Bir Klinik Psikologdan: Herkesle Aram İyi Olsun İnsanlarının Şaşırtıcı Psikolojik Analizi

Herkesle iyi geçinmeye çalışan insanların çocukluğuna iniyoruz... Onlara bir de bu gözle bakın.
Bir Klinik Psikologdan: Herkesle Aram İyi Olsun İnsanlarının Şaşırtıcı Psikolojik Analizi
Inside Out 2 (2024)

herkesle aram iyi olsun insanları... ahlaki bir eksiklik ya da çıkarcılık olarak ele almak yerine karakteristik olarak yumuşak başlı, uyumlu ve herkesle iyi geçinmeye çalışmaktan dolayı yer yer mazohistik bir hal alan karakteristik bir kişilik tipi üzerinden düşüneceğim. (bkz: burhi) (bkz: kemal kılıçdaroğlu) (bkz: florence nightingale)

herkesle aram iyi olsun insanlarını psikanalitik literatürde oral döneme saplanmış oral karakterler olarak adlandırırız. temelde çatışmadan ve gerilimden kaçınma eğiliminde olurlar. kimseyi kırmak ya da dışlanmak istemez, bu yüzden sürekli uyumlu ve verici davranırlar. yüzeysel bakıldığında “ne kadar düşünceli insanlar” diye nitelendirilebilirler ancak bu tutumun gerisinde genellikle erken çocukluk döneminde şekillenmiş bir güven eksikliği ve bağımlılık ihtiyacı vardır. özellikle oral dönemi sorunlu geçmiş bireylerde, örneğin yeterince doyurulmamış, ihmal edilmiş ya da aşırılığa kaçılıp ihlal edilmiş olunabilir. bu durumlar da sürekli destek alma ve çevreyi kaybetmeme arzusu, yetişkinlikte başkalarının beğenisini kazanma ve onları memnun etme çabası olarak kendini gösterir.

bu kişiler, hayatla tek başlarına başa çıkabileceklerine dair bir güven geliştirememiş olabilirler. oral dönemde (ilk altı ay – bir yıl arasında), çocuğun ihtiyaçları zamanında ve yeterli bir şekilde karşılanmadığında, kendi başına ayakta durma cesareti geliştirmekte zorluk yaşar. bebek, anneye (veya bakım verenine) bağımlı olduğu dönemde sık sık aç kalır, ilgisiz bırakılır ya da ihtiyaçları tutarsız şekilde karşılanırsa, ileride başkalarına gereksinim duyma ve onları kaybetmekten korkma eğilimiyle hareket edecektir.

bu yoğun destek arayışı, güvensizliğin tipik bir dışavurumudur. hayatta kalabilmek için diğer insanlara duyulan ihtiyaç refleksi nedeniyle ne kadar çok destek ve onay alırlarsa o kadar rahatlayacaklarını düşünürler. bunun sonucunda her topluluğa uyum sağlamaya, herkese destek vermeye, herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışırlar ki meme hiçbir zaman kesilmesin. aslında tüm bir yaşam deneyimini, ilişkide oldukları kişileri memeyle kurulan ilişki üzerinden algılarlar.

yani?

şöyle ki dünyaya yeni gelen bir bebek, öncelikle kendisini ve dünyayı “içe alma” üzerinden tanımaya başlar. ilk algıları, her şeyi ağzına atarak bu nesne yenilebilir mi yenemez mi şeklinde bir değerlendirmeye dayanır. bebek, hoşnutluk ve hoşnutsuzluk duyguları arasında gidip gelirken, bir yandan biyolojik ihtiyaçlarını karşılar, bir yandan da güven, şefkat, sevgi gibi ruhsal gereksinimlerini tatmin eder. emzirme süreci bu biyolojik ve ruhsal ihtiyacın yani maddi ve manevi ihtiyacın kesiştiği yerdir. çocuk karnı doyarken aynı zamanda sevilme ve korunma duygusunu yaşar.

