Bir Yüksek Lisans Öğrencisinin Gözünden: İsveç'in İmrendiren Akademik Ortamı
yakın zamanda isveç'teki üçüncü ayımı doldurdum
genel olarak her konuda hayati kolaylaştırmaya yönelik girişimleri olan bir ülke (ya da türkiye'de zorlaştırmaya çalıştıkları için bana öyle geliyordur) ve eğitim kısmı da fark edilir ölçüde rahatlık sağlıyor. gayet keyifli bir şekilde, kendimi paralamadan yüksek lisans yapıyorum (daha önce türkiye'de de başladığım için kıyaslıyorum, aradaki fark inanılmaz). mesela tüm dersleri aynı anda almıyorsunuz (buradan türkiye’de en az 7-8 dersi bize aynı anda veren sisteme sevgiler!) mesela yüksek lisansta bir dönemde 4 ders alınacaksa aynı anda iki ders alıp 7-8 haftada onu bitiriyorsunuz, dördünü birden 15 haftaya yayıp uzatıp işkence çekmiyorsunuz, aynı anda kafanız en fazla iki dersle (ve o derslerin gereklilikleriyle) meşgul oluyor. bu dönem aldığım 3 ders var; biri tüm dönemi kapsayan 15 kredilik kapsamlı bir ders, diğer iki ders 7.5 kredilik ve birini yakın zamanda bitirdik hatta dönem sonu notu bile açıklandı, şu anda ikinci 7.5lük dersi alıyoruz. önümüzdeki dönem dört tane 7.5 kredilik ders alacağım bu şekilde.
burada eğer bir konu üzerinde çok çaba harcıyorsam bu iyi not alma ya da ders geçme kaygısıyla olmuyor
cidden konu ilgimi çektiği için ya da ileride başka bir yerde işime yarayacağını düşündüğüm için öğrenmek istiyorum. zaten buradayken derslerden kalmak için ekstra çaba sarf etmek lazım (meali: aslında hiç çaba sarf etmemek) dünyanın en salakça ödevini bile yazsanız gerekli yorumlar yapılmış, eksikleriniz ve düzeltmeniz gereken noktalar belirtilmiş şekilde geri bildirim alıyorsunuz ve aceleye getirmeden yeni bir bitiş tarihi belirleniyor, siz de "tamamlanmamış" ödevinizi tamamlıyorsunuz o geniş zamanda mesela. yine mi beceremediniz, dönem sonunda bir teslim hakkınız daha var vs vs. yani hiçbir şey teslim etmemek kalmak için tek yönteminiz olabilir.
isveç'te genel olarak bir insan ne kadar saçmalarsa saçmalasın asla yerin dibine sokulmuyor, asla aşağılanmıyor ya da terslenmiyor
aksine, ağzınızdan çıkan her zırvalık çok kıymetli bir fikirmişçesine değerlendirilip ona göre yanıtlanıyor ve bu durum derslerde de böyle. ha belki siz konuşurken birileri içinden "ne zırvalıyor bu gerzek ya uff .s.s" diyerek la havle çekiyordur onu bilemem, şahsen sınıftakileri dinlerken ben zaman zaman diyorum. ama hocalar ya da sınıf arkadaşlarınız bunu size asla yansıtmıyorlar. bazen derin bir nefes alabiliyorlar tabii, ama gözleri hala sizde oluyor, anlamaya çalışıyorlar daha çok.
