Az Bilinen Yönleriyle Queen Grubunun Öyküsü

1970 yılında İngiltere'de kurulan ve albümleri tüm dünyada 300 milyondan fazla satmış olan rock grubu Queen'in kuruluş ve yükseliş öyküsü.
Az Bilinen Yönleriyle Queen Grubunun Öyküsü

70’lerin başından bu yana rock tarihinin ‘kraliçe arı’sı olmayı başarabilmiş, müziğiyle ilgilenen veya ilgilenmeyen herkesin takdirini toplamış bir topluluktur queen. kurulduğu ilk günlerden beri yaptığı işlerle her dönem zirvede kalabilmiş, aktif müzik kariyerini noktaladıktan 15 yıl sonra bile mevcut konumunu koruyabilmiştir. bundaki temel neden ise, queen’in müziğini icra ederken sergilediği popülist tutumdur. müzik piyasasında bulundukları her dönem, günün gereklerine uygun olarak en iyi ürünü çıkarmayı hedeflemiş, modern tüketime yönelik şarkılar yapmayı uygun görmüş bir gruptu queen. bu sayede müzikle tanışan her genç insanın queen’le de bir şekilde tanışması kaçınılmaz bir hal alıyordu.

grup henüz kurulma aşamasındayken, biri hariç, grubun şu andaki üyeleri bile böyle bir aşamadan haberdar değillerdi. hepsi kendi halinde, 4 üniversite öğrencisinin kurduğu bir grubun, rock tarihindeki demir başlardan biri olacağını sadece biri kestirebiliyordu; freddie mercury geleceğe yönelik müzikal planlarını kafasında kurgulayan bir grafik öğrencisiydi londra’da. kolej çevrelerinden arkadaşı olan tim staffell ile çok sık vakit geçirir ve zaman buldukça tim’in grubu olan smile’ı izlemeye giderdi. smile her zaman için freddie’nin, kafasındaki fikirleri canlandırdığı bir pilot grup niteliğindeydi. grubun gitaristi brian harold may ve davulcusu roger meddows taylor, freddie’nin her zaman birlikte iyi şeyler yapabileceğine inandığı müzisyenlerdi. bu nedenle gruba dahil olma yolları arıyor ve bu esnada küçük çaplı gruplarla çalışmalarına devam ediyordu.

Freddie Mercury

freddie her zaman birlikte çalışacağı kişilerin niteliklerini düşünürdü. çünkü kendisiyle birlikte, çalışacağı insanların ne kadar iyi müzisyenler olduklarının yanı sıra ne tarz bir mentaliteye sahip oldukları da çok önemliydi. aradığı kişilerin sadece birer müzisyen değil, hepsinin kendince değişik meziyetleri bulunmalı, hepsi şova yönelik karakterlere sahip kişiler olmalıydı. çünkü müzikte görsellik ve seyirciye yönelik şovlar çok önemliydi ona göre. o zamanlarda, freddie’nin insanlara garip gelen bu yaklaşımı zaman içinde queen’le kendini doğruladığında insanlar bu zanzibar göçmeni ve arkadaşlarından çok daha büyük şeyler bekleyecekti...

tim staffell’ın daha büyük işler için smile’dan ayrılması freddie için bulunmaz bir fırsat olmuştu. tim aracılığıyla tanıştığı ve yakın arkadaş olduğu diğer iki grup üyesine planlarından bahsederek birlikte yapabilecekleri şeyler konusunda onları ikna etmeyi başarmıştı. freddie de o dönemlerde çalıştığı wreckage adlı gruptan ayrılarak, roger ve brian’la birlikte yeni bir grubun temellerini atmaya başlamıştı. üçlü biraraya gelerek grubun tek eksiği olan basçıyı aramaya başladılar ve ilanlara yanıt verenler arasında yaptıkları seçmeler sonucunda john richard deacon’ı gruba dahil ettiler. artık ihtiyaçları olan her şey hazırdı ve gerisi kendilerine kalmıştı.

vakit kaybetmeden grupla ilgili çalışmalara başladılar. fakat henüz bir isimleri de yoktu. isim konusunda alternatifler türetilirken en etkili öneri freddie’den geldi: queen.

ilk bakışta çok yavan görünen ‘queen’ ismi aslında ihtiyaçları olan bir çok şeyi içinde barındırmaktaydı. britanya için en önemli sembol olmasının yanı sıra, söylendiğinde gücünü hissettiren, ihtişamlı bir isimdi queen. fakat bir o kadar da altında ezilme tehlikesi büyük olan isimlerdendi. bu nedenle diğer grup üyeleri kabul etseler de ilk anda endişeli yaklaştılar bu isme. çünkü grup adına sahip oldukları sorumluluk, bu isimle bir kat daha artacaktı. artık üstlerine düşen, müzik camiasında bir ‘kraliçe’ gibi davranarak, insanlara özel olduklarını hissettirmekti.