fakat emme sürecinde alınan haz, sadece açlığın giderilmesiyle ilgili değildir. emme sırasında dudakların ritmik hareketleri ve sütün ağız mukozasından geçerken yarattığı uyarılar, ayrı bir haz kaynağıdır. cinsel fantezilerimizde yeri olan emme, yalama, ısırma, öpme gibi davranışlar yetişkinlikle birlikte içimize düşüp dürtülerimizin birer parçası haline gelecek değillerdir. hatta yeni doğanlardaki parmak emme davranışı da buna işaret eder. bu eylem, annenin memesinden veya biberondan alınan hazzın yalnızca beslenmeyle sınırlı olmadığını, dudakların ve ağız mukozasının aynı zamanda erojen bir bölge olarak haz verdiğini gösterir. dolayısıyla, cinsel heyecan dediğimiz olgunun başlangıçta besin ihtiyacı ve oral uyarılmayla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. içki içmek, sigara kullanmak veya yemeğe aşırı düşkünlük gibi davranışlar da, bu oral haz arayışının farklı zamanlardaki yansımaları olarak görülebilir. özellikle stresli ve keyifsiz dönemlerde insanoğlunun beslenmeye, sigaraya ya da içkiye daha fazla yönelmesi, bu doyumu ağız yolu ile yeniden elde etme çabasıdır.

oral erotizmin esas amacı, önce ağzın otoerotik uyarımı, sonra da nesnelerin içe alınmasıdır. bu aşamada, ağız yoluyla içe almanın bir de ilkel özdeşim boyutu vardır. çocuklar, hayvan figürlü bisküvileri şekilsiz olanlardan daha çok sever çünkü ayı, aslan veya canavar şeklinde bir bisküviyi yediğinde o hayvanla bağ kurduğunu, onun güç ve yeteneklerini içselleştirdiğini hayal eder. (bkz: atatürk ölmedi içimizde yaşıyor) başka bir örnekte ise kan kardeşliği, tanrısal figürlerin eti ve kanını yiyip içerek aynı olma arzusunu ifade eden törenler, yediğin şeye benzersin inancına dayanan 'içe atma' gibi arkaik infantil bir fantezinin kültüre yansımalarıdır. gündelik hayatta da birisiyle yakınlaşmak için birlikte yemek yiyelim dememiz ya da ekmek bölüşmek ifadesi, yine aynı oral fantezilerin izlerini taşır. bir arkadaşın (companion) kelime kökeni de aslında ekmeğini paylaştığın kişi anlamına gelir. (bkz: the psychoanalytic theory of neurosis) (bkz: otto fenichel)

yeme fantezisi gibi aslında yenilme fantezisi de bilinçdışında bir nesneyle tam anlamıyla birleşme arzusunu barındırır. yenilme fikri, korku yarattığı gibi bazen de keyif veren bir fantezidir. kişinin kendi sınırsız gücünü teslim ettiği bir nesneye duyduğu birleşme arzusu, bir bakıma daha büyük ve güçlü bir obje tarafından yenilme şeklinde fantazileştirilir. o yüzden küçük çocuklara onları yiyecekmiş gibi “ham ham!” yapıldığında, onlar bunu bir tehdit olarak algılamayıp oldukça eğlenceli bulurlar. hem onlar içimize atılmaktan zevk alır hem biz küçük sevimli şeyleri yutmaktan oral bir zevk duyarız.

dişlerle birlikte gelecekte çocuğun kendilik ve nesne tasarımlarını oluşturacak çekirdekler gelişir. ancak bu dönemdeki ilişkiler esasen alıp verme, destek ve güven temalarının etrafında döner. yani bebek, ben ne kadar değerliyim, seviliyorum, önemli miyim gibi soruları yanıtlarken aynı zamanda dünya güvenilir bir yer mi, insanların yardımı her zaman bulunur mu, yoksa her an tehlike mi var gibi düşüncelere cevap arar.

bebek eğer sık sık uzun süreli açlık veya ilgisizlik yaşarsa, bunun yaratacağı hayal kırıklığı ile dünya sorunlarla dolu ve bu sorunlar çözümsüz şeklinde karamsar bir inancın neden olduğu bir kişilik edinir, kötümser bir tutum geliştirir. tersine, sıkıntıları çabucak ve iyi biçimde çözülen bir bebek daha iyimser olur. çok şımartılıp her isteğinde fazlasıyla doyurulan bir bebek ise fazla rahat, tasasız, gevşek bir kişilik edinecektir. bu nedenle oral dönemde yaşanan doyum veya yoksunluk, ileride kişinin iyimser-kötümser, güvenli-güvensiz, pasif veya sadistik hak talep edici bir yapıya bürünmesinde etkili olacaktır.

