“Ayıp” Evrensel Değil: Dünyanın Farklı Köşelerindeki Şaşırtıcı Kültür Kodları

Bir toplumda nezaket sayılan bir davranış, başka bir toplumda kolayca kabalık ya da tabu olarak görülebilir.
“Ayıp” Evrensel Değil: Dünyanın Farklı Köşelerindeki Şaşırtıcı Kültür Kodları

kültürel şok, beynin otomatik pilotta çalıştığı rotaya beklenmedik bir sapma verildiğinde duyduğumuz içsel “gıcırdama”dır. kendi normalimizin görünmez sınırlarına çarpınca çıkar o ses. bir yerde olağan olan, başka bir yerde tabu; bir toplumda nezaket sayılan jest, başka bir toplumda rencide edici. meseleyi egzotik örnek avına döndürmeden, bu “gıcırdamayı” doğuran mekanizmaları da açalım ki yalnızca anekdotla kalmayalım.

nordik ülkeleri

nordik ülkelerde bebeklerin pusetle dışarıda uyutulması kültürel şoku anlamak için çarpıcı bir başlangıç sahnesi olabilir. danimarka, norveç ve isveç'te serin ama kuru havanın sağlıklı olduğuna dair güçlü bir kanaat var; apartman önlerinde, kafe kapılarının önünde uyuyan bebek görüntüsü kimsenin kaşını kaldırmaz. aynı sahne new york'ta kolayca “ihmal” paniğine yol açabilir. burada farkı yaratan yalnız iklim ya da gelenek değil; “tehlike”nin kültürel olarak nasıl kategorize edildiği. kültür psikolojisinin 'tight vs. loose' (sıkı normlu ve gevşek normlu) diye ayırdığı disiplinli sıkı normlu toplumlar ile daha gevşek normlu toplumlar arasındaki fark, kamusal davranışın sınırlarını belirginleştirir. bir yerde “dışarı güvenlidir” şeması çalışırken, başka bir yerde “özel alan güvenlidir” şeması ağır basar.
norveç'te çocukları dışarıda eksi 10 derecede uyutmak sağlıklı kabul edilirken, akdeniz kültürlerinde çocuğun burnundan damla aksa herkes paniğe kapılır. norveçli anne arkadaşım bebeğini balkondan içeri almadığı için türk komşuları sosyal hizmetleri aramışlar. kültürel çatışma böyle bir şey işte.

singapur

singapur'un sakızla kurduğu mesafe buna hukuki bir örnek. 1990'larda metro turnikelerine yapışan sakızların yarattığı temizlik ve düzen sorunu, kamusal mekânda tertip idealiyle birleşip sıkı bir regülasyona dönüştü. dünyanın pek çok yerinde masum bir atıştırmalık olan şey, orada kentsel disiplinin düşmanı sayıldı. hukuk yalnızca yasak koymadı; “temiz şehir” idealiyle gündelik alışkanlıkları yeniden şekillendirdi.

japonya

japon sofra adabında erişteyi ses çıkararak içmek ayıp değil, iştahın ve memnuniyetin duyulur ifadesidir. batı kural kitabında “şapırdatma” terbiyesizliktir. tokyo'da ise aşçıya teşekkürün işitsel karşılığı. burada “ayıp” dediğimiz şeyin, aslında duygunun nasıl gösterileceğine dair kültürel bir protokol olduğunu görürüz. norbert elias'ın “medenileşme süreci” dediği çizgi, bedensel sesleri kamusal alanda nasıl filtrelediğimizi tarihselleştirir; aynı beden, farklı uygarlık kodlarında farklı biçimlendirilir.

japonya'da ramen yerken ses çıkarmak nezaket kuralı iken, batı kültürlerinde masada ses çıkarmak büyük kabalıktır. ayrıca japonların “inemuri” diye bilinen toplu uyuma kültürü de şaşırtıcıdır: iş yerlerinde toplantı sırasında uyumak, çok çalıştığının ve yorgun olduğunun göstergesi sayılır. bizde bir toplantıda uyursan, büyük olasılıkla işten atılırsın.

