Bir Başkadır ile Beklentileri Yükselten Berkun Oya'nın Yeni İşi: Cici Filminin İncelemesi
akılda kalıcı, izle geç olmayan filmler üretmenin temelde iki yolu var. birincisi; insanların aklına daha önce hiç gelmemiş bir soruyu sormak ve buna yanıt aramak. yapay zeka makine öğrenmesi ile elde ettiği verileri mi yorumluyor yoksa gerçekten bilinç sahibi olabilir mi? eğer geleceği görüp suçları engelleyebilseydik bu suçlar gerçekten işlenmiş sayılırlar mıydı? gibi.
ikinci yöntem biraz farklı ama kendi içinde büyük zorluklar getiriyor. bu kısımda insanların her zaman baktığı şeylere bakıp ondan farklı bir anlam çıkarmanız gerekiyor. mesela herkes cep telefonuna bakıyor. sizin hikayenizde aynı şeye bakıp ondan farklı bir yapı kurmanız gerekiyor. (bkz: her)
berkun oya bir başkadır ile ikinci yöntemin gayet başarılı bir örneğini sunmuştu. toplumun farklı kesimlerine bakarak ilk anda görülmeyen ve ya söylenmeyen detayları kimi zaman tercihli olarak boğucu kimi zaman uzun bağlantılar sayesinde ilgi çekici şekilde aktarmıştı.
cici de geçmişinde belli travmalar olan bir ailenin yıllar sonra bir araya gelişini işliyor. bu cümle bile sinema tarihinde binlerce kez tekrarlandığı için haliyle beklentimiz de yönetmenimizin tekrar ikinci yöntem ile güzel bir hikaye anlatmasıydı. şimdi bu sistem çalışmış mı çalışmamış mı bir bakalım.
--- spoiler ---
ilk önce filmin açılışında yer aldığı için okan yalabık'ın canlandırdığı kadir karakteriyle başlayalım. bu karakterin seyirciyi yakalaması gereken iki noktası var. birincisi dışarıda yaptığı şeyler, ikincisi de yaşadığı travma ile hikayenin taşıyıcısı olması.
şimdi her karakterin günlük haliyle var olduğu ve seyirciyi hikayenin içine çekmek için yaptığı bazı şeyler vardır. mesela ana karakterimiz cerrahsa; atar damarlardan, böbreküstü bezlerinden, kafa travmasından ve tüm bunların detaylarından bahsettikçe izleyici için daha ilgi çekici bir hale gelir. çünkü bunlar insanların günlük hayatta duyduğu şeyler değildir ve ister istemez merak oluşması sağlanır. bunu pilot, kaptan falan için genişletebilirsiniz. gözlem yeteneğiniz güçlüyse gerçi anlatacağınız her şeyi bu detaylandırma ile ilginç hale getirebilirsiniz.
ana karakterin ne bileyim yazar yerine yönetmen olması bu açıdan iyi. çünkü görsel olarak izleyiciye sunacağınız daha çok şey var. ancak ben bu potansiyelin kullanılamadığını düşünüyorum. yani bi kere kurgucu kaçtı deniyor, bi iki kere de seti görüyoruz o kadar. şimdilerde bir çok insan videographer olarak çalıştığı için bu bilgiler de ilginç gelmiyor haliyle. bu arada bu söylediğim kısım gerçekten üstü kapalı bir detay. hikayenin akışına birebir etkisi yok ama seyirciyi yakalamak için çok önemliydi. ve o fırsat biraz kaçmış diye düşünüyorum.
filmin asıl önemli kısmı ise hikayenin başlamasına sebep olan travma. şimdi bu baba / oğul arası çatışma ülkede sıkça yaşandığı için pek çok yönetmen ve yazar bu konuya eğildi. bu nedenle eğer bu alanda bir şeyler üretecekseniz söylenmemiş bir şey söylemeniz, kimsenin yapamadığı bir tespiti yapabilmeniz gerekiyor ki yazının başında konuştuğumuz ikinci kriter çalışıyor olsun.
