Bir Avukatın Öfkesiyle Başlayıp Bir Çağı Kapatan Hikaye: Küba Devrimi
1952’de küba'nın dönemin "ben halkı çok severim ama demokrasiyle uğraşamam" kafasındaki lideri fulgencio batista, orduyu da yanına alıp bir güzel darbe yaptı. o zamana kadar "demokrasi geliyor galiba" diye umutlanan halkın suratına şemsiye gibi indi bu hareket. bu darbeye sinir olan genç bir avukat vardı: fidel castro. hukuk yoluyla itiraz etti, olmadı. o da kardeşi raúl’u da yanına alıp 1953’te moncada kışlası'na dalmaya kalktı ama girişim ellerinde patladı. tutuklandılar, hapse girdiler, sonra orada 26 temmuz hareketi’ni kurdular.
fidel, duruşmadaki o meşhur “tarih beni aklayacaktır” konuşmasıyla gönülleri fethetti. batista da “halk beni sevsin” diyerek bu gençleri affetti ama castrolar affedilince ülkeyi terk edip sürgüne gitti. meksika’da che guevara ile tanıştılar. "vay sen de mi sosyalist?" "e ben de" şeklinde gelişen arkadaşlık sonrası, 1956’da granma adlı tekneleriyle tekrar küba’ya döndüler.
tabii batista’nın adamları onları karşıladı ama mermiyle. sağ kalanlar sierra maestra dağlarına kaçtı. burada gerilla savaşına geçtiler. şehirlerde sabotaj, dağlarda devrim provası; zamanla küçük bir çete gibi görülen bu ekip, organize bir isyancı güce dönüştü.
batista bu süreçte "burası benim çiftliğim" modunda takılırken, halkın desteğini fena halde kaybetti. eskiden en güçlü muhalefet olan sosyalist halk partisi bile 26 temmuz hareketi'nin gölgesinde kaldı. sonunda 1 ocak 1959’da batista, "ben kaçtım, siz bakarsınız artık" diyerek ülkeyi terk etti.
fidel castro, tabii ki sahnenin yıldızı oldu. başta oldukça sevildi, hatta rock star gibi karşılandı ama sonrasında işler değişti: iktidar tek elde toplandı, basın susturuldu, ekonomi devletleştirildi. halkın bir kısmı "devrim tamam da bu kadarı da fazla" diyerek amerika'ya kaçmaya başladı.
bu arada fidel ve tayfası "sadece kendi ülkemizde devrim yetmez" deyip afrika'dan asya'ya kadar birçok ülkeye el attı. 1959-1965 arasında da ülke içinde bir dolu karşı isyan çıktı ama bunlar da bastırıldı.
devrim sonrası 26 temmuz hareketi, zamanla küba komünist partisi’ne dönüştü.
bugün hala 26 temmuz günü "devrim günü" olarak kutlanır. kutlama dediysem, biraz mecburi neşelenme gibi düşünün.
amerikanlar bu devrim sonrası “ne oluyor ya?” derken, fidel ve che posterleri dünyayı dolaşmaya başlamıştı bile.
küba'nın 20. yüzyıl başlarındaki yolsuzluk alışkanlığı
1902’de küba “cumhuriyet” oluyor ama ilk başkan don tomás estrada palma hariç, sonrasındaki herkes “nasıl yürütürüz?” kafasında. palma döneminde işlerin nispeten düzgün gittiği söyleniyor ama zaten o da kısa sürdü.
1906’da amerika “sizi biraz özgür bırakmıştık ama siz yapamıyorsunuz” deyip, diplomat charles edward magoon'u ülkeye vali gibi yolluyor. bu magoon abimiz “yolsuzluk kötü bir şey” diyor ama iş uygulamaya gelince millet yine eliyle kepçeyle götürüyor. özellikle amerika'dan para yağınca herkesin gözü dönüyor.