bu doğrultuda freddie de o zamana kadar farrokh bulsara olan ismi yerine, şu anda kendisini tanıdığımız freddie mercury ismini kullanmayı tercih etmişti. çünkü bu hem daha akılda kalıcı hem de daha gösterişliydi kendisi için. freddie’nin kafasında her zaman müzikal bir şov vardı. sadece sahneye çıkıp şarkılarını izleyiciyle paylaşan bir grup istemiyordu. ilk dönemlerinde bir konser grubu olarak tanınacak queen’in en belirleyici özelliği de bu olacaktı zaten, seyircinin kalbine tatlı bir dokunuş.

adlarını insanlara duyurana kadar yerel konserlerde boy gösterdi queen. henüz tanınan bir grup olmadıkları için ağırlıklı olarak kendi parçalarını çalamıyorlardı konserlerinde. mevcut playlistlerinde coverların ağırlığı hissediliyordu, fakat arada kendi parçalarının mevcut olması, queenin perspektifini insanlara gösteriyordu. zaman içinde queen, üniversite çevrelerinde iyiden iyiye ünlendi ve çeşitli organizasyonlardan davetler almaya başladı. kendilerini çevreye kabul ettirdikçe konserlerinde artık kendi şarkılarını çalmaya başladılar. bu arada da kendi imkanlarıyla ilk stüdyo albümleri queen'i 1973’te çıkardılar piyasaya. pek ses getiren bir albüm olmamıştı ama albümden çıkan ilk single keep yourself alive londra radyolarında çalınmaya başlamıştı. bu queen için gerçekten önemli bir hadiseydi, çünkü o dönemde insanlar ağırlıklı olarak radyolardan aşina oldukları gruplara yöneliyordu ve satın alıyordu.

Queen'in ilk single'ı: Keep Yourself Alive

yerel konserlerle ismini duyuran ve hızla ünlenmeye devam eden queen, artık büyük bir konser grubu olmuştu. konserlerinde büyük ışık oyunları, freddie mercury’nin hareketli sahne şovları, brian may’in red special’ı ile elde ettiği kendine özel tonu ve insanların pek alışık olmadığı şekilde rock müziğe entegre ettikleri yoğun piyano partisyonları ile belleklerde iyice yer ettiler. bu esnada vakit kaybetmeden 1973 sonunda ikinci stüdyo albümleri queen ii kaydettiler ve 1974’te ikinci plakları raflarda yerini aldı. artık queen hızla, hem yeni bestelerini kaydediyor, hem de konserler vermeye devam ediyordu.

aynı yıl içinde hız kesmeden üçüncü albümleri sheer heart attack kayıtları yapıldı. aslında bu yaptıkları riskli bir şeydi. çünkü henüz tanınma aşamasındayken ellerindeki malzemeyi bu denli hızlı harcıyorlar, bir anlamda da geleceklerini tehlikeye atıyorlardı. çünkü o dönemlerde piyasaya çıkan ve kısa sürede silinen çoğu grubun temel problemi, yaptıkları parıltılı çıkışı sürdürecek kalitede çalışmaları ileride devam ettirememeleri, en güvendikleri materyallerini bir çırpıda harcamalarıydı.

üçüncü albümleri queen açısından çok önemliydi, çünkü ilk kez bir televizyon programından teklif almalarını sağlayacaktı. hem de bu teklif, ülkenin en büyük müzik programı olan, bbc’nin hazırladığı top of the pops’a çıkma teklifiydi. queen için heyecan verici bu teklif aslında tam aradıkları fırsattı. bütün dünyadaki insanların kendileri hakkında fikir sahibi olmasını sağlayacaktı bu deneyim. program çekimlerinde killer queen, now i’m here, keep yourself alive ve seven seas of ryhe adlı parçaları canlı çaldılar ve bu performanslarıyla büyük beğeni topladılar.

Killer Queen (Live @ BBC / Top Of The Pops, 1974)

*****

artık tasarladıkları büyük çıkışı yapmanın zamanı gelmişti ve bu çıkışı dördüncü stüdyo albümleri ile yapacaklardı. kendilerini bütün dünyaya tanıtacak, son yılların en büyük hitini barındıracak olan albümleri 1974 sonunda geldi: a night at the opera.

A Night At The Opera

genel anlamıyla bakıldığında önceki albümlere göre biraz daha hafif bir müzikle karşılıyordu queen bizi. daha senfonik ve vokal yoğunluklu şarkılar barındıran bir albümdü a night at the opera. aslında bu bahsi geçen özellikler, bu zamana kadarki queen albümlerinde de bulunan ve kulağa çok ekstra gelen özellikler değildi. sadece daha yumuşak bir müziğe geçiş yapmaktaydı ve ilk değişimlerini gösteriyordu queen. fakat albümü zirveye taşıyacak asıl özelliği farklıydı. ilk duyulduğu anda büyük yankı getiren ve ilerleyen yıllarda da rock tarihinin en iyi şarkısı olarak nitelendirilecek olan bohemian rhapsody bu albümde yer alıyordu.

