Bir Doktordan: Hollanda'nın Her Yerde Duyamayacağınız, Alışması Zor ve Karanlık Tarafları
hollanda güzel ülkedir, yeşil ülkedir, huzur verir ama pespembe değildir; ayrımcılık da vardır kadın-erkek eşitsizliği de. kültürel olarak eğer bir skala varsa türkiye’nin (genel olarak doğu mentalitesinin) 180 derece tersinde yer alır. bu yüzden hollanda’da azınlıklarla yaşanan kültür çatışmasını “ama bizimkiler de çok çomar” a indirgemek çok yanlış olur.
korona zamanı burada yaşayan pek çok expat'ın yaşadığı kültür şoklarına sağlık sektöründen birkaç örnek
hollanda tıp etiğinde bir tedavinin “zinvol” olması -türkçe’de “anlamlı” olması- diye bir tanım var. bu tanıma göre bir hastaya bir tedavi verilecekse bu tedavinin hastalığı iyileştirme ihtimalinin yüksek olması ve tedavi masrafının yüksek olmaması gerek(en büyük problem bu masraf kısmında). bu etik ilkeye dayanarak hollandalı doktorların hasta talep etse bile hastayı tedavi etmeyi reddetme hakkı var. örneğin, çalıştığım hastanede epideminin ilk haftasında acile 38 yaşında als’li bir hasta geldi koronaya bağlı solunum yetmezliği ile. hasta zaten evde de solunum cihazı kullandığı ve yaşam beklentisi az olduğu için kendisi çok istemesine rağmen yoğun bakıma kabul edilmedi. aynı hafta 80 yaşında bakımevinde kalan bir kadın hasta geldi, yine koronaya bağlı solunum yetmezliği. bu hasta bilinci kapalı geldiği için hakkında çok fazla bilgi edinemedik, yoğun bakıma gitmek istiyor mu soramadık. (acilden yatışını yaptığım hastalara dayalı olarak şahsi tecrübem hollanda’da 60 yaş üstü neredeyse hiç kimse yoğun bakım, reanimasyon veya solunum cihazına bağlanmak istemiyor. kendi deyimleriyle “kasplant” (serada yetişen bitki) olmaktansa ölmeyi tercih ediyorlar) hastanın ailesi geldi bir süre sonra. yoğun bakım uzmanıyla konuşmaya gittik. “bak biz bugün yoğun bakıma alacağız ve yarın bir iyileşme göstermezse tedaviyi keseceğiz ve doktor olarak bu bizim kararımız, sizin yapabileceğiniz bir şey yok” dedik. aile de saygı gösterdi. ertesi gün tedavi durduruldu ve hasta vefat etti. böyle böyle tüm epidemi boyunca yoğun bakıma sadece ciddi iyileşme ihtimali olan hastalar kabul edildi (çoğunluk 50-60 yaş), 75 yaş üstü ya evde ya bakım evinde ya da normal hastane servislerinde vefat etti. sonuçta hollanda hem total ölü oranında hem popülasyona oranla ölü oranında dünyada ilk 10’da olmasına rağmen herkes epideminin ele alınış biçiminden çok memnun. bu ön elemeler sayesinde yatakların en dolu olduğu zamanlarda bile tüm ülkede kapasite aşımı olmadı. hani o kimin yaşayacağına kapıda karar veriliyor diye ağlayan italyan hemşirenin anlattığı hikâye burada baştan beri “zinvol” tıp pratiği adı altında zaten soğuk kanlılıkla yapılıyordu. şimdi tüm bunlara mantık çerçevesinden bakarsak her şey çok mantıklı. zaten korona olmasa başka şeyden ölecek insanlar biraz daha erken öldüler. ama duygusal bir “doğu”lu olarak baktığımda, eğer bunlar bir sevdiğimin başına gelseydi yıkılacağımı düşünüyorum. “beğenmiyorsan geri dön, gittiğin yere tabi ki entegre olacaksın” demeden önce bir düşünün lütfen bu kadar farklı kültürel öğelere adapte olmak kolay bir şey mi... ben dindar bir birey değilim, ötanazinin bir hak olduğuna inanıyorum ve hollanda’da yaşamaktan ciddi keyif alıyorum ama bu tarz tıbbi pratikleri sindirmek bir doktor olarak zor geliyor hala.