1909’da işler tekrar kübalılara geçiyor ama bu sefer de başkan josé miguel gómez çıkıyor sahneye. halk "tamam, artık düzeliriz" diye umutlanırken bu adam da "bizde limanlar, rüşvetler, anlaşmalar" şeklinde bir rezillik portresi çiziyor. en meşhur olay: havana limanında yapılan arama sözleşmesinde devlet yetkililerine içli dışlı rüşvetler dağıtılıyor.
sonraki başkan mario garcía menocal, “dürüstlük, barış ve çalışma” diye slogan atıyor ama icraat tam tersi. adamın dönemi (1913-1921), yolsuzlukta resmen level atlanılan yıllar. kamu ihaleleri müteahhitlere peşkeş çekiliyor, millet devletle ortak olmuş gibi. i. dünya savaşı çıkınca da şeker fiyatlarıyla oynayıp cepleri dolduruyorlar.
adam bir de pesoyu getiriyor, "bundan sonra dolarla değil kendi paramızla soyulacaksınız" diyerek. sekiz senede 800 milyon dolar harcıyor ve devleti borç içinde bırakıyor. üstüne bir de amerikalı üniversite kardeşlik kulübünü ağırlayıp "bakın ne kadar global bir yolsuzluk yaptık" diye övünüyor neredeyse.
granma'dan önceki günler
26 temmuz 1953'te fidel castro, kardeşi raúl ve yaklaşık 100 kişilik mini gerilla ekibi, "biz bu işi kışladan başlatalım" diyerek moncada kışlası'na daldı ama plan güzel, uygulama kötüydü. ciddi bir hazırlık olmadan girilen bu çatışmada çoğu öldü, kalanlar da kısa sürede yakalandı. fidel ve raúl dahil herkes sağlam ceza yedi. fidel’in payına 15 yıl düştü, adres: isla de la juventud’daki presidio modelo ama batista “ben affediciyim” diye düşünüp 1955’te siyasi baskılar sonucu tüm politik mahkûmları salıverdi. castro kardeşler dışarı çıkar çıkmaz direksiyon meksika’ya çevrildi. orada hem sürgündeki diğer kübalılarla birleştiler hem de büyük dostluklara imza attılar.
bu dönemde en önemli gelişme: fidel’in che guevara ile tanışması. arjantinli doktor, “devrim mi dediniz? varım” diyerek ekibe katıldı. buradan sonra işler hızlandı. ekip, ispanya iç savaşı'na katılmış ve gerilla taktiklerini bilen eski asker alberto bayo tarafından eğitildi ve sonra: granma. 1956 kasımında fidel ve 81 kişi, 12 kişilik yat boyundaki bu tekneye doluşup “batista seni devirmeye geliyoruz” diyerek yola çıktılar.
1956–1958 arası küba devriminin dağ günleri
granma yatı yola çıkarken plan “doğu küba’ya çıkar, içeridekilerle birleşir, batista’yı kısa yoldan indiririz” şeklindeydi ama karaya indiklerinde her şey allak bullaktı. yanlış yere, yanlış zamanda çıktılar. içerideki llano kanadıyla iletişim kurmak da yalan oldu.
üstüne bir de hava saldırısı yediler, 82 kişilik ekipten geriye sadece 15-20 kişi kaldı. bildiğin gemiyle gelen devrimci dalgası, ormanda hayatta kalma oyununa dönüştü.
dağlarda küçük gruplara ayrılıp hayatta kalan diğerlerine ulaşmaya çalıştılar. burada işin kahramanları: köylüler. hem yiyecek verdiler, hem yol gösterdiler, hem de bu ekibi tekrar bir araya getirdiler. o noktadan sonra hayatta kalan 12 kişi, yani fidel, raúl, che, camilo ve diğerleri devrimin beyni oldu.
1956’dan 1958 ortalarına kadar, bu çekirdek ekip sierra maestra’daki batista karakollarına baskınlar yapmaya başladı. şehirlerdeki sivil hareket frank país ve huber matos gibi isimlerle genişlerken, dağlar yavaş yavaş özgür bölgeye dönüşüyordu. bu arada che ve raúl dağlarda bayağı keskin takılıyor, batista sempatizanlarını ve “şüphelileri” idam ederek kontrolü sağlıyorlardı. yani sadece mermi değil, psikolojik savaş da devredeydi.
asker sayısı 200 civarı. karşılarında 30-40 bin kişilik ordu var ama problem şu: batista'nın askerleri "savaşa çok da istekli değil." emir veriliyor ama ya korkuyorlar ya da “niye bu dağlara çıktık biz ya?” diye sorguluyorlar.
