Büyük Ülkenin, Halkın Gücü ve Devletin Gücü Eşit Oranda İlerlediği Takdirde Oluşması
teknolojik kurumsal şirketlerin ilerleme ve teknoloji geliştirme hızının aslında bir ülkenin toplumsal ilerleyebilme becerisinin iz düşümü olması durumu ufuk açıcıdır.
daron acemoğlu'nun dar koridor adlı kitabını henüz okumadım fakat bilkent üniversitesi'nde verdiği konferansta kullandığı şu grafiği anlamlı bulmakla birlikte fazlasıyla statik buldum:
bana kalırsa dar koridor olarak kullandığı bu gelişime açıklık aralığı aslında kendi etrafında 360 derece döndürülerek dar koridor terimi yerine dar tünel kavramı kullanılabilir.
öncelikle kendisinin açıkladığı şekliyle grafiği ele almaya çalışayım
son derece mantıklı bir şekilde devletin gücü ile toplumun gücü arasında bir denge kurulmadıkça bir ülkenin toplam gücünün artamayacağını belirtiyor ki son derece haklı bir durumdur. mesela, devletin aşırı güçlü olduğu bir toplum içinde kapsayıcı büyümenin ilerlemesi mümkün değildir. çünkü devletin topluma göre çok güçlü olması toplam ekonomik büyüklükte devletin payının artması ve devletin kendine bağlı sermayedarlar grubunu oluşturması sonucunu doğurur.
çünkü devletten bağımsız bir sermayedar grubunun güçlenmesi bizzat devletin varlığına karşı bir tehdittir. aslında uzun vadede tehdit değildir ama kısa vadede toplumun güçlenmesini devlet kendi varlığına karşı bir tehdit olarak algılar.
öte yandan, toplumun devlete karşı aşırı güçlü olduğu örnekler ise tarihte örneğine belki de roma'nın yıkılışı sonrasındaki avrupa döneminde çok sık rastlanmıştır. bir toplumun ilerlemesi için elzem olan güvenlik, sağlık ve eğitim hizmetlerinin bir devlet tarafında vergi alınarak finanse edilmesi gerekir. öte yandan, kültür ve adetler bu tarz bir yapının kurularak gelişmesi karşısında bir direnç gösterebilirler. mesela, bilimsel ilerlemeye karşılık olarak kilisenin uzun yıllar boyunca dünya'nın düz olduğunu ve/veya güneş'in dünya'nın çevresinde döndüğünü iddia etmesi buna bir örnek olarak verilebilir.
3 boyutlu olduğunu öne sürdüğüm bu grafiğin üçüncü ekseni ise gelir dağılımı bozukluğunun yol açtığı servet birikiminden kaynaklanan toplumsal güçteki asimetridir. bu asimetri servet birikiminin kültür ve davranış üzerinde yarattığı farklılığın yıllar içinde süregelmiş bir fonksiyonudur. servet biriktirilirken refahın tabana yayılma şekli üzerinden, ki bunda hem serveti ortaya çıkaran durumun hem de vergilendirme politikalarının bir rolü olduğu muhakkaktır, toplumun gücünde bir değişim yaratır.
bu değişim bazı ülkelerin toplumsal yapısına, özellikle de türkiye gibi hiyerarşinin baskın olduğu toplumlarda, beklenenden daha az yansır. çünkü devletin gücü ile toplumun gücü arasında keskin bıçak gibi ayrım değil girift bir yapı vardır. refahın tabana yayılmasına izin veren yapı için toplumsal güçteki dönüşümler biraz daha kolay gerçekleşir, bir başka deyişle dar tünelin daha geniş bir alana yayılmasına ön ayak olur.
gelişmiş ülkelerde ise bu eksende ileriye doğru gittikçe tünel daralır çünkü refahı her ne kadar tabana yayabilseniz de, kapitalizmin doğası gereği daha yavaş ve daha az toplumsal asimetri yaratacak toplumun gücü ekseninde yine de birtakım farklılıklar ortaya çıkacaktır. şöyle ki, miras sistemi nedeniyle birtakım servet dağılımı farklılıkları toplumsal katmanlarda, refahın tabana yayılma hızı arttıkça daha yavaş ve daha az toplumsal tepki yaratacak şekilde gelişir ama yine de gelişir.