Bohemian Rhapsody

şarkı freddie mercury tarafından yazılmıştı ve yapıldığı zaman prodüktörler tarafından ilk anda pek tutulmamıştı. çünkü onlara göre bir şarkının hit olabilmesi için süresi üç dakikayı geçmemeliydi ve şarkı altı dakikaydı. bu kadar uzun bir şarkının single’da yer alamayacağını bu yüzden şarkının kısaltılması istendi queen’den. yapımcıların bu isteği grup elemanları tarafından reddedildi; “bu şekliyle kullanın, şarkıda hiçbir kısaltma yapmayacağız.”

herkes şarkının çok iyi olduğu konusunda hemfikirdi fakat kimse bu denli uzun bir parçanın hit olabileceğine inanmıyordu. freddie albüm çıkmadan önce, şarkının bir kopyasını radyocu bir arkadaşına verdi dinlemesi için, ama single çıkana kadar çalmaması konusunda uyardı kendisini. arkadaşı şarkıyı dinledikten sonra freddie’yi aradı ve bunun mükemmel bir şarkı olduğunu söyleyerek freddie’den parçayı radyoda bir kez çalmak için izin istedi. böylelikle insanların da tepkisini ölçebileceklerdi. freddie tamam dedi, ama sadece bir kere çalınacaktı. ertesi gün şarkı radyoda ondört kez çalındı ve dinleyiciler tarafından çok iyi tepkiler aldı. artık beklenen bir albüm olmuştu dördüncü albüm. albüm henüz çıkmadan yüzbin sipariş almıştı ve çıkar çıkmaz ingiltere listelerinde birinci sıraya yükselerek bir rekor kırdı. ayrıca albüm, ingiliz plak enstitüsü tarafından ‘son 20 yılın en iyi albümü’ seçildi. albümdeki bohemian rhapsody’nin bir başka özelliği ise çekilen ilk görsel video klibin bu şarkıya ait olmasıydı.

albümdeki death on two legs, the prophet’s song, love of my life gibi şarkılar bohemian rhapsody’nin gölgesinde kalmaya mahkum parçalardan olmuştur. aslında daha önceden de queen çok önemli eserler meydana getirmişti fakat henüz yeterli üne sahip olmadıkları için pek göze çarpmamıştı. seven seas of ryhe, the march of the black queen, fairy feller’s master stroke, killer queen gibi parçalar bu duruma örnek gösterilebilir.

***

queen artık dünya çapında tanınan bir gruptu ve yapmak istediği şeyle kendini kabul ettirmişti. müziklerinde gözle görülür bir değişim farkediliyordu. artık sertlikten daha uzak, daha senfonik bestelerle karşımıza çıkıyorlardı. aslında ellerinden geldiğince dönemin gerektirdiği, daha çok talep gören şeyler yapmak istiyorlardı. bu durum bir takım kişilerin ve eleştirmenlerin pek hoşuna gitmiyordu. zira popülarite için taviz vermek olarak görülüyordu queen’in bu tutumu. aslında grubun bu yaklaşımının arkasında, müzik dünyasında bulundukları her dönem, zirvedeki grup olma isteği ve isimlerinin gerektirdiği konumda bulunmak istemeleri yatıyordu. freddie mercury bu durumu şu sözlerle özetliyor:
“tamamen modern tüketime yönelik müzik yapıyoruz. yaptığımız müzikle insanlara mesajlar vererek onları etkileme çabamız yok. günübirlik şarkılar yapıyoruz, insanlar dinledikten sonra kullanılmış bir mendil gibi atıp sonrakine geçebilsin diye...”

bu tutum zaman içinde queen’in ağır eleştirilere maruz kalmasına ve zaman zaman dinleyici kaybetmesine neden olsa da uzun yıllar boyunca grubun her kesim tarafından dinlenmesini ve zirvede kalmasını sağlayacaktı.

queen bir süre dünyada turnelerde boy gösterdi ve insanların tepkisini ölçtü. cidden iyi tepkiler alıyordu ve tam bir konser grubu olduğunu dünyaya hissettiriyordu. öyle ki artık konserlerinde izdihamlar oluşuyordu ve bu durum daha büyük çaplı konserlerin habercisi niteliğindeydi. zaten yakın zamanda dünya çapında stadyum konserleriyle boy göstereceklerdi.