üstüne bir de abd ambargosu geliyor: 14 mart 1958'de amerikalar “uçak yok, parça yok, pilotunu da vermem” diyor. batista’nın hava gücü çöküyor.
durum kontrolden çıkınca batista “yeter ulan” deyip verano operasyonunu başlatıyor. 12.000 askerle dağlara dalıyorlar ama yarısı eğitim görmemiş er. sonuç?
la plata muharebesi mesela: fidel’in adamları 240 kişiyi esir alıyor, kendileri sadece 3 kişi kaybediyor. tam batista “artık köşeye sıkıştırdık” derken 29 temmuz’da cantillo bir tuzak kuruyor, castro yaklaşık 70 kişiyi kaybediyor ama hemen 1 ağustos’ta ateşkes öneriyor. cantillo da “tamam” deyince fidel ekibi alıp tekrar dağlara geri çekiliyor.
batista kaçtı, fidel geldi
batista’nın son umudu olan o büyük verano saldırısı hüsranla sonuçlanınca, castro ve tayfası 21 ağustos 1958’de saldırıyı başlatıyor. “oriente” bölgesi dedikleri yer şimdi 4 parçaya bölünmüş ama o zamanlar orada dört cephe oluşturmuşlar: santiago de cuba, granma, guantánamo ve holguín. batista’nın bırakıp kaçtığı cephaneler tam da lazım olduğu gibi devrimcilere güç vermiş, seri zaferler başladı.
bu arada che guevara, camilo cienfuegos ve jaime vega komutasındaki üç ekip de santa clara’ya yöneldi ama jaime vega ekibi tuzaktan geçti, dağıldı. kalan iki ekip, castro’nun resmi komutasında olmayan ama direnişteki başka gruplarla birleşti. cienfuegos 30 aralık’ta yaguajay çarpışmasını kazanarak “yaguajay kahramanı” unvanını aldı. ertesi gün, 31 aralık’ta santa clara şehri guevara, cienfuegos ve william alexander morgan tarafından ele geçirildi.
bu haberler batista’yı büyük paniğe soktu. ertesi gün, yani 1 ocak 1959’da uçağa atlayıp dominik cumhuriyeti’ne kaçtı.
fidel, batista'nın kaçtığını duyunca santiago de cuba’yı almak için görüşmeler başlattı. 2 ocak’ta albay rubido askerlerine “bakın savaşmayacaksınız” dedi ve şehir düştü. guevara ile cienfuegos da aynı saatlerde havana’ya girdi, yol üzerinde kimse direnmedi.
6 ocak’ta da castro bizzat havana’ya çıktı. artık küba’nın yeni başkanı, yeni lideri ve yeni patronu belliydi.
1959 sonrası küba
(bkz: la coubre patlaması)
(bkz: küba füze krizi)
devrim zaferle sonuçlandıktan sonra küba hemen büyük bir “yeni düzen” moduna geçti.
özellikle amerikalıların can simidi olan united fruit company, shell, itt gibi dev şirketler hemen kamulaştırıldı, toprak reformları yapıldı, halkın eline toprak verildi. yani eski düzeni yıktılar, yerine sosyalist kafayla yepyeni bir sistem kurdular ama tabii amerika bu işten hoşnut değildi. eski batista destekçisi askerlerin kalıntılarından kurulan 2506. tugay ile “domuzlar körfezi çıkartması” adında efsane bir işgal girişimi yaptılar ama devrimciler kapıyı yüzlerine çarptı.
bu başarısız işgalin ardından küba, sovyetler birliği ile iyice yakınlaştı ama amerika pes etmedi, mongoose operasyonu adı altında türlü sabotaj ve suikast planlarıyla işleri karıştırmaya devam etti.
amerika’nın oyunu bu sefer karşılık buldu: castro, adaya sovyet balistik füzelerini yerleştirdi ve tarihe “küba füze krizi” olarak geçen o dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren gerilim başladı.
sonrası malum: soğuk savaş'ın en kritik anlarından biri.
ambargolar, siyasi gerilimler derken, 2015’ten sonra amerika biraz yumuşadı, turistler küba’ya gitmeye başladı ama ekonomi hâlâ sancılı, tarih ise hâlâ izlerini bırakıyor.