya surre alayı, osmanlı imparatorluğu'nda surre emini adıyla bilinen bir kurumdu. istanbul'dan mekke ve medine'ye yardımları ve armağanları götürmüş olan ve sadece araplardan oluşan bir askeri güçtü. surre-i hümâyûn alayı, istanbul'dan törenle uğurlanırdı.
arapça surre hükümdar tarafından mekke’ye gönderilen paralar ve armağanlar ve farsça homayun kutlu veya padişah ile ilgili anlamındadır. arapların bu kimliği nasıl benimsediğini mustafa kemal'in şam'da sürgünde görev yaptığı sırada şu anısından anlayabiliriz.
"...bir arap binbaşısının 'kavm-i necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında türklük şuuruna erdim. onda gördüm ve kuvvetle duydum. ondan sonra türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. benim hayatta yegane fahrim, servetim, türklükten başka bir şey değildir..." şam, 1906.
esasen türk kaynaklarından okuduğumuzda araplara dair pek iyi şeylerle karşılaşmayız. ancak tarih yazıcılığına dair böyle zamanlarda tarafların savaşın sebep olduğu milli duygular hasebiyle hem araplar hem de türkler geçerli olmak üzere tarafsız olması beklenemezdi galiba.
bugün cemal paşa, filistin ve suriye'de "tiran, kasap" gibi lakaplarla tanınır. yaptığı çok sert uygulamalardan tutun da araplar tarafından kendisinin "kadın düşkünü olduğu, yahudi ve arap kadınlarından her birini gecelik olarak koynuna aldığı" gibi aşağılık ithamlar, bugün suriye'de cemal paşa ile birlikte anılan şeylerdir. ve hatta bir arap tarihçi, cemal paşa'nın verdiği, alman-türk subayların katıldığı suarelerde "alman subaylarına eşleri eşlik ederken, türk zabitlerine elli kadar yahudi fahişe eşlik ediyordu." gibisinden aşağılık yalanlar atacak kadar ileri gitmiştir.
aşağılık ve fanatik iftiraları saymazsak, araplara karşı yapılanların doğruluk payı var mıdır? abartıldığını düşünmekle birlikte falih rıfkı atay'ın bize aktardığı kadarıyla o dönem arap aydınlarını şam ve kudüs'te sallandırdığı, ayrılıkçı fikirleri en sert biçimde cezalandırdığını biliyoruz. örneğin nablus sonrasında osmanlı ordusunda ihanet eden bazı asker kaçağı arap askerlerin şam boşaltılmadan önce tren istasyonunda asıldığı ve cesetlerinin şam ahalisine bırakıldığı da kayıtlara geçmiştir. bir diğer mesele ise osmanlı ordusu'nun son dönemlerinde tıpkı imparatorluğun mozaiğinde olduğu gibi, kozmopolit bir yapıya bürünmesiydi. öyle ki bugün suriye'nin (baas ve esad iktidarından bağımsız olarak) milli "kahramanlarından" yusuf el-azma, harbiye'de ve harp akademisinde eğitim görmüş bir arap-osmanlı subayıydı. 1920-40 arasında suriyelilerin fransızlara karşı yürüttüğü savaşta ideolojik temeli sağlayan ibrahim hananu, istanbul üniversitesi hukuk fakültesi'nde (mekteb-i hukuk-i sultani) okumuş, daha sonra tahsiline harp okulunda devam etmiş ve hatta ittihat ve terakki cemiyetine üye olarak 31 mart vak'asında hareket ordusunda görev almıştı.
birinci dünya savaşı patladığında daha sonra arap milliyetçiliğinin "milli kahramanı" haline gelecek bu kişiler, savaş patladığında saf değiştirip arap isyanına iştirak etmişlerdi. keza sadece suriye'de değil, filistin'de de benzeri olaylar vuku bulmuştu. osmanlı ordusu'nun birinci dünya harbindeki rolü askeri bir bakış açısıyla yorumlanırken gözden kaçırılan şey, orduda zaman zaman ölü, yaralı ve kayıpların sayısını bile aşan muazzam seviyedeki firar olayları ve asker kaçaklarıydı. bunda da osmanlı ordusunda görev yapan bazı ayrılıkçı kimselerin büyük rolü vardır.
