Bilinemezliğin Sularına Yelken Açan Agnostisizmi Aydınlatıcı İzler Taşıyan Bir İnceleme
Agnostisizm: Tanrının varlığının veya yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akım.
ölümden sonra yaşamı veya başka bir rahatlatıcı senaryoyu umut etmek ile felsefi olarak bilinemezci olmak, kaçınılmaz biçimde bir çelişkiye işaret etmeyebilir.
tanrının varlığına bilimsel ve felsefi yönden yaklaşan birinin kaçınılmaz olarak varacağı sonuç bilinemezciliktir. belki ilerde final fantasy misali, dünyanın derinlerinde bir yerlerde yeşil yeşil akan gaia enerjisi keşfedilir, yahut mars rover'ları gelişi sürekli ertelenen foton kuşağına girip bozulurlar (yok ya, foton kuşağı iyi bir şeydi, dna'yı bile 12 sarmallı yapıyordu. öyleyse o rover'lar sibernetik organizmaya dönüşürler, el ele tutuşup age of aquarius şarkısı söylerler), o zaman işler değişir. ama şimdilik, değil huxley'den taa immanuel kant'tan (algı kalıpları, vs) bu yana gelen mevcut argümanlar ışığında, tanrının varlığı ve yapısıyla ilgili tek akılcı yaklaşım budur.
dolayısıyla bilinemezcilik kanımca bir inançtan ziyade bir çıkarımdır.
hatta güçlü ve zayıf bilinemezci olmak dahi (hiçbir zaman bilinemez, şimdilik bilinemez) loto oynar gibi değil, yapay zeka uzmanlarının, nörologların bulgularına göre belirlenir kişi tarafından. bunun bir nedeni, genelde agnostiklerin illa bilim adamı olmasalar dahi bilimsel metodu benimsemiş insanlar olmalarıdır; her türlü probleme bu kafa yapısıyla yaklaşmalarıdır.
tabii bu yaklaşımı benimsememiş olan mistikler, sufiler, new age meraklıları, bilinemezciliğin genel geçer yargılarından alınabilirler ve "sen bilemiyorsun diye benim kişisel tecrübelerimi hiçe sayamazsın" diyebilirler.
ama bu mantıkla kendilerini napolyon sananlara, tecavüz travmasını atlatmak için uzaylılar tarafından kaçırılıp kıçına metal sokulduğunu iddia edenlere, lsd'li kafayla algısı değişince kozmosla bağlantı kuran hippilere, bu hippilerden binlerce yıl önce yine mantarlarla kafayı bulup evrenin sırrını sayılarda arayan pisagor'lara yahut ramtha'ya da inanmamız gerekirdi. hem de bu tip iddialara sahip insanların bir tanesinin dahi anektodal örneklerden ve itiraflardan öteye geçemediklerini, kontrol grubu bulunan double-blind peer-reviewed hiçbir deneyde bunları doğrulayacak bir kanıt bulunmadığını, tam da aksine, yığınla psikolojik ve fizyolojik açıklamaların getirilebildiğini bile bile inanmamız gerekirdi.
sonuçta son paragrafı bilimsel bıdı bıdı olarak görseniz dahi olayın özü şudur:
insanın elde edebileceği tüm bilgiler ve yaşayacağı tüm tecrübeler, algılarıyla ve o algılara karşılık gelen kategorilerle (zaman, mekan, nicelik, nedensellik, vs) sınırlıdır. eğer meditasyonlarınız esnasında tanrıyla saf bir bağ kurduğunuza gönülden inanıyorsanız, muhtemelen benzerlerinizin "en az" yüzde 99.99'unda olduğu gibi algılarınız fizyolojik ve/veya psikolojik (ki o da tamamen fizyolojiye indirgenebilir ileride) etkenlerle bozulmuştur.
ammaaaa diyelim ki sizde hiçbir şey sorun yok, yine de bilinemezciliğin son savunma hattını geçemezsiniz, o da meşhur tüpteki beyin argümanıyla özetlenebilir.
yani siz tecrübelerinizin gerçek ve orjinal mi olduğunu, yoksa sadece 23.yy'da bir bilimadamının deneyinden veya 22.yy'daki bir bilgisayar programından mı ibaret olduğunuzu bilemezsiniz, 40 yıllık budist rahibi de olsanız, atlantis bilgesi de olsanız bilemezsiniz. [descartes'ı meşhur yapan şey de budur zaten, bırakın bu tecrübelerin gerçekliğini, adam varlığından dahi şüphe etmiş, sonunda düşünüyor olmasının en azından var olduğunu kanıtladığını ama bu kadarla kaldığını söylemiştir]
dolayısıyla bilinemezcilik, sübjektif ataklarla üstesinden gelinemeyecek bir çıkarımdır.