yeterli ilgi, bakım, şefkat ve sevgi gören bebek, hem kendisini hem de dünyayı sevebilir. kendini de çevresini de güvenilir hisseder. bu döneme fikse olmuş kişiler mutlaka karamsar özellikler edinecek değillerdir bazen de sekonder kazançlar devreye girebilir ve herkesle aram iyi olsun insanlarının burada mutlu huzurlu bir bebek olarak kalarak ilişkilerinde diğer yetişkinler kadar keskin sınırlar koymayı reddedebilir. hepimiz de zaman zaman bu döneme geriler, gün içerisinde dahi şöyle bir girer çıkarız.

uyumluluk elbette sosyal ilişkilerde olumlu bir özelliktir. ancak aşırı oral fikse karakterler uyumlu davranmayı adeta bir zorunluluk haline getirirler. beraber bir plan yapılacağında kendi isteklerini dile getirmekten çekinir toplu kararlara uymayı tercih ederler. bunun altında, herhangi bir itirazın veya farklı fikrin rahatsızlık yaratacağı ve sonucunda kendilerinin dışlanacağı korkusu yatar. veyahut fikirlerinde iddialı olmaktan kaçınırlar. bu kişiler, kendilerini yalnız bırakılmaya karşı son derece hassas hissederler. ufacık bir tatsızlıkta bile artık eskisi gibi sevilmeyeceği kaygısı tetiklenir. bu nedenle, aksini düşündükleri halde düşüncelerini dile getirmekten bazen kaçınırlar. çevreleriyle sürtüşme yaşamamak için karakterlerine işlemiş bir şekilde bilinçsizce çaba sarf ederler. bu nedenle en belirgin özelliklerinden biri, hayır diyememe halidir. kendilerinden ne istenirse istensin, reddetmenin yol açabileceği olumsuzlukları göze alamazlar. bir arkadaşı çağırdığında, gitmek istemeseler bile yine de hayır demek istemezler. olur da birine hayır denecek olursa besleyici memenin eskisi kadar vermeyeceğinden endişe eder, hatta kendilerine küsüleceğini vs. düşünürler.

aynı zamanda, kendileri de birine bir talepte bulunurlarsa ve bu talep reddedilirse, bunu sevilmedikleri, değer görmedikleri şeklinde algılayabilirler. bu yüzden çoğu zaman kimseden bir şey istememeye, fazla göze batmamaya çalışırlar. reddedilme ihtimali, onlarda derin bir kırılma yaratacağından, her konuda kendilerini geri çekebilirler. bunun sonucu, sürekli veren taraf olarak kalmaktır.

onlar da sürekli başkalarının fikirlerini sorarak alma ihtiyaçlarını tatmin ederler. böylece bir şekilde besleyen meme-beslenen memnun kendilik ikilisi inşaa edilir. önemli bir konuda karar vermeleri gerektiğinde, kendi fikirlerini yeterince güvenilir bulmaz ve etraflarından onay beklerler. hem birileri tarafından ilgilenildiği, sahip çıkıldığı, etrafında kendisinden daha büyük kudretli akıllı insanların varlığına sahip olma duygusunu yaşarlar hem de alacakları kararlardan doğabilecek sorumluluğu paylaşmak isterler. yanlış bir karar verilmesi halinde, ben değil de biz öyle düşündük diyebilmek, suçluluk hissini azaltır. ya da ekonomik olarak bir türlü başarı elde edemez aileye olan muhtaçlık ilişkisi koparılamaz. çünkü para kazanıp bağımsız olmayı ve hayatın sorumluluklarını tek başına almayı içten içe istemezler.

oral yoksunluk yaşamış bu kişiler, çocukluklarından beri aileden, arkadaşlardan, gruplardan üstü örtük ya da aşikar bir koruma ve yönlendirme arayışındadır. bebekken açlığını, sıkıntısını dile getirdiğinde karşılık bulamayan bir çocuk, yetişkinlikte de sadece kendi fikirlerine güvenememe endişesi yaşamaz -zira bu yüzeysel bir yorum olarak kalır- çünkü bebeksi biçimdeki o sahneyi yeniden sahnelemek, bakım gören pozisyona girerek fikse olduğu sahneyi yeniden ve yeniden deneyimlemek ister.