gelelim ayrımcılığa
ben başka sektörleri bilemem ama kendi sektörümden örnek verecek olursak hollanda, avrupa’da yabancı doktor olayına en az aşina olan ülkelerden biri olduğu için yabancı doktorların epey dezavantajlı bir durumu var. türkiye’de veya amerika’dakinin aksine merkezi bir yerleştirme sistemi olmadığı için burada ihtisasa başlamak tamamen lokal başvurulara bağlı ve açıkçası tıbbi bilgin ve becerinden ziyade “bu bizim ortama ayak uydurur mu”ya bakılıyor. bu “ayak uydurma” meselesi de işte o büyük kültürel farklılıklara takılıyor. dini sebeplerle alkol kullanmayanlar, yetiştiriliş tarzından ötürü daha çekingen olan insanlar, aksanla hollandaca konuşanlar yavaş yavaş eleniyorlar ve sonunda çok çarpık bir uzmanlık dağılımı ortaya çıkıyor. sadece sonradan buraya taşınan doktorlar değil burada doğup büyümüş ama göçmen uyruklu olanlar da aynı problemle karşılaşıyorlar. tıp fakültesindeki öğrencilerin %20’si göçmen uyrukluyken hastanede çalışan uzmanlarda bu oran %2 ye düşüyor. gerisi ne oluyor derseniz, doktor açığı olan hastane dışı uzmanlıklara geçiyorlar: türklerin faslıların %90’ı aile hekimi, sigorta doktoru, iş yeri hekimi vs. burada hayal biraz cerrahi bölümler yabancılar için. ha yine %100 hollandalılaştıysanız, anne babanınız dilini hiç öğrenmediyseniz mesela, öğle yemeğinde iştahla peynir ekmek yiyorsanız ve mizahta/etikte/yaşam tarzında tamamen hollandalı iseniz yine şansınız var. buradaki ayrım adınızdan veya kökeninizden ziyade kültürel olarak farklı oluşunuzdan kaynaklanıyor. bu konuda yazılmış tezler bile var. ilgilisine aşağıda hollandaca bir iki link bırakıyorum.
geçen hafta kendi başıma gelen ufak bir örnek
iş değiştireceğim, motivasyon mektubumun başına ufak bir paragraf türkiye’den ne zaman geldiğimi ve ne ara denklik aldığımı yazdım. şu anki bölüm başkanıma mektup hakkında ne düşündüğünü sordum. bana bu paragrafı sil, benim umurumda değil ama buraya bakıp mektubun devamını okumayacak çok insan var burada, dedi. bir almanya böyle değil mesela. sadece benim türkiye’den iki dönem arkadaşım almanya’nın en ünlü tıp fakültesinde cerrahi bölümlerde asistanlık yapıyorlar. bir kere ukraynalı bir arkadaşım facebook’da almanyadaki rusça konuşan doktorlar diye bir grup var orada herkes halinden memnun bizim grup karalar bağlıyor, burası niye böyle anlamıyorum demişti. kendisi staj yaparken hollandalı bir nöroloji asistanı tarafından hastanın yanında devamlı ne kadar kötü iş yaptığını söyleyerek indirekt mobbing den, açıkça “ben yabancılardan nefret ediyorum, hepiniz geri gidin ülkelerinize” ye değişen bir skalada anlamsız bir ayrımcılığa maruz kalmış birisi. (çok dobra bir kızdır bu arada, ajitasyonu hiç sevmez ama illallah getirtmiş asistan, şikayet etmiş anabilim dalına ama pek de bir şey olmamış)
bazen öğle yemeği tercihiniz bile farklı hissettiriyor
bir gün öğle yemeğine sıcak wokta noddle aldım, beraber bir cerrrahla yemek yiyoruz. baktı yemeğime, "senin yemeğin de güzel görünüyormuş ama sıcak yemek pahalı" dedi. pahalı dediği yemek 4,5 euro ve bu adam senede 200-300 bin euro para kazanıyor. böyle bir yorumun üzerine çok bir cevap veremiyorsunuz çünkü tecrübe zamanla öğretiyor ki bir hollandalı ne kadar para kazanırsa kazansın öğle yemeği vazgeçilmezi “boterham met kaas” yani peynir ekmektir. sevgili türk okurlar, alışın bakalım her gün öğle yemeğinde soğuk peynir ekmek yemeye, entegrasyon kulağa çok mantıklı gelen ama çetrefilli bir yol. insanın evim dediği her yeri sorgulamaya, ait hissetmek istemeye ve iyileştirmeye hakkı var. ben seviyorum hollanda’yı ama asla anlayamayacağım, ayak uyduramayacağım birtakım kültürel kodları da var.
uzun bir yazı oldu, kadın-erkek eşitsizliği durumlarına da başka bir yazıda yer veririz artık.
linkler:
göçmen uyruklu doktorların maruz kaldığı ayrımcılıkla ilgili doktora tezi
volkskrant