şöyle ki, osmanlılar'da fatih'ten beri süregelen mutlakıyetçi (absolutism) anlayış, zaman içerisinde bozuldukça "eşrafçılık" meselesi ortaya çıkmıştı. bu durum, osmanlı bürokrasisinin imparatorluğun buhranlar yaşadığı zamanlarda içine düştüğü vahim durumu gözler önüne seriyordu. osmanlılar, bir bölgeyi elde tutmanın yolunun bölgenin ileri gelenlerini elde tutmaktan geçtiğini düşünüyordu. anadolu'da bu "eşraf", genellikle rüşvet ve yolsuzluktan (denetleyen de olmayınca) kendine servet edinmiş ve yerel kuvvetleri (aslında serseriler grubu ve ayak takımı) ile kendi gestapolarını kurmuş ailelerden oluşurken araplarda, geleneksel aileler istanbul tarafından kontrol ediliyordu. aslında, osmanlı idaresini temsilen orta doğu'da bürokrasiye hakim olanlar büyük ölçüde bu "eşraf" takımıydı. ki, anadolu’da bazı “aşiretlerin” kütüğüne bakarsanız, birçok aşiretin servetinin osmanlı zamanından kaldığını görürsünüz. doğuda bu aşiretlerin kurucuları da genellikle mültezimlerdir. koca imparatorluk bürokrasisi buna dayanıyordu işte son zamanlara doğru, kendi besleyip büyüttüğü “eşraflara”!
örneğin kudüs'te el-hüseyni ailesi, arap isyanına katılarak bu eşrafçılık olayının çöküşünü ispatlamıştı. tıpkı hananu, el-azma gibi sonradan kudüs müftüsü olacak ve yahudi göçüne karşı arapları örgütlemeye çalışacak olan hacı emin el-hüseyni de istanbul'da harbiye'de okumuş ve hatta harp akademisini bitirerek kurmay subay olmuştu. gelibolu'da görev almış, daha sonra ise geçmişte abdülhamit'e olan yakınlığından dolayı anadolu'da geri hizmette aktif görevden uzak tutulmuş ve daha sonra kudüs'e dönmüştü. kendisi bugün filistin'de yahudiler tarafından nefret edilen, araplar tarafından ise kahramanlaştırılan bir kişidir. haganah'a karşı görev yapmış, yahudi milli yurdu meselesini önlemek için ikinci dünya savaşı yıllarında hitler ve nazilerle bile görüşmüş, bizzat berlin'e gitmişti (1933). nazileri ve kendisini birleştiren anti-semitizm olmuş ve hatta "handschar" denilen müslümanlardan oluşan 13.waffen ss dağ tümeni'nin kuruluşunda önemli rol oynamıştı. ölünce vasiyeti üzerine kudüs'e defnedilmek istendiyse de, israil buna şiddetle karşı çıkmıştı.
neyse konuyu dağıtmadan lafı burada falih rıfkı'ya bırakıyorum:
"yusuf hani, boğazına ip takıldığı zaman bile ölmekte olduğuna güç inananlardan biriydi.
şık, zengin, keyfi yerinde, yazı avrupa'da kışı beyrut'ta geçiren suriyelilerden biriydi. savaş başlayınca erken davranamadığı için beyrut'ta kalmıştı. yusuf hani, milliyetçi olduğu için türk düşmanı değildi. türk düşmanlığı moda olduğu için öyle görülüyordu. takındığı bu sıfat boynundaki kravattan daha önemsizdi.
bir gün kumar masasında yusuf hani'ye bir kağıt getirip imzalatmışlardı. divan-ı harp imzaladığı bu evrakın bağımsızlık beyannamesi olduğunu kendisine anlatıncaya kadar, yusuf hani'ye ne imzalattığını bilmiyordu. aman diyordu, 'beni bırakınız! zenginim, güzel bir karım ve çocuğum var. oyundan ve zevkten başka bir şey peşinden koşanlardan değilim. bu benim imzam olabilir. fakat nasıl anlatayım, imzamı bir poker fişi gibi atıvermişim!'