turneler nedeniyle albüm çalışmalarına bir süre ara verdikten sonra 1976’da a day at the races adlı albümle sevenlerinin karşısına çıkan grup ilk hissedilir değişimlerini yaşamaktaydı. daha önceki albümlerde mevcut olan rock soundu yerini daha yumuşak tonlara bırakıyordu. yalnız kendilerini dünyaya henüz kabul ettirmişken büyük değişimlere girmek pek doğru olmazdı. bu nedenle grup bu olayı tarz içi değişikliklerle gerçekleştirme yoluna gitti. a day at the races ile senfonik yoğunluğunu hissettirirken, bir sonraki albümleri news of the world yoldaydı. bu sefer, rock soundlardaki albüm içinde yer yer blues etkileşimleriyle karşımıza çıkıyorlardı. tarzlarında keskin sapmalara doğru yol alırken hit parçalar üretmeye de devam ediyorlardı. rock müzikte klasik haline gelen we will rock you ve we are the champions da bu albümde yeralıyordu.

We Will Rock You

1978 senesinde, o zamana kadar kendi içinde en çok farklılık gösteren queen albümü olan jazz piyasaya çıktı. albümü dinlemeye başladığınızda oryantal ritimler ve doğu melodileriyle süslenmiş olan mustapha adlı parçayla karşılaşıyorsunuz. ardından hard rock soundunda birkaç parça ve jazz türünde parçalar karşımıza çıkıyordu. albümün ilk single çalışması fat bottomed girls ve bicycle race adlı parçalardan oluşuyordu. bicycle race adlı parçanın klibi nedeniyle grup birkez daha tepkileri üzerine çekmişti. parçanın klibinde yüz tane çıplak kız bir bisiklet yarışındaydı ve albümün içinde bu klipteki ‘bisikletli kızlar’ın bir posteri bulunuyordu. bu nedenle aileler tarafından büyük tepki topladı. ilk olarak bazı ülkelerde klip sansürlendi, daha sonra da amerika’da bir süre albümün satışı durduruldu ve daha sonra postersiz basımı tekrardan satışa sunuldu. queen bu tip tepkilerden pek rahatsız değildi, çünkü öyle ya da böyle bir şekilde adlarından söz edilmesi işlerine geliyordu. sonuçta kötü bir şey yamıyorlardı ve bu nedenle rahatsızlık duydukları bir konu yoktu.

grup stüdyo çalışmalarına bir süre ara vermişti ve konserlere yoğunlaşmıştı. bu esnada ilk konser albümleri olan live killers geldi. bu bir double albümdü ve bugüne kadar verdikleri konserlerden bir derleme içeriyordu. 1980’de sekizinci stüdyo albümleri the game ile tekrar karşımıza çıktı queen. the game, yedinci yıldaki sekizinci stüdyo albümüydü ve bir de konser albümü çıkarmışlardı. dinleyiciler için keyif verici olan bu durum kimilerine göre de endişe vericiydi. çünkü ellerindeki malzemeyi olabildiğince hızlı harcayarak yakın gelecekte üretkenliklerinin azalmasından korkuluyordu. eğer queen tek tarza sadık bir mzik yapsaydı belki bu endişeler yerini bulabilirdi. çünkü yaklaşık 10 yıl boyunca aynı türden yeni şarkılar yapmak hem zor hem de sıkıcı olabilirdi ve bu da grubun geleceği için pek hoş olmazdı.

80'lere geçiş:

80’ler başı queen için ikinci bir dönüm noktasıydı. çünkü bu dönemde verdikleri kararlar grubun geleceğini önemli ölçüde etkileyecek ve grubu her anlamda rahata kavuşturacaktı.

gruba 1981’de, dönemin bilim kurgu filmi flash gordon'un müziklerini yapmaları yönünde bir teklif geldi ve grup teklifi kabul etti. kısa sürede filmin müziklerini hazırladılar ve bu müzikleri içinde barındıran albümü flash gordon motion picture soundtrack adıyla piyasaya sürdüler. aynı yıl, grubun 10. yılı münasebetiyle bir greatest hits albümü çıkardılar. albümde grubun geride kalan on yılına damgasını vurmuş onyedi parça bulunuyordu. bu toplama albüm dünya genelinde büyük ilgi gördü ve queen dinlesin dinlemesin, müzikle ilgilenen hemen herkesin arşivlerinde yerini aldı. greatesh hits'in önemli bir özelliği ise, o dönemlerde yabancı rock albümlerinin satışının yasak olduğu iran’da özel bir izinle satışına izin verilen ilk rock albümü olmasıydı.

bu aradaki boşluk grup için iyi bir soluklanma dönemi olmuştu. bu dönemde konserlere yoğunlaştılar, bir yandan da onuncu stüdyo albümlerinin çalışmalarına başladılar. yeni gelecek olan albüm, queen albümleri arasında belki en az tutulan fakat grubun kariyeri açısından en önemli albümlerden biri olacaktı.