öte yandan bilinemezcilik çıkarımını yapmak için illa bütün inançlardan feragat edilmesi gerekmez.
zira halihazırda bulunan inançlara eğitim ve aile yoluyla maruz kalmamışsak dahi, ölüm korkusu gibi varlığı ve şiddeti evrimsel nedenlere rahatça dayandırılabilecek psikolojik etmenler yüzünden kaçınılmaz olarak inançlar geliştirebiliriz. gece yatağa yatıp ölmüş akrabalarımızı düşündüğümüzde, ister istemez onları cennetvari mekanlarda hayal edebiliriz ama bu, ne cennetin olduğuna kanıttır ne de bizim cennetin varlığına daha çok ihtimal verdiğimize. en iyi ihtimalle umuttur, inanç değil.
ama inanç olsa dahi bu çelişki yaratmaz. zira ben izafiyet teorisine de inanamıyorum mantığıma aykırı olduğundan (daha doğrusu mantık değil de intuitiona (sezgi) karşı olduğundan) ama hem matematiksel hesaplarla hem de deneylerle doğru olduğunu biliyorum.
edit: ekşi sözlük'ten "kaptanın seyir defteri" kişisi uyardı, sezgi lafını kullanmak karışıklıklara yol açabilir diye. muhtemelen demek istediğim common sense (sağduyu, ortak akıl). yani ışığın hızının, gözlemcinin hareketine bağlı olmadan hep aynı algılanmasına, günlük hayatta karşılaştığım ilgili her örneğin aksini önerdiği için, benim kafam basmıyor ama doğru olduğunu kanıtlayabiliyorum.
kişisel yatkınlıklarım ve önyargılarım beni bir tarafa çekerken, aklım, mantığım ve kontrollü gözlemlerim müthiş bir kesinlikle başka bir şeyi söyleyebilir pekala. insanın arkadaş ortamlarında bilinemezci olup, gece yattığında başka şeyler düşünmesi de samimiyetsizlikten ziyade, hayatımızın çoğu alanında olduğu gibi burada da bir çekişmeden ibarettir. ama ben inanmasam da, kavrayamasam da, inkar etsem de izafiyet teorisi doğrudur, benim sübjektif yargımdan ve kapasitemden bağımsız olarak vardır. bilinmezciliğe doğru yaptığım çıkarımlar da aynı şekilde beni yok oluş korkusunun kucağına atabilirler ama isabetlidirler ve bir bilinemezcinin bu mücadelenin farkına varması bile zaten düşüncesinde tutarsızlık olmadığına en güzel örnektir.
diyelim ki ne bir nevi matrixte olabileceğiniz , ne kendinizi şartlandırıyor olabileceğiniz, ne de olası fiziksel dengesizlikler sizi ikna etmedi
"yok kardeşim, ben hakkaten de birşeyler hissediyorum; yani bir güç var, bir bağlantı var, kozmostur, allahtır, gaiadır, enerjidir, siriuslulardır, bir şey var sonuçta" dediniz.
olmadı, yine olmadı. dünyanın en kıl adamı olarak tarif edeceğiniz her türlü tecrübenizi yalanlayabilirim ve sizin tanrı tasvirinizden farklı ama herşeye gücü yetebilen bir tanrının, herkesle birlikte sizi de 5 saniye önce yaratmış olabileceğini, tüm anılarınızı, eğilimlerinizi, önyargılarınızı ve bilgilerinizi de 5 saniye önce kafanızın içine koyduğunu iddia edebilirim. yani o çok emin olduğunuz tecrübenin hayal değil gerçek olup olmaması bir yana, bunu hiç yaşamamış olmanız fakat sadece onunla ilgili bir anıya sahip olmanız -ki bu anı da dışardan yapay olarak yerleştirilmiş- da olası. bu tanrının gücü her şeye yettiğine göre, olan bitenden şüphelenmeniz de imkansız.
şimdi bu bize çok absürd bir alternatif olarak gelse de burada savunmada olan bilinemezcinin amacı, varlığınıza herhangi bir mantıklı açıklama getirmek değil.
zira tanrının bizi 5 saniye önce yaratmış olması her ne kadar çürütülemez bir ihtimalse de pek olası değil. bunun yerine, tecrübelerinden ve bilgilerinden son derece emin olan insanların ayaklarının yere basmasını sağlamaktır. her türlü son derece olası açıklamayı hiçe saysak bile [kimyasal dengesizlikler, travmalar, şartlandırılmalar, mantık hataları, tesadüfler, konformizm] bir sonraki adımda karşımıza daha az olası ama yanlışlanamayan açıklamalar çıkacak [tüpteki beyin, uzaylıların deneyi, sanal gerçeklik, rüya] ve en sonunda en aşılmaz bariyere geleceğiz: descartes'ın bahsettiği, bizi sürekli yanıltmak isteyen şeytani varlık gibi bir gücün bizi bu şekilde düşünmeye -artık her neye inanıyor ve düşünüyorsak- zorlaması, ikna etmesi, hatta baştan öyle yaratması.
bilinemezciler manyak gibi bunların hepsine aynı olasılığı atayıp gülünç duruma düşmezler yahut günlük hayatlarını da sürekli bir paranoyayla yaşamazlar ama bilgilerinin kesin olduğunu iddia eden insanların da yukarda belirtilen engellerden muaf olmadıklarını bilirler. işte bu yüzden de güvenle, hiçbir art niyet veya aşağılama olmadan, süratiniza nanik yapma gereği duymadan "tanrının var olup olmadığını, varsa da doğasını bilemezsiniz" diyebilirler. [artık burası iyice şüphecilik koktu]
nitekim diyorum, bilemezsiniz işte bilemezsiniz, canıma değsin (nanik).