çin

çin'de burnunu yüksek sesle temizlemek son derece ayıp ama tükürmek normal karşılanıyor. turist olarak şanghay'da ilk defa şahit olduğumda şok geçirmiştim. ama onlar da bizim burnumuzu mendile çekip cebe koyma alışkanlığımızı iğrenç buluyor.

almanya & avusturya

almanya ve avusturya'nın klasik sauna kültüründe “tekstil”sizlik kural değil, hijyenin ve eşitliğin gereği sayılır. karışık seanslar, havluyla oturma zorunluluğu, mekânın steril aklı. anadolu hamamının cinsiyet ayrımlı ve mahremiyet merkezli evreninden bakınca şaşırtıcı gelebilir. ama burada mary douglas'ın “temizlik-kirlilik” ekseni devreye girer. “kir” doğanın kendisi değil, sınır ihlalidir. hangi sınırın ihlal sayıldığı ise kültürden kültüre değişir.
en çok şaşırdığım olay ise finlandiya'da sauna kültürü. iş görüşmeleri saunada yapılıyor, aileler birlikte ve çıplak şekilde saunaya giriyor, bu kadar doğal.. helsinki'de bulunduğum bir dönemde, bir toplantının sauna seansında yapılacağını duyduğumda yaşadığım şaşkınlık hâlâ aklımda.

madagaskar

madagaskar'daki famadihana töreninde ataların kemiklerinin çıkarılıp sevgiyle yeniden sarılması, müzikle evin etrafında dolaştırılması, yaşayanlarla ölüler arasındaki bağın tazelenmesi demek. batı tipi “yasın kapanışı” mantığına ters, ama durkheim'ın diliyle söylersek, kolektif hafızayı ve akrabalık ağını diri tutan ritüelin ta kendisi. endonezya'nın toraja bölgesindeki ma'nene'de aileler öleni yıllar içinde törenlerle “ziyarete” çıkarır; ölüm bir kopuş değil, ilişkide biçim değişikliğidir. şokun kaynağı çoğu zaman ölümle kurulan ilişkinin anlamı konusunda gizlidir.

hindistan

hindistan şehirlerinde ineklerin kutsallığı gündelik hayatın planlamasına somut biçimde yansır. trafik akışından kaldırımın düzenine, belediye pratiğinden dükkânın yerleşimine kadar görünmez bir teoloji haritası çalışır. “laik altyapı” dediğimiz şey bile aslında kültürün kutsal profiline göre kıvrımlar kazanır.

hindistan'da sol el “kirli” sayıldığı için yemek yerken, para verirken hatta el sıkışırken bile sağ eli kullanmak zorundasın. hindistan'da solaksanız, yemek yerken, para verirken hatta el sıkışırken sürekli sağ elinizi kullanmak zorunda kalırsınız; bu da günlük hayatta epey zorluk çıkarır.

bahşiş

bahşiş kültürü iyi bir stres testi. abd'de bahşiş, ücret yapısının “gizli” bileşenidir. çalışanın kazancının parçası kabul edilir. japonya'da ise bahşiş, hizmetin onurunu zedeleyebilir; “işimi zaten iyi yapmalıyım” etiği, parayla onay beklemez. aynı hareket bir yerde teşekkür, başka yerde uygunsuzluk. burada bourdieu'nün habitus'u devreye girer. çocukluktan itibaren içselleştirdiğimiz jestler, ileride “doğal” tepkiye dönüşür.

çalışma kültürü

çalışma kültürleri de ayrı bir şok üretir. fransa'da çalışma saatleri dışında iş mailine cevap vermek yasal olarak sınırlandırılmıştır.“bağlantıyı kesme hakkı” iş-yaşam dengesinin güvencesidir. japonya'da ise patrondan sonra eve gitmek nezaketsizlik sayılabilir, kıdemle ilişkili görünmez bir protokol işler.

sofra adabı

gürcistan'ın supra sofrasında ritmi “tamada” belirler. kadeh kaldırma sırası, söylevlerin tonu, masanın dramaturjisi vardır. bir kadehi reddetmek yalnız içkiyi değil, ritüelin metnini reddetmek gibi okunabilir. yemek burada kalori değil, bir topluluğun kendini yeniden kurduğu tiyatrodur. geertz'in “kalın betimleme” dediği şeye uygun biçimde, masa yalnız masa değildir; anlam örgütler.