1982 yılında, o döneme kadarki queen fanlarını pek memnun etmeyecek albüm gelmişti: hot space

Hot Space

albüm yoğun bir şekilde, 80’lerin henüz alışık olunmayan pop müziğini barındırıyordu. dinleyicilerin queen’den duymaya alışık olmadıkları bir sound hakimdi albümde. 1-2 parça dışında, rock kategorisine sokulabilecek parça bulunmuyordu albümde. geri kalan parçalar, 80’lerin pop ritimleri üzerine kurulu, synth yüklü tonlarla süslenmiş parçalardı. dolayısıyla 70’lerin rock dinleyicisine pek hitap etmiyordu. bu nedenle, 70’lerde edindikleri fan kitlesinin bir bölümü hayal kırıklığına uğradığını düşünüyordu ve gruba karşı tavır aldılar.

artık insanlar queen’in yaratıcılıktan uzaklaştığını düşünüyordu. yeni albümdeki şarkılar insanlara çok yabancıydı. çünkü 80’lere hakim olacak trend çok erkenden kendilerine sunulmuştu. bunun altında da freddie mercury’nin müziğin gidişatındaki ileri görüşlülüğü yatıyordu. müziğin hangi yöne doğru ilerlediğini çok iyi bilen mercury, herkesten önce bu müziği insanlarla tanıştırdı. queen’in en önemli özelliklerinden biri de buydu zaten. sürekli yeni tarzlar deniyordu ve bunu herkesten önce, iyi bir şekilde yapmaya özen gösteriyordu. böylelikte her kesim tarafından sevilen bir grup olmayı başarabiliyordu.

hot space, queen’e çok şey kazandırdı. bunlardan en önemlisi insanların, queen’in yapacağı her şeye hazır olmasını sağlamasıydı. bu albümü bir şekilde kabul ettirdikten sonra, artık queen’in yapacağı hiçbir şey yadırganmayacaktı. albümün bir başka ve daha önemli özelliği ise queen’in geleceğine dairdi. eğer bu albüm olmasaydı, queen akıllarda sadece ‘iyi bir rock grubu’ olarak kalabilirdi ve freddie’nin kafasındaki efsane olma isteği(*) pek mümkün olamazdı. yani kısacası hot space, queen’in vizyonunu bir şekilde dünyaya belli etmiş, müziğe bakış açılarının ne kadar çeşitli olduğunun bir göstergesi olmuştur.

hot space ardından uzun soluklu bir dünya turnesine çıkan queen, bu dönemde en çok yeni ışık şovlarına yoğunlaştı. konserler esnasında sürekli ışık şovlarını geliştirerek, görsel anlamda etkileyiciliklerini arttırma çabasındaydılar. öyle ki zaman zaman bu çabaya verdikleri önemin, kendi kafalarında müziklerinin önüne geçmesine bile neden olmuştur. görsellik, queen konserlerinin vazgeçilmez unsurlarındandı ve 80’lerin başında müzikleriyle beraber grup üyelerin görüntülerinde de bariz değişimler oldu. çünkü grup üyeleri uzun vadede kalıcılık için, keskin değişimlerin önemine inanıyorlardı.

iki yıllık bir aradan sonra yeni albüm, the works geldi. geçen iki yıllık sürede grubun bundan sonra yapacakları daha çok merak edilir olmuştu. böylelikle grup bir anlamda istediğini elde ediyordu. yaptığı her işle insanların ilgisini çekebiliyordu ve insanlar grubun plaklarını daha çok satın alıyordu. the works, poprock türünde ilk queen albümüydü. artık daha oturaklı müzikler yapıyordu ve yaşça olgunlukları müziklerine de yansımaya başlamıştı. fakat müzikal mentalitelerinde bir değişiklik yoktu. her daim dönemin müziğini yapmaya özen gösteriyorlardı.

***

queen artık ilk yıllardaki kaygılarından bir anlamda uzaklaşmış, amacına büyük hızla ulaşmaya devam eden ve sırayla her istediğine sahip olan bir gruptu. insanların gözünde, belki de kendi hayal ettiklerinden bile büyük bir grup olmuştu. bunun temelinde de herkese hitap edebilen bir müzik yapmaları ve konserlerinde seyirciyle aralarında kurdukları yakınlık yatıyordu. artık eskisi kadar sık albüm yapmak yerine, mümkün olduğunca çok konser vermeye gayret gösteriyorlardı. üstüste verdikleri konserlere gösterilen ilgiyi görmek, dinleyiciyle birebir vakit geçirmek daha heyecan vericiydi onlar için. insanlar için de şüphesiz daha keyifliydi konserler. hatta öyle ki, konser verdikleri gün, ingiltere’de ülke geneli resmi tatil ilan edilen tek grup olma özelliğine sahip olmuştur queen.