beyrut'ta cemal paşa, evinin merdivenlerinden inerken güzel ve siyahlar giymiş bir kadın, yanında çocuğu ile kendini karşılamıştı. çocuk elindeki çiçek demetini kumandanın (cemal paşa) ayağı altına atarak,'babamı (yusuf hani) bağışlayınız!' diyordu.
kumandanın o gün gözlerinin yaşardığını ve titreyen çenesini güç tuttuğunu görmüştüm. çünkü bu siyahlı kadın, evine dönerken, meydanın bir köşesinde, sevdiği kocasının soğumuş beyaz cesedini görecekti." falih rıfkı atay, zeytindağı.
arap kaynaklarının çok ağır ithamlarından öte, türk kaynağı kabul edebileceğimiz falih rıfkı'nın (cemal paşa'nın ordu kumandanlığı süresince özel kalem sekreterliğini yapmıştı) falih rıfkı atay, cemal paşa ve cemal paşa döneminden önce suriye-filistin vilayetlerinde jön türkler ve abdülhamid'in arapların ayrılıkçı faaliyetlerine karşı aldığı sert önlemlerden bahseder. falih rıfkı'yı ise t.e lawrence, "bilgeliğin yedi sütunu" (gerilla harbi klasiklerindendir, arapları anlamak için de tavsiye edilir) eserinde doğrular. bu, arap isyanının birinci dünya savaşına yakın çıkmasını açıklar. zira araplar, ingilizleri kendilerini "turanilerden kurtaracak dostlar ve müttefikler" olarak görmüşlerdi. birinci dünya savaşının patlamasına yakın istanbul'un orta doğu'da aldığı sert önlemler de arap isyanını alevlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. ingilizler ise arapları kullanmaktan öte orta doğu'da harb-i umumi'den evvel de çıkan ufak tefek ayaklanmaları faysal ve lawrence önderliğinde komuta birliğine kavuşturmuştu.
bu arada arapların da savaş esnasında yaptığı işlediği iğrenç savaş suçları vardı. bunların başında kafası kesilen türk askerleri, hastanelerde bağırsakları deşilen yaralılar, taşlanarak öldürülen türk askerleri bu savaş suçlarından bazılarıydı.
dahası, arap isyanının esasen örneğin yunan isyanı'ndan pek farkı yoktu. imparatorluklar ve her türlü kozmopolit siyasi yapılanmanın sonu, 1795'te ihtilal fransa'sının yayınladığı " insan ve vatandaş hakları demeci"nde açıkça ilan ediliyordu.
(bkz: self determination)
(bkz: ulus devlet)
keza arapların kurtarıcısı ingiliz ve fransızlar da değildi. osmanlı idaresinin sonrasında yaklaşık 400 senedir bir devlet bilinçleri olmayan arap devletlerinde önce mandater yönetimler sonucu türk nefretinin yerini ingiliz-fransız nefreti alacak, mandater yönetimlerin sonucunda haşimoğulları'nın monarşileri önce suriye, daha sonra ırak'ta darbelerle devrilecek, darbelerin izlediği bir dönem, saddam ve hafız esad'ın gelişiyle baas'ın sert istikrarına kavuşsa da, takdiriniz ki bu dönemde suriye ve ırak'ın vaziyeti göz önüne alındığında pek uzun sürmeyecektir. arap dünyasının bu durumu için arap isyanını anlamak şarttır. arap isyanı ve hatta suriye ve ırak'ın durumu hakkındaysa sayfalarca sosyolojik tespitler yazılabilir. o yüzden bu yazıda arap isyanından uzun uzun söz etmeyeceğim, vakit olursa başka bir entry'nin konusu olsun...
dahası batı idaresi, orta doğu'ya şimdiye değin uğraştıkları en büyük sorunu da hediye etmişti: israil ve siyonizm.