eğer ingilizce konuşurken çekinen bir tipseniz asyalıların konuşmasına bakın ve bir daha düşünün. şaka bir yana hem ingilizcesi çok bozuk, hem de sordukları sorular mantıksız olan insanlar bile burada sorun yaşamıyor. "no dümb questions" felsefesi hakim ortalıkta; anlamadığınız her şeyi sormanız, takıldığınız bir noktada hocayı mutlaka durdurmanız bekleniyor. derste soramadın mı, mail at. ya da git ofis saatinde sor. teklif zaten hocalardan geliyor; ödev verdikleri zaman teslimden önce görüşme ayarlamanız konusunda ısrar ediyorlar, ya da sınavdan sonra eğer sınavı tartışmak istersen görüşme ayarlayabiliriz diyip üç farklı gündeki ofis saatlerini yolluyorlar. halihazırda tamamını yaptığınız bir ödevi teslim etmeden önce kontrol etmek için götürebiliyorsunuz yani geliştirebilmek adına. 98 alıp 2 puanı nerden kırdınız deme gıcıklığı gibi geliyor kulağa ama değil; lisansta o kadar lineer cebir dersleri alıp da anlayamadığım şeylerin mantığını, asıl uygulama alanıyla olan ilişkisini vs. buradaki uygulama sayesinde daha yeni anlayabildim. ya da mesela geçenlerde programlama modülünün hocasına gidip sırf muhabbet olsun diye gerçekten bilmiyormuşum gibi "defragmantasyon ne işe yarar" diye sordum. adam hiç garipsemedi, sadece bir kalem istedi ve çizerek bilal'e anlatır gibi anlattı canım benim. haftaya da bilgisayarımı götürüp linux kurmak istiyorum yardım et diycem mesela. (bu sefer gerçekten bilmiyorum, program koordinatörüm dedi git ona diye)
isveç'te insanların birbirine ilk ismiyle hitap etmesi çok alışılmış bir durum
şimdi kütüphaneye dekan gelse ona da adıyla seslenirim mesela (gerçi bu muhtemelen dekanı tanımadığım için de olabilir askjda) bangladeşli elemanlar da var hocalara "sır? :(" diyip duran ama bu tür bir ortamda kulak tırmalıyor. kaşmaya gerek yok yani. gerçi ben adıyla bile seslenmiyorum, direkt insanların yüzüne yüzüne konuşuyorum ve isimlerini sadece maillerde kullanıyorum. bunun nedeni gerçekten de arada belirgin bir hiyerarşinin olmaması. neden "belirgin" diyorum, evet karşındaki insan senin notunu veriyor, bir anlamda senin geleceğini belirliyor ve senden daha üstün konumda; ama daha geçenlerde bizim ödevlerden birinde bir yanlış anlaşılma oldu ve ödevi değerlendirecek olan hoca ödevleri yeniden yazıp teslim etmemizi istedi. sen misin bunu isteyen, o sakin isveçliler resmen çıldırdı ve hocayı student union'a şikayet ettiler aksjdkajf ben bir şey yapmadım zira olayın patladığı seminer grubunda değildim hatta olay esnasında uyuyordum, sonuç olarak gerçek bir türk gibi konformistliğimden ödün vermedim ve otoriteye baş kaldırmadım ama süreç öğrencilerin lehine işledi, ödevleri ufak değişikliklerle revize edip tekrar teslim ettik ve herkes güzel güzel notunu aldı. böyle bir şeyi türkiye'de hayal edebiliyor musunuz bilmiyorum, ben türkiye ortalamasına göre fersah fersah medeni bir ortamda okudum ve hocalarımızla kurduğumuz ilişkiler epey düzgündü ama yine de böyle bir şeyi hayal edemiyorum; hoca bir şeyi beğenmezse paşa paşa o şeyi baştan yaparız yani şikayet etmek nedir, edersek de birtakım şeyleri transkriptte ve seneye o dersi tekrar alırken tersten görürüz zaten.
mesela ben türkiye’deyken programlama öğrenmeye başlamışım aslında ama haberim yok, bugüne kadar benim yaptığım/bildiğim şeylerin dört işlem seviyesinde olduğunu düşünüyordum, düşündürüyordu yani öğreten hocam, ama bir yandan da bizden bir bok olmayacağını düşündüğünü de hissettiriyordu o yüzden bir noktada ısrar etmeyi bırakmıştı. şimdi burada programlama adı altında öğretilen konular arasında önceden bilmediğim çok az şey var. ama burada o yaklaşım yok, öğrencilere asla “nasıl yani, bunu önceden bilmiyor musun?” gibi bir şey söylenmiyor ya da dersi geçmek için öğretilenlerin çok çok üstüne çıkmanız beklenmiyor. yukarıda da dediğim gibi her şeyi keyfimden yapıyorum, bir tutorial izliyorsam bir makale okuyosam bir programlama dilini iyice öğrenmeye çalışıyorsam tamamen ilgimi çektiği için, yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için vs.
ha buradaki sistem çok mu mükemmel?