servet dağılımı toplumun tepkilerinde birtakım farklılıkları yarattıkça da bir yekûn olarak devletin ve toplumun gelişimi için izin verilen aralık daralır. dolayısıyla refahı tabana yayma hızınızla ters orantılı olarak bu eksende aslında üç boyutlu hareket edersiniz ve refahı tabana yayma hızınız düşükse tünel daha hızlı daralır.
fakat tünelin daralma hızı, yalnızca servet dağılımındaki farklılıkların değil bu farklılıkların kültürde yaratacağı değişimin de bir fonksiyonudur. yani tarihten günümüze kadar gini katsayılarını yıl bazlı çizerek altında kalacak olan alana bakarak bunu yorumlamak gibi bir hataya düşülmemelidir. elde son 100 yıla ait veri olsa, gini katsayısının zamana göre türevine bakarak toplumun gücündeki asimetrinin bize söyleyebileceği şeyler daha kıymetli olabilirdi.
mesela abd ekonomisine baktığımızda görürüz ki kapitalizmin merkezi olan bu ülkede döngüler halinde bir büyüme-kriz-küçülme-toparlanma evreleri vardır. ekonomi politikasının iki aracından biri olan para politikasına araç bağımsızlığı verme ihtiyacı biraz da bundan hasıl olmuştur. çünkü maliye politikasında ve ekonomi politik sistemde değişiklik yaratmak kolay bir iş değildir. hele hele senato ve kongrenin istişare ederek kanun değiştirme gibi konuları görüşmeye dalması durumunda aksiyon alma süreci çok yavaşlar.
halbuki para politikası böyle değildir. fed fomc bir toplanır ve çat diye faiz ve/veya tahvil alım/satım programına başladığını açıklar, önce finansal piyasalar ve ardından da reel sektör buna tepki verir. fakat refahın tabana yayılamama hızına da bağlı olarak zamanda ileriye gittikçe bu işi sadece para politikasıyla çözebilmek için giderek daha yüksek bir tepki frekansına sahip bir para politikası tepki fonksiyonuna sahip olmak gerekecektir. aksi halde kapitalizmdeki büyüme-kriz-küçülme-toparlanma dalgasının dalga boyu küçülürken, genliği aşırı hızlı bir şekilde artarak dengesizlikler yaratır.
refahın tabana yayılma hızı nedir?
en basit tanımıyla devletin vergi politikalarının düzeyinin bir fonksiyonudur. sizden alınan verginin hangi aşamalardan geçerek devlet tarafından harcandığı refahın geleceğini belirler ve temelinde bir ekonominin verimliliğini tek başına belirler. mesela aselsan'dan alınan kurumlar vergisinin, inşaat sektörüne mi yoksa katma değerli üretim yapacak sektörlere mi harcanacağı bir refah yayılma hızı göstergesidir.
yıllar içinde refahın tabana yayılma hızının gelişimini ise bir ülkedeki vergilerin içinde dolaysız/dolaylı vergi oranına bakarak anlayabiliriz. bu oran yükseldikçe refahın tabana yayılma hızı yükselmiştir diyebiliriz. düştükçe ise refahın tabana yayılma hızı yavaşlayarak toplumsal tepkilerde asimetri yaratılmasına neden olur ve gelir ve servet dağılımı bozuklukları daha hızlı büyür. bu tip ekonomilerde vergi politikası üzerinden gerçekleştirilen kaynak transferi, mesela yüklü asgari ücret zamları, refah transferi yaratamaz ve gelir dağılımı sürekli bozulmaya devam eder.
bu ana kadar yazdıklarımı toparlamam gerekirse
1) yazının başındaki bağlantıda verdiğim grafik oldukça faydalı olmakla beraber iki değil üç boyutlu ele alınmalı ve üçüncü eksen servet ve gelir dağılımı bozukluğunun bütünleşik bir fonksiyonu olmalıdır. bu nedenle de, iki boyutlu koridor yerine üç boyutlu tünel olarak isimlendirmek istedim.