ben burada çok şaşırtacak bir tespitin yapıldığını düşünmüyorum. mesela ahlat ağacı'ndaki ana karakter gerçekten babasından hoşlanmıyordu ve bunu bize soğuk bir şekilde aktarıyorlardı. sonuç olarak ortaya sert ve çarpıcı bir anlatım çıkıyordu. ayrıca tolga karaçelik, filmlerinde baba / oğul arasındaki çatışmayı daha derin bir şekilde anlatıyordu. üç filminde de bu durum bir yerlerde görülüyor ama özellikle sarmaşık'ta çok güzel bir metafor ile baba ve farklı tipteki oğulları arasındaki çatışmayı ülkenin geneline yayarak anlatmıştı.
bu filmde ise ben öyle çok şaşırtıcı bir tespitin olduğunu göremedim. belki baba karakterini hiç göstermeyip başkaları tarafından anlatıldığı farklı farklı halleriyle izletseydiniz ve finale kadar gri bir alanda bıraksaydınız, daha sonra kasedin bulunuşuyla bir şeyler yerine otursaydı bu durum yaşanabilirdi ama filmin başında her şeyi pat diye önümüze döktüğünüz için böyle bir ihtimal kalmamış ve açıkçası ortaya kuru bir anlatım çıkmış.
oyunculuklardan bahsetmek gerekirse de en başarılı oyuncunun olgun şimşek olduğunu söylemek mümkün. bu da gerçekten şaşırtıcı değil çünkü kendisi öyle bir seviyede oynuyor ki herhangi bir yapımda yer alıyorsa yüzde 90 ihtimal oradaki en iyi oyuncu kendisi oluyor zaten. burada da belli kırgınlıkları olan ama yine de haline şükretmeye çalışan, kenarda kalmış ama iyi niyetinden de bir şey kaybetmemiş çok katmanlı bir karakteri içtenlikle canlandırdığını söyleyebiliriz.
burada çok bahsedilmemiş gibi ama ben ayça bingöl'ün karakterini de çok beğendim. tam bir abla kendisi, belli zorluklardan geçmiş bir şeylerden bıkmış ama kardeşlerinin yanında yine güçlü durmayı bozulan şeyleri toparlamayı iyi biliyor ve kan bağınız olsun olmasın ablalar iyi ki varlar dedirtiyor insana.
burada bir ufak filmin yaptığı z kuşağı tespitinden de bahsetmek istiyorum. biliyorsunuz bu kuşak muhabbeti son dönemde çok popüler oldu ve z kuşağı da eleştirilerin odağında. ancak ben bu durumun artık karikatürize hale geldiğini düşünüyorum. çünkü z kuşağı hayatı umursamaz istediğini yapar gibi gösteriliyor ama bağımsızlığını keşfetmekte olan ve ergenlik dönemini geçiren herkes aynı şekilde davranıyor zaten. bunun nesille bi alakası yok ki herkes aynıydı ve ayrıca şimdi z kuşağını eleştirenler 60, 70 kuşağını görse kalpten gidecekmiş demek ki.
burada karakteri canlandıran oyuncunun performansı zaten felaket de karaktere yazılanlar da çok sığ. şimdi ben severim farklı insanlarla tanışmayı ve z kuşağından kişilerle de sıkça konuşuyorum. evet, tanıştığım insanların gerçekten yüzde 70'i teneke ama farklı şeyler yapmak isteyen bunun için mücadele eden ve çağın getirdiklerini kendi yararına çok güzel kullanan bir yığın insan da var. o nedenle z kuşağı umursamazdır deyip geçmek, koca bir nesle bakarken akılda kalıcı ya da düşündürücü herhangi bir tespitte bulunamamak anlatıyı zayıflatmış diye düşünüyorum.
--- spoiler ---
sonuç olarak film aslında güzel bir seyirlik. bazı anlarda takılıyor gibi olsa da oyunculuklar sayesinde akıp gidiyor. yalnız berkun oya ismini ve bir başkadır'ı gördükten sonra insan ister istemez aile hayatı, taşrada büyümek, ileride yaşlarda kardeşlik bağları gibi konularda daha derin tespitler ve gözlemler bekliyor. onları da pek göremeyince ufak bir hayal kırıklığı oluşuyor sanırım.