bu yüzden daha kimse talep etmeden yardım teklifinde bulunmak, zor durumdakilerin yükünü hafifletmek için çabalamak onlar için neredeyse doğal bir davranıştır. kimi zaman bu tutum tam tersine dönüşür ve yeterince beslenememenin öfkesiyle hareket eden cimri veya aşırı ilgisiz insanlar ortaya çıkar. ama genel olarak herkesle aram iyi olsun eğiliminde, öç almaktan ziyade fazla vermek ve insanların gözünde iyi olmak daha yaygındır.

onlar dışarıdan çok kibar ve nazik görünmelerine rağmen, zaman zaman öfkeli bir talepkarlığa da girebilirler. arzularının doyurulmasını hak iddialarıyla karşılamak isterler. örneğin, “benim telefonlarımı niye açmıyorsun abi benim hiç hatrım yok mu?” gibi bir ifade, esasında “benim ihtiyaçlarımı gör, bana değer ver” ısrarından başka bir şey değildir.

bu talepler sonrasında karşı tarafın reddi iyice katlanılmaz hale gelecektir. çünkü reddedilmek, zaten temelde var olan muhtaçlık ve sevilmeme korkusunu daha da büyütür. bu da daha fazla sadistik biçimde "benim hakkım yok mu" diye başlayıp biten cümleler kurulmasına neden olur.

bu sadistik hak talepleri tersine çevirme (bkz: reaction formation) savunma mekanizması yoluyla mazohistik özellikler gösteren bir yapı ortaya çıkarır. kendilerinin hak talep eden taraflarını ya da içlerindeki suçluluk ve muhtaçlık duygusunu yatıştırmak için aşırı fedakarlıklara girişebilirler. uzun saatler yorucu bir işte çalışmak, sonra da etraftakilerin tüm isteklerini yerine getirerek kendine dinlenme fırsatı bile tanımamak, dışarıdan bakıldığında müthiş bir özveri olarak görülür. ister ki bakın nasıl sevilmeye layık nasıl değer görmeyi ve sizlerden almayı hakeden bir insanım görün. örneğin evde geçirilen bir arkadaş buluşmasında içerde herkes eğlenirken kalkıp ortalığı toplayan bulaşıkları yıkayan arkadaşınızın anaç halinde de bunu gözlemleyebilirsiniz.

bu tür bir gerileme eğilimi, aslında her nevrozda bir ölçüde karşımıza çıkar. insan evladı mutsuz olduğunda ve kendi etkinliğini yetersiz hissettiğinde, eski dış yardım özlemi yeniden uyanır. kendini yine güçsüz bir çocuk gibi hisseder, öğrencilikte ısrar eder, birilerinin kapısında kul olmak arzusuyla çeşitli dinsel grupların, spiritüel oluşumların parçası olur ve hepsi de “büyülü bir kurtarıcının” gelip onları kurtarmasını bekler. psikanalitik çalışmada, aktarım sürecinde sıkça gözlenen bu özlem özellikle depresyon, toksikomani (uyuşturucu, sigara, alkol bağımlılıkları) ve dürtüsellik geliştirmeye yatkın olan oral fiksasyonları bulunan kişilerde daha yoğun ortaya çıkar.

bu arkaik kısasa kısas mantığı insanın yaşadığı her sıkıntıyı veya acıyı suçluluğu giderebilecek ya da kendisine gelecekte telafi edici ayrıcalıklar kazandırabilecek bir fırsat gibi algılamasına yol açar. böylece dış dünyadan her şeye kadir anne-babadan ya da onların temsilcisi sayılan tanrı, kader veya başka bir otoriteden yardım bekleme yönünde bir oral-bağımlı tepkiyi tetikler.

nitekim sürekli büyük ötekinin beklentilerine uyum sağlayıcı olmak, zamanla kendi ihtiyaçlarını geri plana atarak insanın içsel bir sıkıntıyla dolmasına yol açacaktır. dolayısıyla insanın asıl gereksinimi, temel güven, yeterlik ve özdeğer duygusunu kendi içsel kaynaklarından besleyebilmektir. bu sağlandığında, herkesle aram iyi olsun çabası biraz hafifleyebilir ve ilişkiler daha dengeli, daha gerçekçi bir yapıya kavuşabilir.