2) refahın tabana yayılma hızı toplumun gücünü artırırken toplumun tepkilerindeki asimetriyi de azaltır. ama her parasal harekette olduğu gibi refahın tabana yayılma hızı ile yayılamama hızı toplamı birdir. birikerek ilerleyen bu tabana yayılamama hızı toplumun tepkilerinde bir asimetri yaratır.
3) bu asimetrinin yönetimini devleti güçlendirerek yapmak ilk tercihtir ama sizi koridorun daha doğrusu tünelin dışına çıkarır. tünelin dışına çıktığınızda ise ya geri gidersiniz, ya da yerinizde sayarsınız.
genel çerçeveyi çizdiğimize göre, bu tüneli türkiye ölçeğinde yeniden ele alalım
daha önce ekşi sözlük'te defalarca yazdım. türkiye, nitelikli sermayesi kıt ama nitelikli emeği cumhuriyet sayesinde yabana atılamayacak kadar yüksek bir ülkedir. bu durumun nedenlerini daha önceki bir yazımda ele almıştım:
emek ve sermaye kavramları ülkemizde ne yazık ki ağırlıkla sol kesim tarafından ele alındığı için bu kavramı kullananlara kuşkuyla bakılıyor, malum toplumsal kutuplaşma. bu noktada mustafa kemal atatürk'ün kadınlar hakkında söylediği bir sözü kullanarak bir analoji yapmak isterim.
insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
kadın ve erkek yerine emek ve sermayeyi ama nitelikli emek ve nitelikli sermayeyi koyarak bu cümleyi yeniden kurgulayabiliriz. bu kısmı ekleme amacım sadece emek ve sermayenin çatışmasını değil ortak çıkarda buluşmasını ortaya koymaktır. yani tez-antitez-kaos yerine tez-antitez-sentez idi.
sermaye niteliksiz emek nitelikli olduğunda bir topluluk ancak ve ancak belli bir noktaya kadar bu eksende ilerleyebiliyor çünkü nitelikli sermayeye dönüşemeden nitelikli emek düzeyinde kalmış olan kesimin insanlığın bilgi birikiminin giderek arttığı bir çağda bilgi üretim hızı gittikçe yavaşlıyor. buna ek olarak nitelikli emek ile niteliksiz emek arasındaki gelir düzeyi farkı ise gittikçe artmaya başlıyor. çünkü bilgi üretimi düştüğünde, devletin vergi politikaları bunun aksine çalışsa bile refahın tabana yayılma hızı kendiliğinden bir cam tavan yaratıyor ama türkiye'de vergi politikaları zaten bunun aksine de çalışmadığından dolayı bu cam tavan giderek aşağı iniyor ve biz de bunu giderek artan dolaylı vergilerin toplam içindeki ağırlığından anlayabiliyoruz.
başta da dediğim gibi refah tabana tam olarak yayılamadan, yani nitelikli sermaye gelişimi de sağlanamadan, emek düzeyinde sert bir ivmeyle gerçekleşen gelir ve servet dağılımındaki bu uçurum türkiye'de toplumun gücünü zayıflatmaktan ziyade toplumun gücünde birtakım asimetriler yaratmıştır.
baştaki grafiğe yeniden dönelim ve kendimize şu soruyu soralım: türkiye'de devlet mi daha güçlüdür yoksa toplum mu?
ekşi sözlük gibi ortalama yazar profilinin nitelikli emeğe daha yakın olduğunu düşündüğüm bir ortamda her yazar muhtemelen devlet daha güçlüdür diyecektir. bunu derken temel saikleri toplumu içinde yaşadıkları kesim olarak görmeleri olacaktır.
oysaki benim cevabım ikisi de değildir. türkiye'de en güçlü olan şey hiyerarşidir. devlet bu hiyerarşinin tepesindedir fakat bu, devletin toplumdan daha güçlü olduğu sonucunu doğurmaz. yıllardan beri süregelen nitelikli sermayesiz ortam sonucunda nitelikli emek ile niteliksiz emek arasındaki makas daha sert açılmıştır.