(bkz: balfour deklarasyonu)
Siyonizm: Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketidir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı adı verilen topraklardır.
konumuza dönecek olursak
1917'ye gelindiğinde arap isyanı tüm hızıyla sürüyordu. esasen dera-medine demiryolunu kesmek üzere eylem yapan dört büyük silahlı arap çetesi vardı.
kuzey'de akabe'yi üs olarak kullanan prens faysal 25 ocak ve 23 temmuz tarihlerinde garnizon kentleri olan tefile ve fulye'ye karşı büyük ölçekli akınlar yaptı. daha güneyde emir ali, tebük'e, abdullah da el ala'a karşı harekat yaparken şerif hüseyin de tahkimli medine kentine saldırdı. bu arap çetelerinin çoğu üç veya dört bin kişiden müteşekkildi. araplar her ne kadar ellerinde herhangi bir arazi parçası tutamıyorlarsa da (buna teşebbüs de etmiyorlardı) güneye uzanan demiryolu ve telgraf hatlarını birçok kez kesebiliyorlardı. bu akınlar sıkıntı vermekle beraber, askeri açıdan o kadar da önemli sonuçlar yaratmıyordu. bununla birlikte, güneye, medine'ye giden ulaştırma hatlarını korumak için giderek daha fazla asker görevlendirilmekteydi.
cemal paşa'nın 4. ordusu, filistin cephesinin kontrolünü yitirdikten sonra, suriye ve batı arabistan'ın kontrolünü elinde tuttu. bu, 4.ordu harekat bölgesinin çok büyük ve tersine çevrilmiş bir "l" harfi biçimini almasına yol açtı. bu alan kuzeyde suriye'yi içine aldıktan sonra lut gölü'nün ve şeria nehri'nin doğu kıyısına ve nihayet güneyde medine'ye ulaşıyordu. 4. ordu karargahı ise şam'da idi.
cemal paşa, karargahı dera'da bulunan 8. kolordu karargahını, 700 km'den fazla demiryolu boyunca uzanıp yayılan bu devasa alanın korunmasıyla yükümlü kıldı. 8. kolordunun elinde bu işi yapabilecek önemli kuvvetler vardı. kolordu dera yakınlarına bir piyade tugayı, amman'a 48.piyade tümenini yerleştirerek, birer tümen eşdeğerinde olan 1 ve 2. kuvve-i mürettebe'yi demiryolu boyunca yaydıktan sonra 58.piyade tümenini de el ala ve hedye'de konuşlandırdı. medine, kenti sıkıca tahkim etmiş bulunan hicaz kuvve-i seferiyesi tarafından muhafaza ediliyordu.
cemal paşa'nın elindeki diğer birlik olan 12.kolordu uzun akdeniz kıyısını ve anadolu'dan suriye'ye giden hayati ulaşım yollarını korumakla görevliydi. 12. kolordu 43. piyade tümenini beyrut yakınlarına, 41. piyade tümenini antakya ve iskenderun yakınlarına yerleştirdi. 44. piyade tümeni osmaniye geçidini koruyor ve 23.piyade tümeni de adana ve mersin'de bulunuyordu. bu, sadece hiçbir zaman gelmeyecek olan bir çıkarmayı gözlemek için kenara ayrılamayacak derecede büyük bir güçtü. ancak türklerin bu konuda yapabilecekleri bir şey yoktu ve bu bölgede savaşın sonuna kadar büyük kuvvetler bulundurdular.
işte kudüs harekatı ile nablus arasındaki zaman diliminde cephenin vaziyeti bu şekildeydi.
peki ya kudüs'te türk idaresinin son saatlerinde neler yaşanmıştı?
belediye başkanının teslim olma teşebbüsü
25 kasım'da allenby, kutsal kentin hemen dışındaki nabi samuel'i ele geçirdi. almanlar ne yapacaklarını bilemiyordu. daha sonradan, ikinci dünya harbi yıllarında hitler ile ayrı düşerek ankara büyükelçiliğine de atanacak olan franz von papen, "kudüs'ün tahliyesi için falkenhayn'a yalvardım- şehrin bir stratejik önemi yok. daha sonra şehir saldırıya uğradığında bunun yüzünden biz suçlandık!" diye anılarına yazmıştı. falkenhayn ise "benden tüm dünyanın dikkatinin üzerinde olduğu şehri tahliye etmemi istiyorsun, mümkün değil!" diyerek cevap vermişti. papen, bağlantılarını kullanarak istanbul'daki alman büyükelçisine ulaştı ve oda enver paşa ile bu konuda görüşeceğine söz verdi.
