Arkeolog, Ressam, Müzeci; Çağının Ötesinde Bir İnsan: Osman Hamdi Bey

Osmanlı'nın yetiştirdiği en önemli değerlerden biri olan Osman Hamdi Bey'in hayatı ve eserleri.
Arkeolog, Ressam, Müzeci; Çağının Ötesinde Bir İnsan: Osman Hamdi Bey

osman hamdi bey, osmanlı'nın yetiştirdiği en önemli insanlardandır. genellikle sanayi-i nefise mektebi'nin kurucusu olarak bilinse de aslında çok yönlülüğüyle tam bir entelektüeldir ve çağının çok ötesinde bir değerdir. arkeolog, ressam, müzeci, belediye başkanı ve girişimcidir. yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları bu ülkede yaşayan herkes tarafından bilinmeli ki kendimize osmanlı'dan rol model belirleyeceksek böyle profilleri tercih edelim. o yüzden elimden geldiğince osman hamdi beyimiz hakkında bildiklerimi aktaracağım.

1842-1910 yılları arasında yaşayan osman hamdi bey, sadrazam ibrahim edham paşa’nın oğludur. babası gibi avrupa’da eğitim almak için 1860 yılında paris’e giden osman hamdi bey, burada hukuk eğitimi alırken bir yandan da dönemin ünlü ressamlarından ders alır. bu dersler osmanlı'nın bir diğer önemli ressamı şeker ahmet paşa ile osmanlı resim sanatının gelişimi ve dünyaya açılmasında büyük önem taşır. stil olarak oryantalisttir ancak resimlerindeki doğulular, dönemin oryantalist tablolarındaki eğlence düşkünü betimlerin aksine ciddi ve ağırdır. tasvir ederken uyguladığı betimleme tekniği oryantalist ekolün izlerini taşısa da, osmanlı-islam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden, farklı dönemlere ve kültürlere ait nesneleri aynı kurguda kullanması resimlerini zamansal olarak belirsizleştirir. batılılaşmaya çalışan osmanlı aydınları, avrupa’nın doğu’yu temsil ederken kullandığı bazı alçaltıcı kalıplara karşı eleştirel bir duruş sergilemiştir. osman hamdi bey de bu nedenle özellikle kadınların şehvet nesnesi olarak sunulmasına karşılık tablolarında doğu’nun egzotik unsurlarıyla birlikte verdiği bireyleri okur ya da sanatla ilgilenir halde resmeder. kendini de tablolarında doğulu kıyafetler içinde resmetmeyi ihmal etmemiştir


1875 yılında kadıköy'e şehremini olarak atandı ve belediye başkanlığı görevini 1 yıl süreyle üstlendi.

osmanlı-rus harbi'nin ardından devlet memurluğu görevinden ayrıldı. 1881’de müze-i hümayun müdürü anton dethier'in ölümü üzerine bu göreve atandı. yeni görevi doğrultusunda depo olarak kullanılan aya irini’deki eserleri bilimsel tasniflere göre yeniden tanımladı ve bugün istanbul arkeoloji müzesi olan imparatorluk müzesini dünya çapında bir müze haline getirdi.


1882’de sanayi-i nefise mektebi’ne müdür olarak atandı ve bu görevi müzecilik göreviyle birlikte yaşamının sonuna kadar sürdürdü. yeni bir okul binası inşa etmek için paris yıllarından tanıdığı mimar alexandre vallaury ile anlaştı. ilk aşamada inşa edilen bina bir yıldan kısa bir sürede tamamlanan ve 5 atölyeden oluşan bir yapıdır. bu yapıda çok geçmeden kapasite sorunu doğar ve 1892’de bir ek bina inşa edilir. binaya sergiler için büyük bir salon, gravür ve heykel bölümlerinin kullanımı için iki ayrı atölye ve hazırlık sınıfı atölyesi eklenmiştir. okulun eğitimi müdürün başkanlığında olan bir ressam, oymacı, hakkak, mimar ve beş diğer sanat erbabından oluşan bir kurulun yönetimindeydi. sanat tarihi, resim, mimarlık, çizgisel geometri, manzara, kısa hesap, eski eserler, anatomi gibi derslerin okutulduğu okul kütüphanesi için fransa’dan kitaplar getirilmiştir.