1984 yılından sonra 2 yıl süreyle konserlere devam eden grup, 1986’da highlander adlı filmin soundtrack albümü niteliğindeki a kind of magic'i piyasaya sürdü. dinleyici açısından gayet doyurucu olan albüm beraberinde uzun bir turne süreci getirdi. magic tour kapsamında dünyanın dört bir yanında verecekleri konserlerden sonra stüdyo çalışmalarını bir süreliğine askıya alacak olan grup için dağılma söylentileri çıkmakta gecikmeyecekti. çünkü a kind of magic’in bir sonraki stüdyo albümüyle arasındaki süre üç yıl gibi queen açısından uzun bir süre olacaktı. bu nedenle daha önceleri grubun yılda bir albüm çıkarmasına alışık olan kişilerce grubun dağılacağı söylentileri hızla yayılmaya başladı.

magic tour sonrasında bir süreliğine grup üyeleri köşelerine çekilerek solo çalışmalara ağırlık verdi. insanlara göre bunlar en belirgin dağılma belirtileriydi. grup, birkaç televizyon programı dışında çok fazla ortalarda görünmemeye başladı. daha sonra grubun tekrar ortaya çıkışı live aid organizasyonuyla oldu. wembley stadyumu’ndaki onbinlerce seyircinin büyük bölümü queen için doldurmuştu stadı ve sahneyi queen aldığında, grubu tekrar bir arada görmenin mutluluğu yaşanıyordu tribünlerde. queen, o gün bir sorun olmadığını bu şekilde göstererek kusursuz bir performans sergiledi.

kısa bir süre sonra grubun ikinci konser albümü olan live magic dinleyiciyle buluştu. magic tour performanslerından oluşan bir toplamaydı live magic. queen’in o döneme kadarki en profesyonel koşullarda düzenlediği turnesi olan magic tour’un en önemli ayağı olan wembley kayıtları ise 1992 yılında live at wembley ’86 adıyla dinleyiciye sunulacaktı.

***

live magic albümü sonrasındaki iki yıllık boşlukta, freddie mercury, montserrat caballé ile barcelona, roger taylor ise solo proje grubu ile shove it adlı albümüyle dinleyici karşısına çıktı. aslında bu dönemde freddie mercury pek evinden dışarı çıkmıyordu ve bu durum da çeşitli söylentilere sebep oluyordu. bir magazin muhabirinin freddie’yi aids testi sonrası doktorunun muayenehanesinden çıkarken görüntülemesi, grup üyelerini ve hayranlarını büyük bir endişe içine sokmuştu. freddie konuyla ilgili konuşmak istemiyordu, basına hiçbir açıklama yapmıyordu. freddie’nin hiv testi pozitifti fakat durumu grup arkadaşları ile dahi paylaşmak istemedi. bunun altında ise freddie’nin mükemmeliyetçi tutumu yatıyordu. kendine göre, o her zaman insanların gözünde ‘mükemmel’di ve ölene kadar insanların gözünde hep öyle kalmayı istiyordu. öldükten sonra da en iyi haliyle hatırlanmak... kısacası insanların kendisine ‘hasta’ gözüyle bakmasını istemiyordu. soranlara gayet iyi olduğunu, hiçbir sorun olmadığını söylüyordu.

kısa süre sonra yeni çıkacak olan queen albümünün haberi geldiğinde, queen hayranları bir nebze olsun rahatlamıştı. 1989’da miracle adlı albümün çıkışıyla, insanlara bunu açıklamasa da grup artık canlı performansları tamamen noktalamıştı. yeni albüm müzikal olarak queen’den bir şey eksiltmemişti. bu albümün en önemli özelliklerinden biri, albümü oluşturan bütün parçaların grubun ortak çalışması olmasıydı. arada geçen zamanda grup stüdyoda birbiriyle yeterince vakit geçirerek ortak bir çalışma meydana getirmişti. albümdeki klip çalışmalarında freddie’nin hastalığına dair belirtiler kendini göstermeye başlamıştı. freddie oldukça zayıflamıştı, hatta bunu gizlemek için sakal bırakmış haliyle insanların karşısına çıktı. insanların korktuğu her şeyin belirtileri gün geçtikçe kendini gösteriyordu fakat freddie ısrarla dedikoduları yalanlıyordu. ilerleyen yıllarda yapılan röportajlarda brian may o günlerdeki durumu şu şekilde anımsayacaktı:

“o günlerde herkes gibi biz de endişeleniyorduk. kendisi bize iyi olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu ve biz de ona inanmak istiyorduk. bize soranlara ‘hayır o iyi, bir sorun yok’ diyorduk ama söylediğimize malesef biz de inanmıyorduk.”