hiyerarşiyi bireysel bazda ele alacak olursak, nitelikli emek mensubu olarak bu niteliksiz emek kesimine göre ben daha üst konumdayım. bu bizi tayfun atay'ın öne sürdüğü kültürel iktidar kavramına getirir. muhafazakar cenahı kızdıracaktır ama türkiye'de muhafazakar kesim hiçbir zaman kültürel iktidarı ele geçirememiştir çünkü yarattıkları sermayedarlar, kahir ekseriyeti inşaat, baştan aşağı niteliksizdir ve bu yaratıyı parasal genişleme yapan fed'e ve nitelikli emek sahibi kesime borçludurlar.
bu yüzden ekonomik hiyerarşide ben yaratılan niteliksiz sermayenin altında olsam da, kültürel hiyerarşide niteliksiz sermayedarların da üzerinde konumlanıyorum, tabii benim gibi birçok nitelikli emek sahibi ile birlikte.
devlet ise daha farklı bir konumda yer alıyor. devlet bu hiyerarşinin tepesinde ve fakat asimetrik bir şekilde konumlanmıştır. bu asimetri toplumun gücündeki asimetrinin demokratik seçimlerin yapıldığı bir ülkede olan yansımasıdır. devlet asimetrik olarak duruyor çünkü devlet aygıtı yöneticilerinin ait oldukları sosyal sınıf kültürel iktidarın dışında demografik iktidarın tam göbeğinde konumlanıyor.
burada da, devletin bana ve benim gibilere verdiği kültürel iktidarı elde tutmama rağmen bu iktidarın ekonomiye tahvili niteliksiz sermaye gruplarının oluşmasına verilen öncelik nedeniyle sekteye uğrayarak özel tüketim vergisi gibi kalemlerin gelişimine yol açıyor. nitelikli sermaye yokluğunda refah tabana yayılamıyor ama vergi politikaları neticesinde gelir refah yaratamadan transfer ediliyor.
hiyerarşi sayesinde türkiye'de toplum da devlet de oldukça güçlü görünüyor ama gücün temerküz ettiği nokta kültürel iktidarın, yani ekonominin nitelikli olan tek kesimi olan nitelikli emeğin uzağında olduğu için türkiye tünelin dışında kalmaya devam ediyor. toplumun gücünün, yani din, kültür, adet gibi kavramların devletin gücünde yarattığı asimetrik davranış ve bu devlet gücünün kullanım şekli bizi tünelin dışında bir yere sürükleyerek ekonomimizin rekabetçiliğini kaybetmesine ve ülkenin gücünü kaybetmesine neden oluyor. yani türkiye'de toplum da güçlü, devlet de güçlü ama bu güç nitelikten ve kültürel iktidardan uzak bir yerde konumlandığından dolayı o dar tünelin dışında bir yerde konumlandık.
şimdi bu durumun türk kurumsal şirketlerinde yarattığı gelişimin duraksamasına olan etkilerine gelelim
hiyerarşi bir kere toplumun yapısına işlendiği zaman içinde bulunduğunuz sosyal sınıfın bir önemi kalmaz çünkü hiyerarşi ortadan kalkmaz sadece form değiştirir. fakat daron acemoğlu'nun kullandığı bu grafik bu kez iki boyutlu haliyle kullanılabilir bir hal alacaktır, en azından teknoloji geliştirmeye çalışan kurumsal şirketler için homojen çalışan profilinde ve türkiye ölçeğinde durum budur.
takdir edersiniz ki, türkiye'de teknoloji geliştirebilen kurumsal şirket dediğinizde savunma sanayi dışında bir şey yoktur çünkü nitelikli üretim araçlarının mülkiyeti devlete aittir. hiyerarşide devletin üstte konumlanmasının tek şartı budur.
bu tarz kurumsal şirketlerde birkaç farklı tipte çalışan bulunur
bu çalışanlar sosyolojik ölçekte aynı nitelikli emek sınıfının üyesi olsalar da, insan doğası gereği hepsi birbirinden farklıdır.