ingiliz uçakları augusta victoria'daki alman karargahını bombalıyordu. falkenhayn da papen'in aktardığı üzere imparator kayzer wilhelm'in augusta victoria'daki portresini alarak sonunda şehri terk etti ve karargahını nablus'a taşıdı. ingiliz, türk ve alman uçakları arasında kudüs üzerinde kısa süre hava çarpışmaları da yaşanıyordu. kudüs'ün düşmesine yakın türk kuvvetleri de son direnişlerini gerçekleştiriyorlardı. üç kez nabi samuel'e karşı saldırı düzenlediler ; şiddetli çarpışmalar dört gün sürdü. 4 aralık'ta ingiliz uçakları rus yerleşimindeki, osmanlı karargâhını bombaladı. fast otel'deki alman subayları şehri terk etmek için son hazırlıklarını yaparken üstte bahsettiğim el-hüseyni ailesi de konaklarında gizlice toplandı. bu arada kudüs sokakları şehri tahliye etmeye çalışan türk-alman subay ve askerlerden, cepheden gelen yaralı ve ölülerden geçilmiyordu.
7 aralık akşamı ingiliz öncü birlikleri kudüs'ü çıplak gözle görebiliyordu. ertesi sabah vali izzet bey, telgraf cihazlarını tahrip ettirip teslimiyet emrini belediye başkanı'na verdi ve eriha'ya doğru yola çıktı. o gece binlerce osmanlı askeri de şehri terk etti. ayın 9'unda sabaha karşı 3'te almanlar, kont ballobar'ın "muhteşem güzellikte bir gün" olarak tarif ettiği zamanda şehirden ayrıldı. son türk, aziz stephen kapısı'nı sabah saat 7'de terk etmişti. tesadüfen de yahudilerin "yeniden adama bayramı" olan hanuka bayramının ilk günüydü.. bayram, kudüs'ün makkabiler tarafından kurtarılmasının kutlandığı ışık bayramıydı. asayişsiz ortamı fırsat bilen yağmacılar da yafa kapısı civarındaki dükkanları yağmalıyorlardı. saat 8.45'te ingilizler siyon kapısı'na (arapça bab harat al-yahud) yaklaştılar.
kudüs belediye başkanı, udî vasıf'ın patronu hüseyni, kolonicilerin kutlamak için alleulia ilahisini söylediği, amerikan kolonisi'ne koştu. başkan, beyaz bayrak aradı. bir kadın ona beyaz bir gömlek teklif etti ama bunu uygun görmediğinden hüseyni, amerikan kolonisi'nden bir yatak çarşafı alıp bir süpürgeye bağladı ve içinde el-hüseyni ailesinden birçok kişinin bulunduğu kudüs eşrafının önde gelenlerinden oluşan bir heyet toplayıp atına bindi ve teslim olmak için elinde çarşaftan yaptığı beyaz bayrak ile yafa kapısı'na doğru yola çıktı. bu beyaz bayrak
kudüs'ün teslimi şaşırtıcı şekilde çok zor oldu. ilk olarak başkan arap köyü lifta'nın kuzeybatısında bir ingiliz keşif kolu buldu. ancak ingiliz keşifçileri bunu ciddiye almadı.
daha sonra hüseyni başkanlığında heyet, saygıdeğer bir yahudi ailesinin oğlu olan menache elyashar'a denk geldi. hüseyni, çocuğa "hiç unutamayacağın bir tarihi olaya şahit ol." dedi. bir yahudiyi de heyete katan hüseyni, elyashar ile birlikte kalabalığa arkasına kattı. nihayet anlaşabilecekleri ingilizlerle karşılaşan heyet, londra bölüğünden bir çavuşun dur ihtarıyla durdular. hüseyni beyaz bayrağı salladı. çavuş james sedgewick ve fred hucombe onları teslim almayı reddedip, "içinizde ingilizce bilen yok mu?" diye sordu. hüseyni akıcı bir ingilizceye sahipti ama bunu daha kıdemli ingilizlere saklamaya karar verdi. ama askerler başkan ve adamlarına katıldı ve amerikan kolonisi'ndeki bir isveçli onların fotoğrafını çekti ve verilen sigaraları da kabul ettiler. bu olay ayrıca ingiliz askeri tarihinin en ironik olaylarından biri kabul edilir. bildiğiniz gibi, üçüncü haçlı seferinde bir ingiliz kralı olan birinci richard plantagenet (aslanyürekli richard) bile kudüs'ü alamamıştır. oysa iki tane çavuş, kudüs'ü teslim ettikleri halde almayı reddetmektedir.