güney kore'de yaşlılardan önce içki içmek büyük saygısızlık. gençler yaşlıların önünde içerken başını hafifçe yana çevirerek içer. batılı erasmus öğrencileri bu ritüeli adeta bir koreografi izler gibi seyreder.

orta doğu ve güney asya'nın bazı toplumlarında sol elin sofrada kullanılmaması beklentisi, yalnızca hijyen değil, bedenin yönlerine atfedilen simgesel anlamlarla ilişkilidir. “temiz” ile “necis”in ayrımı, gündelik jestleri ahlaki bir topografide konumlandırır. bu da bize şunu hatırlatır: “nezaket” denen şey evrensel bir yazılım değil; kültürlerin kendi arayüzüdür.
arap ülkelerinde ayakkabı tabanını birine göstermek ağır hakaret iken, batıda ayak ayak üstüne atmak rahat oturmanın göstergesidir. bu nedenle toplantı ve ders ortamlarında ayak ayak üstüne atarken tabanın görünmemesine özen gösterilir ve aksi bir jest kolaylıkla saygısızlık olarak algılanabilir.

uğur anlayışı

armağan ve uğur anlayışları da çarpıcı biçimde değişir. rusya'da çift sayıda çiçek yalnız cenazeye götürülür; romantik buluşmaya tek sayılar makbuldür. bir randevuya 12 gül götürdüğümde karşımdaki rus kadının gözleri dolmuştu, sanki ona bir cenaze haberi vermişim gibi hissetmişti..

almanya'da doğum günü partisini önceden kutlamak uğursuzluk sayılır; “kaderi kışkırtma” diyen eski bir inanca bağlanır. türk arkadaşımın alman sevgilisine sürpriz doğum günü partisi yapması neredeyse ilişkiyi bitiriyormuş.

bütün bu farklılıkların arkasında tek bir büyük teori yok. ama bazı ipuçları işimize yarıyor.

1: kültürler yalnızca farklı kurallar koymaz, farklı duygular üretir. öfke, utanç, gurur ve mahcubiyetin eşikleri toplumdan topluma değişir. 

2: weird dye kısaltılan batı, eğitimli, sanayileşmiş, zengin ve demokratik toplumlar, insanlık ailesinin normu değildir. dünyayı o mercekten okumak, diğer toplumların davranışlarını “sapma” gibi görmeye meyleder.

3: “şok” dediğimiz şey, çoğu zaman kendi görünmez varsayımımızın ortaya çıkmasıdır. bir şehirde sessizlik erdemdir, başka bir şehirde hayat sesi; bir ülkede bebek dışarıda uyur, ötekinde yasa konusu olur; bir yerde çıplaklık hijyenin koşulu, ötekinde mahremiyetin ihlalidir.

püf noktası şu: kültürel şoku meraka çevirmek. “bu insanlar neden böyle yapıyor” cümlesini “onlar tuhaf”a bağlamak yerine “hangi değerler, hangi tarih ve hangi ekoloji bu davranışı anlamlı kılıyor”a bağladığınızda, şok çözülür, yerini kavrayış alır. insan toplulukları duygularını, mekânlarını, ölülerini, çocuklarını ve yemeklerini anlamlandırmak için ritüeller icat eder. tabu dediğimiz şey çoğu kez bu ritüellerin çitidir. çitleri görmeye başladığınızda, manzara genişler.

küçük öz savunma: “onlar” diye konuşurken kendimizi “doğal merkez” yerine koyduğumuzda yanılırız. her kültür kendi merkezidir. sınırdan bakabilmek, dilimizi de yumuşatır. “ayıp”ların çoğu evde icat edilir; sokakta ise müzakere edilir.

kültürler arası bu farklar, aslında hiçbirinin doğru ya da yanlış olmadığını, sadece farklı olduğunu gösteriyor. önemli olan karşılaştığımız farklılıkları önyargıyla değil, merakla karşılamak. sonuçta bu çeşitlilik hayatı daha renkli kılıyor.