1) yetenekli mühendis: yetenekli mühendisi bulmak ve yetiştirmek zor bir iştir. eğitim sisteminizin mükemmel olması ya da ortalama olması bu kişiyi bulup yetiştirmenin zorluğunu ortadan kaldırmaz. bu biraz ecnebilerin gift dediği bir özelliktir.
2) asker mühendis: her projede aynı işi sıkılmadan yapabilen mühendistir. aynı sistemin farklı projelerde yeniden modellenerek aynı işi sıkılmadan yapabilir. bol miktarda bulunabilir ama bunu yapabilmesi için önceki alt sistemin işler bir şekilde çalıştığı bir projeye ihtiyacı vardır. daha önce yapılmamış bir sistemin sorumluluğu verirse muhtemelen işi beceremeyecektir. aslında çoğu şirkette catia teknikerinden hallicedirler.
3) manipülatör mühendis: gözlemleyerek kişilerin karakter analizini başarılı bir şekilde yapabilen ve bu doğrultuda yükselmeyi arzulayan mühendistir. teknik kapasitesi sınırlı, beşeri ilişkileri güçlüdür. bu tarz şirketlerde teknik bilgi içeriği az olan yerlerde müdür/direktör pozisyonlarına kadar ilerleyebilirler.
4) kadro mühendisi: hiyerarşinin allah olduğu şirketlerde kıdem ala ala yüksek maaşa kavuşan mühendistir. yıllar önce kadroda yükselme şartları düşükken bekleye bekleye yönetsel olmayan kadrosal hiyerarşide yükselmiştir. sürekli çok çalışıyormuş izlenimi yaratır ama yaptığı işi onun aldığı maaşın yarısına aynı kalitede yapacak bir dünya mühendis kolaylıkla bulunabilir.
5) general mühendis: yetenekli ve manipülatör mühendisin nadir bir kombinasyonudur. hiyerarşiyi kabul etmiş ama zihninde esnekleştirmiştir. hiyerarşinin içinde ve dışında düşünebilir. kendi alanındaki teknik bilgisi yüksektir. bilgisinin olmadığı alanlarda teknik kararı kendisi vermekten kaçınır ama kararı kimin vereceğini de bilir çünkü mimik okuyarak kimin hangi konuda neyi ne kadar bildiğini anlayabilir. bunu yanıltacak tek durum kendini yetenekli zanneden asker mühendisin kendinden emin kararlarıdır.
baştaki grafiği iki boyutlu haliyle tekrar önümüze koyabiliriz. yatay eksene çalışanları, dikey eksene ise yönetim kurulunu oturtabiliriz. bu koridorun içinde kalma şartı özünde general mühendis ile yetenekli mühendis arasındaki ilişkiye bağlıdır. bu ilişki güçlendikçe koridorun içinde kalma ihtimali yükselir, zayıfladıkça ise düşer. şirketlerde koridorun sınırı net değildir ama orta aksa yaklaştıkça şirket daha fazla katma değer üretebilir hale gelir. özellikle alternatifsiz ve sahibinin devlet olduğu şirketlerde gerçekçi bir rekabet olmadığından dolayı düşen katma değer üretim hızı şirketin varlığına değil büyümesine bir tehdit olarak kalır.
hiyerarşik şirketlerin en büyük sorunu herkesin yönetici olmak istemesidir. bu yapı özü gereği yönetsel kadroya mühendisten daha çok maaş öder (özel sektör olmasına rağmen ücret yerine kasıtlı olarak maaş kelimesini kullandım çünkü çalışan memur olmasa da şirketin sahibi devlettir.) ama tek neden bu değildir. hiyerarşik şirketlerde yönetici olmak demek hiyerarşide yükselmek demektir. bu da güç zehirlenmesine giden yolda atılan ilk adımdır.