ayrıca hüseyni'nin çarşaftan yaptığı beyaz bayrak, bugün hala imparatorluk savaşı müzesi'nde (imperial war museum) sergilenir. londra'ya yolunuz düşerse müzeyi ziyaret edip bayrağı görün. yahudilerin , müslümanların, romalıların, babillilerin, ingiliz, fransız, alman ve her türlü batılı halkın haçlı seferleriyle uğruna oluk oluk kan akıttığı belki de cesetler üzerinde yükselen ve asla fatihine kendisini altın tepside sunmayan kudüs, bir çarşaftan yapılma bir beyaz "bayrak" ile teslim edilmişti. tarafsız olmak ne mümkün! yahudilere sayıp söven ve kudüs'ü "milli bir mesele" haline getirmiş araplarla birlikte hala ümmetçilik davası güdenlerin bizzat londra'da bu bayrağı görmelerini isterdim açıkçası. araplar, arkasından ağladıkları kudüs'ü bir çarşafla teslim etmişlerdi!
kudüslülerin daha sonra denk geldiği iki topçu subayı da onları teslim almayı reddetti ama sonra onları karargaha götürdüler. başkanın daha sonra denk geldiği yarbay bayley, bu teklifi 180.tugay komutanı tuğgeneral c.f watson'a iletti. o da 160.tümen komutanı tümgeneral john shea'ya durumu bildirdi. davud kulesi'nin basamaklarında bekleyen hüseyni ve heyeti, hep bir ağızdan "geldiler!" diye bağırdı. amerikalı bertha spafford, generalin üzengisine davrandı. shea teslimi general allenby adına kabul etti, allenby ise tarihin cilvesi mi bilinmez, bu haberi yafa yakınlarındaki çadırında yüzbaşı lawrence (arabistanlı) ile konuşurken aldı.
allenby'nin kudüs'e girişi
general allenby'nin ingiliz ordusundaki lakabı "boğa" idi. yafa kapısı'na doğru giderken kudüs kırsalında topçu atışları duyuluyor, zeytin dağı'ndan hala silah sesleri yükseliyordu. allenby, hatıratında o kudüs'e girerken çantasında lloyd george tarafından hediye edilen, george adam smith tarafından yazılmış "kutsal toprakların tarihi coğrafyası" adında bir kitap olduğundan söz ediyordu. (allenby in palestine: the middle east correspondence of field marshal viscount allenby, june 1917-october 1919)
ingiltere'de ise whitehall çok mutluydu. birkaç gün sonra lloyd george,
"kudüs'ün ele geçirilmesinin tüm medeni dünya üzerinde büyük etkisi olmuştur. asırlarca süren şiddetli ve nafile mücadelenin ardından dünyanın en ünlü şehri ingiliz ordusunun eline geçmiştir ve onu hıristiyanlığın ordularına karşı başarıyla savunanların eline bir daha asla geçmeyecektir. her tepesinin ismi hafızalarımızda mukaddes anıları canlandırmaktadır." diyecekti.
bu arada allenby'nin girdiği yafa kapısı, osmanlı idaresi boyunca “babu’l-halil”/“hazreti ibrahim kapısı” olarak anılan, batı’nın da “yafa kapısı” diye bildiği kapıydı. tam 19 sene önce alman imparatoru kayser wilhelm de kudüs'e yafa kapısı'ndan girmişti (1898). kudüslüler, yafa kapısı'nın hz davut döneminden beri ayakta olduğuna inanır. araplar ise bu kapıya "el-halil kapısı" derler. kudüs'ün yedi kapısından belki de en meşhuru bu kapıydı.
dışişleri bakanı, allenby'e telgraf çekerek şehre girerken "kayzer gibi gösterişli ya da isa gibi iddialı" olmaması konusunda onu uyardı: "attan inmenizi şiddetle tavsiye ediyorum!"