bence değil, hatta bunu yukarıda şikayet edilen hocayla konuştuğumuzda o da belirtti. kendisi alman, ve almanya'daki sistemde ya da kendisinin bildiği kadarıyla türkiye’de de kurallar daha sıkı ve genelde bir iş yapılırken, bir makale yazılırken vs ortada bağlı kalınan bir yapı izleniyor. isveç’te pek böyle bir şey yok, çok serbest ilerliyorlar. bu yüzden üniversite okurken sıkıntı yaşayan, beklediği sıkı düzeni bulamadığı için boşluğa düşüp bocalayan ve okulu bırakan öğrenci çok fazla. tabii okulu bırakma lüksleri olduğunu da es geçmemek lazım, eğitimini alıp kamyon şoförü olursan acayip para kazanabildiğin bir sistem var. mesela ben okulu bırakmayı düşünmüyorum ama yine de bu “serbestlik” beni bazen boğuyor: kimsenin ne kadar saçmaladığı yüzüne söylenmiyor, resmen kimsenin bir şeyi tamamen yanlış yapmasına izin verilmiyor! her şey aynı derecede önemli, her saçmalık dikkate alınmaya değer, asla bir şeyin üzeri çizilemez... bence bu çok saçma, ben hocanın önüme makale koyup “bakın millet neler yapıyo ve yayınlıyo, siz daha su basit şeyi beceremiyosunuz” dediği sistemden geldim, alışamıyorum ajsdad etnografi hocasının “ne kadar değişik bir bakış açısıyla yaklaşmışsınız, keşke bunu diğer seminer gruplarıyla da paylaşabilseydik, en ilgi çekicisi bu” demesi size doğru yolda olduğunuzu düşündürtebiliyor mesela, ama sonra o ödevden 11 üzerinden 6 aldığınızı farkettiğinizde (zaten geçme notu 5) bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyorsunuz (evet bu düzeltilmiş hali bir de). muhtemelen itiraz etsem ve tarif ederken açık değildiniz desem buna da ikinci bir tamamlama şansı gelirdi, ama etnografi o kadar iğrenç bir şey ki tekrar uğraşmak istemedim. yine bu yapı eksikliği sebebiyle isveçlilerin yazdığı makaleler genelde çok yayınlanmıyormuş (dedi alman hoca) o yüzden buraya eğitim almaya pür akademik kariyer için gelecekseniz iyice düşünmenizi öneririm.
öte yandan, akademi dediğimiz şey tek ülkeye indirgenemiyor elbette ve bu anlattığım güzel örneklerdeki tüm hocalar isveçli değildi
bölüm koordinatörüm italyan, programlama derslerini veren de bir almandı, o etnografi derslerini aldığım kadın isveçli örneğin. isveçliler çok süper diye genelleme yapmıyorum yani, ama isveç’teki anlayış gereği (belki genel olarak avrupa’da böyledir işler ama daha önce başka bir ülkede eğitim almadım) herkes işini düzgün yapıyor. üç aylık izlenimlerime göre isveç’te eğitim alıyor olmak genel olarak güzel bir şey, şahsen kendi programım açısından da çok mutluyum ama bu tamamen kişisel bir şey tabii. düşününce türkiye'dekine göre sosyal hayatım daha iyi durumda, kaliteli vakit geçiriyorum, rahatça yüksek lisans eğitimimi alıyorum ve günlerce aylarca çalışmadığım halde bir şeyleri gerçekten öğreniyorum. ileride buraya yerleşmek isteyen ve bir bahane arayan, eğitim için başka ülkeleri düşünen, hiç değilse bir iki seneliğine çıkıp nefes almak isteyen varsa düşünsün derim.
tabii türkiye avrupa birliği ülkesi olmadığından ab pasaportunuz yoksa okullara paşa paşa ücret ödemek durumunda kalıyorsunuz, ama o parayı türkiye’de bir okula ödeyecek olmaktan daha iyi bir yatırım kesinlikle. üstelik burs ihtimalı her zaman var, mesela swedish ınstitute bursları mutlaka takip edilmeli yüksek lisans ve doktora/postdoç seviyeleri için. bunlar dışında okulların kendi bursları oluyor onları da takip etmek gerek, mesela bugün bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde tesadüfi bir şekilde gelen kutumda açılışı lund university'nin global scholarship'iyle yapmış bi burs temalı mail buldum, bu bir işaret olmalı diyip ertelemedim yazmayı aksjda