halbuki yöneticilik sadece katma değerin bireyler arası ilişkilerde uyumlu bir şekilde dağıtılmasını sağlayarak şirketin koridorun ana aksına yakın bir yerde durarak ilerlemesini sağlamaktan ibaret olmalıdır. tabii bunun için yöneticinin de birtakım teknik altyapıya sahip olmasını beklemek gerekir ama altyapının üretilen bilgiyi anlayacak kadar dar bir kapasitede olması kafidir.
bu noktada ege cansen'i tekrar anmakta fayda vardır. bir şirkette en yüksek ücreti yönetici kademesinin tepesindeki alırken, bir hastanede en yüksek ücreti başhekim değil, kimsenin yapamadığı ameliyatı yapabilen cerrah almaktadır. çünkü sağlık birebir kişinin hayatıyla ilgilidir ve para kolaylıkla gözden çıkarılabilir ama üretilen bilginin getirdiği katma değer bu kadar görünür bir şekilde ortada durmaz, özellikle de hiyerarşinin baskın olduğu şirketlerde yönetici körlüğü bunu görmenizi engeller.
hiyerarşinin baskınlığı kıdemin yıl olarak kendini gösterdiği ünvanlarda da bulunur
mesela,
mühendis
uzman mühendis
kıdemli uzman mühendis
lider mühendis
kıdemli lider mühendis
kıdemli lider lideri mühendis
kıdemi olan kıdemli liderler lideri mühendis
en bir kıdemli en bir lider olan mühendis
bu gerzek ünvanlar şirketlerin giderek daha keskin bir hiyerarşi içine gömülmesine yol açarlar. halbuki bugün birçok yabancı kurumsal şirkette iki adet ünvan vardır.
mühendis
şef mühendis
mühendis ünvanıyla çalışan biri eğer kimsenin yapamadığı şeyleri yapabiliyorsa, o şirketin genel müdüründen dahi daha fazla para kazanabilir ve bunun mümkün olabileceğini gören şirket çalışanları yapabilir miyim diye düşünmeden hemen yönetici olma peşinde koşmazlar zaten türkiye'deki gibi keskin bir hiyerarşik yapıları da yoktur. bizdeki kavga yönetici/müdür/direktör vs. olmak adına verildiğinden dolayı katma değerin ve bilginin üretimi tamamen tecrübesi düşük 5-10 yıl tecrübeli mühendislerin üzerine yıkılır. bu yüzden derinlemesine bilgi sahibi mühendis sayısı düşüktür. teknik kadroda kalan da, yönetici olamadığı için kaldığından dolayı istek ve motivasyonla çalışamadığı için kendini geliştirmeyi bırakır ve memur gibi çalışmaya başlar.
daha önce de dediğim gibi, bilgi ve katma değer üretiminin özü general mühendisle yetenekli mühendisin uyum içinde çalışabilmesiyle mümkündür. fakat çalışan ekseninde teknik kavrayış becerileriyle öne çıkan mühendis tehdit olarak görülebilir. bu durumda, askerler tarafından tehdit ve/veya şikayet konusu olur. bilgi üretim hızı vasatın üzerine çıkmakta zorlanır.
aslında bu karakter her ortamda vardır. çünkü zeki insanların geneli toplum içinde ciddi bir uyuşmazlık sorunu yaşarlar. çünkü sistem ortalama insana göre tasarlanmıştır. okul döneminde bu kimi zaman akran zorbalığı olarak, iş hayatında mobbing olarak kendini gösterir. yöneticinin başarısı ise vasata yakın askerleri yönetme becerisinden ziyade uyumsuz olarak kabul edilen yetenekli mühendisleri uyum içerisinde çalıştırabilmesine bağlıdır. hiyerarşinin baskın olduğu bir iş kültüründe ise bu imkansıza yakındır.
özetle
şirket içindeki başarıda genel makroekonomik seviyeye nazaran daha uyumlu bir harita çizen bu grafik üç boyutlu haliyle de bir ülkenin gelişimin neresinde olduğunu da gösterir. farklılıkları yönetebilme becerisi ise özünde bir toplumu/şirketi ileri taşıyabilecek yegane erdemdir.