general kapıdan "saygı göstergesi olarak" yürüyerek geçti, amerikalı, italyan ve fransız elçiler ona eşlik ediyordu ve patrikler, hahamlar, müftüler de izlemek için toplanmıştı. kudüs belediye başkanı şehri kendisine "sevinç gözyaşları" ile ağlayarak teslim etti. hatta bazı şairler allenby'e kasideler okuyordu. allenby'nin isminin telaffuzuna ithafen (elınbi), "en-nebi" (kurtarıcı) diyerek tezahürat ediyorlardı. allenby kente girdikten sonra askeri tören, ikindi vaktine kadar sürdü (11 aralık 1917).
bu arada bedevi kıyafeti giyen lawrence o gün bir yüzbaşının üniformasını ödünç aldı. bilgeliğin yedi sütunu'nda (seven pillars of wisdom)
"benim için yafa kapısı'ndaki merasime davet edilmem savaşın en yüce anıydı. tarihi nedenlerle benim için dünya üzerindeki her şeyden daha önemliydi." diye yazmış, allenby'i de överek ondan "tam hayran olunacak bir adam" diye söz etmişti.
allenby, daha sonra kudüs halkına bizzat "kutsanmış kudüs" bildirisini okudu. bildiri daha sonra fransızca, arapça, ibranice, yunanca, rusça ve italyanca olarak tekrarlandı. her ne kadar bununla ilgili somut bir şeye ulaşılamamış olsa da belediye başkanı hüseyni, allenby'e şehrin anahtarlarını teslim ederken allenby'nin "haçlı seferleri şimdi sona erdi" dediği rivayet edilir. aynı hikayenin şam ele geçirildiğinde selahattin eyyubi'nin türbesinde geçen versiyonları da vardır.
bununla beraber olaylar sırasında kudüs'te bulunan amerikalı bertha spafford, "bizler son haçlı seferinin zaferine şahit olduğumuzu düşündük. hristiyan bir ülke filistin'i ele geçirdi!" diyordu. allenby daha sonra yafa kapısı'ndan çıktı ve aracına bindi. lawrence ise "kudüs bizi coşkuyla karşıladı, çok etkileyiciydi!" diye yazdı ama şehri terk etmek istemeyen küçük türk asker grupları da hala çarpışmayı sürdürüyordu. zeytin dağı ve kudüs kırsalında bu askerler, kudüs için ölen son türklerdi.
lawrence, daha sonra kitabında general shea'nın karargahında bir öğle yemeği verildiğini ama bunun da kudüs'ü paylaşmak için fransız teklifini getiren picot yüzünden yarım kaldığını anlatır. allenby'e şöyle demişti: "...yarın bu şehirde sivil bir hükümet kurmak için gereken adımları atacağım."
allenby'nin ise lawrence'a cevabı sert oldu: "tek yetkili başkomutandır yüzbaşı, yani ben!"
lawrence, görevine devam etmek üzere faysal'a ve onun deve birliği'ne katılmak için geri döndü. fransız ve italyanlara, kutsal kabir'deki nöbet görevlerini paylaşma izni verildi. allenby ise hintli müslüman askerleri tapınak dağı'nda nöbetçi olarak yerleştirdi.
türk kuvvetleri ise 400 seneden sonra daha da kuzeye, suriye ve anadolu'yu savunmak üzere çekilirken arkalarında tapınak dağı'nı, kubbet'üs sahra'yı, kutsal kabir kilisesi'ni bırakarak ihanete uğramış, acılı ve üzüntülü bir şekilde kudüs'ü son defa seyrediyorlardı.
kudüs mutasarrıfı izzet bey de ingilizlere teslim etmek üzere el-hüseyni'ye kudüs'ü teslim ettiğini bildiren bir mektup verir:
"şehrin görmüş olduğu kuşatmanın ağırlığı, ve bu güzel diyarın ağır toplarınızdan çektiği zarar yüzünden, ve dahası ölümcül top mermilerinizin ve bombalarınızın kutsal yerlere isabet edeceğine olan korkumuzdan ötürü bu şehri size hüseyin el hüseyni eliyle teslim etmek zorunda kaldık. bizlerin burayı beş yüz yıldan uzun süredir koruduğumuz gibi sizin de korumaya devam etmesini ümit ediyoruz." - kudüs mutasarrıfı izzet bey
kudüs'te 401 senelik türk idaresi sona ermişti.