Freddie Mercury'nin hastalık dönemleri

***

freddie artık mümkün olduğunca evinden çıkmıyordu. sadece yanında yakın arkadaşları mary austin ve peter freestone zaman zaman kendisine eşlik ediyordu. freddie bu esnada çevresinden gizli olarak ilaç tedavisine devam ediyordu. canlı performanslara çıkmak istemiyordu. çünkü insanların onu her zaman sahnedeki en iyi haliyle hatırlamasını istiyordu, sahnede yetersiz bir freddie sergilemek istemiyordu. bu esnada elinden geldiğince kayıt yapmaya devam ediyordu grupla beraber.

kısa sürede son albümleri olarak piyasaya çıkacak olan innuendonun kayıtlarını tamamladılar. albüm öncekilere göre daha keskin hatlardan oluşan bir hard rock albümüydü. bariz bir şekilde farklılığını hissettiriyordu ve dramatik yönleri ağır basıyordu. albümde önemli ölçüde göze çarpan iki parça vardı. bunlar, albümün açılış parçası olan innuendo ve ‘queen’in kapanış parçası olarak da görülen the show must go on idi.

innuendo, bir anlamda bohemian rhapsody ile bağdaşıyordu. bohemian rhapsody, queen’in profesyonel kariyeri için bir nevi başlangıç noktası olarak gösterilen bir potforiydi. teknik anlamda da birbirlerine, iniş ve çıkışlar açısından çok benziyordu bu iki parça. biri queen’in dünya genelinde kariyerini tetiklerken, bir diğeri yaklaşılan sonu ‘ima’ ediyordu.

the show must go on ise tarife pek gerek olmayan, dinleyen herkeste aynı etkiyi bırakan bir parça olmuştur. kısacası bazı şeylerin bittiğinin sinyalini veren, fakat ‘kraliçe’ efsanesinin bir şekilde sürmesi gerektiğini dile getiren bir parçaydı "the show must go on..."

bu son albüm sonrasında artık hemen herkes inanmak istemediği gerçeği anlamaya başlamıştı. çünkü pek ortalarda görünmeyen freddie, kliplerde kendisini gösteriyordu. albümdeki parçalara çekilen kliplerde freddie makyaj ve peruklarla kamera karşısına çıkarak giderek zayıflamakta olan yüzünü insanlardan saklamaya çalışıyordu.

The Show Must Go On

freddie’nin hastalığı artık iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı ve freddie ölmeden önce olabildiğince çok kayıt bırakmak istiyordu. bunun için de grup üyelerinden sürekli bir şeyler yazmalarını istiyordu. fakat artık kayıt yapmak da freddie için pek kolay değildi. stüdyoya gücünü toparlayabildiğinde 1-2 saatliğine uğrayabiliyor ve gücü yalnız 1-2 cümle kaydetmeye yetiyordu. çoğu zaman da kaydettiği şeyi beğenmeyerek “daha sonra gelip daha iyisini kaydedeceğim” diyor ve kaydı çöpe atıyordu. freddie’nin bu mükemmeliyetçi tutumu zaman zaman işlerini zorlaştırıyor fakat o haldeyken bile iyi ürünlerin meydana gelmesini sağlıyordu. freddie artık ayakta durmakta zorlanır haldeydi ve şarkı söylemek kendisi için gitgide zorlaşıyordu. ayrıca zaman içinde büyük ölçüde görme kaybı da kendini göstermeye başladı. artık diğer grup üyeleri hazırda freddie’den gelecek telefonu bekliyorlardı. freddie iyi hissettiği zamanlarda grup üyelerini arayarak kısa süreliğine stüdyoya uğrayarak o an gücü yettiğince birkaç cümle kaydetmeye çalışıyordu. son birkaç ayı bunun çabasıyla geçen freddie’nin stüdyoda geçirdiği o zamanları brian may şu şekilde özetliyor:

“freddie gelirdi ve gerçekten yorgun bir halde olurdu. besteleri gözden geçirirdi ve kayıt zamanı geldiğinide içkisini alıp o an ağrılarını unutarak sandalyesine oturup söylemeye başlardı. biz de camın arkasından onu izlerken gerçekten çok kötü şeyler hissederdik.”

