Carl Gustav Jung'un Hitler, Mussolini ve Stalin İçin Koyduğu Aydınlatıcı Teşhisler

İsviçreli psikiyatr Jung'un (1875-1961) tespitlerine hak vermeden edemeyeceksiniz.
Carl Gustav Jung'un Hitler, Mussolini ve Stalin İçin Koyduğu Aydınlatıcı Teşhisler

1938, ekim. ikinci dünya savaşı’nın başlamasına daha 11 ay var, ama avrupa’nın her köşesi yaklaşan fırtınanın ayak sesleriyle çınlıyor. faşizm ve nazizm, bir canavar gibi hırıltılarını duyuruyor, büyük bir saldırıya hazırlanıyor. işte tam da bu günlerde, ünlü savaş muhabiri h.r. knickerbocker, carl gustav jung’un zürih-küsnacht’taki muayenehanesine gidiyor. orada, dünyanın en büyük ruhbilimcilerinden biriyle, diktatörlerin psikolojisi üzerine konuşuyor. bu söyleşi, 1939’da “diktatörlere teşhis koymak” başlığıyla yayınlanacak ve jung’un öngörüleri, tahlilleri, günümüzle çarpıcı benzerlikleriyle dikkat çekecek. uzun röportajdan öne çıkanları jung’un ağzından aktarıyorum.

Hubert Renfro Knickerbocker (1898–1949)

“hitler, mussolini ve stalin’i bir odaya kapatsanız, bir hafta sonra ne bulursunuz? ekmeği ve suyu kim ele geçirir? paylaşırlar mı? hayır, paylaşacaklarını sanmıyorum. hitler, ekmeği kendine saklar, kavgaya karışmazdı. çünkü arkasında alman halkı olmadan çaresiz kalırdı. mussolini ve stalin ise şef pozisyonunu bilek gücüyle kazandılar. muhtemelen ekmeği ve suyu ele geçirmek için birbirlerine girerlerdi. stalin, daha güçlü ve çetin olduğu için kazanan o olurdu.”

“ilkel toplumlarda iki tip lider vardır: fiziksel olarak güçlü olan şef ve gücünü insanların ona atfettiği inançtan alan şifacı. mussolini, fiziksel gücüyle öne çıkan bir şef. bedeni kaslarla örülü, rakiplerinden daha kuvvetli. stalin de aynı kategoride, ama yaratıcı değil. lenin yaratıcıydı, stalin ise onun yarattıklarını yıktı. stalin bir fatih, yıkıcı, ama yaratıcı değil.”

“hitler ise tamamen farklı. onun gücü fiziksel değil, mistik. hitler bir şifacı, bir kâhin. gözlerinde olağanüstü bir bakış var, rüyayı andıran bir görüntüsü. nazi devleti’ne “üçüncü reich” demeleri boşuna değil. bu isim, almanların bilinçaltındaki hristiyani hiyerarşiyi çağrıştırıyor. hitler, alman halkının bilinçaltının aynası. onların sessiz fısıltılarını duyuyor, onların duygularını yüksek sesle haykırıyor.”

“almanlar, birinci dünya savaşı’ndaki yenilgiden sonra bir aşağılık kompleksi geliştirdi. hitler, bu kompleksi dillendiren ilk kişi oldu. onun gücü siyasetten değil, sihirden geliyor. bilinçaltı, zihnimizin kontrol edemediğimiz kısmı. hitler, bilinçaltıyla alışılmamış bir temas halinde. iç sesini dinliyor, ona itaat ediyor. bu ses, 78 milyon almanın bilinçaltının sesi. hitler, bu sesin peşinden gidiyor.”

“mussolini daha insani bir figür. bedensel enerjisi, esnekliği, sıcaklığı var. onunla yan yanayken kendinizi evinizde hissedersiniz. ama hitler’le yan yanayken korkarsınız. çünkü karşınızda bir insan değil, bir kolektif var. hitler, bir milletin somutlaşmış hali. onun tek bir arkadaşı bile yok. bir milletle nasıl samimi olunur ki?”

“stalin tam bir kabadayı. lenin’in yarattıklarını yıktı, kendi iktidarını kurdu. onun gücü kişisel hırsından geliyor. stalin, bir çara dönüştü. rusya’yı yönetiyor, ama kendisini rusya’yla özdeşleştirmiyor. onun amacı, kişisel iktidarını korumak.”

jung’un hakkında fikirlerini beyan ettiği bu diktatörler bize ne anlatıyor?

jung’un dediği gibi, “zamanın ruhu”nu anlamak zorundayız. bu ruh, bugün de aramızda dolaşıyor. diktatörler, toplumların bilinçaltındaki korkuları, arzuları, kompleksleri temsil eder. onlar, bir milletin kolektif bilinçdışının ürünüdür. bugün de benzer dinamikler işliyor. jung’un aynası, bize kendi yüzümüzü gösteriyor.

jung, çocukluğunda birinci dünya savaşı’nı tüm şiddetiyle yaşayan paranoyak bir hastasına “yere yat, güvende olacaksın” dediğini söylüyor. belki de bu, demokrasinin de ihtiyaç duyduğu bir tavsiye. fırtına estiğinde, yere yatmak, güvende kalmak. çünkü diktatörlük rüzgârları her zaman esebilir. ve biz, o rüzgârlara karşı dimdik durmak yerine, bazen yere yatıp güvende kalmayı bilmeliyiz.