1991 kasımında freddie gittikçe gücünü yitirdiğini hissetmeye başlamıştır. bu esnada tek çabası o günlerde kaydına devam edilen son albüm için bir şeyler daha söyleyebilmekti. kasım sonlarına doğru mother love adlı parçanın kayıtları devam ederken freddie artık gücünü tamamen yitirmiştir. artık şarkı söyleyemeyeceğini hissettiğinde doktorlarına tıbbi müdahalenin durdurulması yönünde talimat verdi. çünkü kendisini artık ‘yetersiz’ hissediyordu. bu da pek alışık olduğu ve katlanabileceği bir durum değildi. tıbbi müdahaleyi durdurduktan sonra 23 kasım’da bir basın toplantısı düzenledi ve hiv virüsüne sahip olduğunu bütün dünyaya açıkladı

''Son iki hafta boyunca basında yapılan yoğun varsayımlar üzerine, testlerimin HIV pozitif çıktığını ve Aids taşıdığımı onaylıyorum. Bu bilgiyi bugüne dek gizli tutmamın, yanımdakilerin mahremiyetini korumak adına doğru olacağını düşünmüştüm. Fakat artık, dostlarımın ve dünya çapındaki hayranlarımın gerçeği bilme vakti gelmiştir ve umarım herkes bu korkunç hastalıkla mücadelede doktorlarıma katılacaktır. Mahremiyetim benim için her zaman önemli olmuştur ve fazla röportaj vermememle ünlüyümdür. Bu tutumum bundan sonra da böyle devam edecektir, lütfen anlayışla karşılayın.'' Freddie Mercury

yaptığı bu kısa ve dramatik basın toplantısından sonra, ertesi gün 24 kasım 1991’de evinde hayatını kaybetti.

freddie bir anlamda istemeyeceği bir ölüm yaşadı. çünkü hiçbir zaman o güçsüz haliyle insanların karşısına çıkmak istemiyordu, insanların kendisini her zaman en iyi haliyle hatırlamasını istiyordu. zaten böyle de oldu. sahnede son görüldüğü zaman yine olabildiğince sahneyi kaplayabiliyor, şovundan taviz vermiyordu. son albümlerinde ise kendini bariz bir şekilde hissettiren eksiklikler yoktu vokalinde. bu bağlamda freddie mercury’nin çok genç yaşta öldüğünü düşünenlerin yanı sıra, çok vakitli bir şekilde aramızdan ayrıldığını savunanlar da bulunmakta. bu kişilerin görüşüne göre; ‘freddie eğer uzun yıllar boyunca hayatına devam etseydi, yavaş yavaş çöken bir freddie görecektik. böylelikle insanlar, artık şarkı söyleyemeyen ve sahneyi yeterince iyi kullanamayan bir freddie’yi tanımış olacaklardı. freddie’nin de pek hoşuna giden bir durum olmayacaktı muhtemelen...’

bu konuda bir yorum yapmayacak olsam da mevcut fikirlerin bilinmesini istediğim için paylaşmak istedim. fakat freddie’nin ölümüyle ilgili tamamen katıldığım bir görüşü sizlerle paylaşmak istiyorum:

freddie mercury, kendi büyüklüğüne yakışan bir şekilde kitleleri etkileyerek aramızdan ayrılmıştır. eğer freddie, sıradan bir trafik kazasıyla veya başka bir doğal yolla hayatını kaybetseydi, insanlar üzerinde şimdiki kadar etki bırakamazdı ve dünyaya bu denli faydalı olamadı. freddie’nin aids’den ölmesi sonucu, dünya çapında aids karşıtı büyük kampanyalar yapılmış ve bu kampanyalar bir çok insanın tedavisinde katkıda bulunmuştur. ayrıca freddie mercury gibi bir idolün aids’den ölmesi, insanların bu virüsü daha da ciddiye almalarını sağlamıştır.

***

freddie’nin ölümünden sonra 1981-1991 arasındaki parçalardan oluşan bir toplama olan greatest hits ii albümü, daha sonra da 1986’daki efsanevi wembley konserini içeren double albüm live at wembley ‘86 dinleyiciyle buluştu. ayrıca 1992’de wembley stadyumu’nda bir çok sanatçının katılımıyla, tüm geliri aids vakıflarına bırakılacak bir anma konseri düzenlendi.

queen hayranları için en sevindirici olay ise, 1995 yılında, freddie’nin ölmeden önce yaptığı son kayıtları içeren albümün kayıtlarının tamamlanarak piyasaya çıkması oldu. made in heaven isimli albüm queen’in çıkardığı son stüdyo albümüydü. fakat freddie’nin söylediği gibi ‘şov devam ediyordu’...

queen aktif müzik kariyerini noktalayalı tam olarak 15 sene oldu. fakat hala bugün müzikle yeni tanışan gençler queen’i severek dinliyor ve yeni yeni fan kitleleri oluşmaya devam ediyor. bunu sağlayan ise queen’in en çok eleştirildiği yönü olan, müziğindeki popülist yaklaşımıdır. eğer bu tutum içinde albümlerini yapmasalardı belki bugün, sadece belli bir kitlenin beğenisini kazanan bir grup olmaktan ileri gidemeyecekti.

(*): "i won't be a star, i'll be a legend." freddie mercury

Huzur içinde yat Freddie!

Tek Kelimeyle Duygulara Tercüman Olabilen Almancanın 10 Harika Kelimesi