1884 yılında, 1874’te çıkarılan asar-ı attika nizamnamesinin eksik ve hatalı kısımlarını tamamladı/düzenledi. asar-ı attika’ya göre arkeolojik kazılardan elde edilen eserlerin 1/3’ü devlete, 1/3’ü kazıyı yapana ve 1/3’ü de arazi sahibine aitti. nizamname eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklamadığı gibi 1867’de çıkarılan bir yasaya göre yabancılara mülk edinme hakkının tanınmış olması da tarihi eser kaçakçılığını resmen yasal hale getiriyordu. bütün bu yasal şartlardan faydalanan yabancılar da anadolu ve mezopotamya’da yaptıkları kazılardan elde ettikleri buluntuları ülkelerine götürdü. bugün coğrafyamıza ait çoğu eseri yurtdışından getiremiyor olmamızın en büyük sebeplerinden biri de bu yasalardır. neyse ki osman hamdi bey dönemin padişahının gelene geçene peşkeş çektiği ve yağmaya açık hale getirdiği anadolu topraklarını bir nevi koruma altına almak amacıyla hazırladığı 1884 nizamnamesiyle eski eserlerin tamamının devlet malı olduğunu, eserlerin ülke dışına çıkarılmasının yasak olduğunu ve yapılan tüm kazı çalışmaları için ruhsat gerektiğini belirtti. bu durum arkeolojik tahribatı ve eser kaçakçılığını önlemek adına son derece önemlidir ki bunu batılıların nizamname sonrasında türkleri eleştirmesinden, osman hamdi bey’in aleyhine yazılar yayınlamasından ve yabancı arkeologların, ülkelerine eser kaçırma konusunda yaşadıkları ciddi zorlukları içeren mektuplarından anlamak mümkündür. ayrıca bu nizamname, "osmanlı ülkesindeki bulunmuş olan ve bundan sonra yapılacak araştırmalar ile meydana çıkarılacak olan ve deniz, göl, nehir, çay ve derelerden çıkarılacak olan her çeşit eski eser tamamen devlete aittir." maddesiyle de, sualtı kültür varlıklarının korunmasına dair bir devletin hazırladığı bilinen en eski örnektir. yani osman hamdi bey sadece türk toplumu için değil, dünya toplumları için de yenilikçi adımlar atmıştır. bu açıdan kendisi için sadece türk arkeolojisinin temellerini attı dersek eksik söylemiş oluruz. kendisi türk sualtı arkeolojisinin de temellerini atmıştır ki bu alan ülkemizde sadece belirli üniversitelerin yüksek lisans kapsamında yer alan, çalışmaların hayli sınırlı olduğu bir alandır.

müze müdürü olduğu sırada çok önemli arkeolojik kazılar yürüttü. nemrut dağı, sayda/sidon ve lagina gibi kazılardan çok önemli eserleri kültürümüze kazandırdı. 


özellikle sayda kral nekropolünde bulunan iskender lahdi hem osman hamdi bey hem de türk arkeolojisi için dünya çapında tanınırlık ve başarı sağladı.


beni en çok şaşırtan kabataş - taksim füniküler hattı projesi oldu, ne yalan söyleyeyim. müze-i hümayun ve sanayi-i nefise mektebi müdürüyken deniz ulaşımıyla da alakalı önemli bir konumda olan kabataş'ı taksim'e bağlayacak bir füniküler projesi gündeme getirir ve bu hat için mart 1895'te imtiyaz talebinde bulunur. bölge tepelik ve dolambaçlı olduğu için ulaşım zorlayıcıdır. dönemin gelişmelerini yakından takip eden osman hamdi bey bunun çözümünü buharlı bir metroda buldu. fikrin öncülü elbette 1863 londra, 1867 new york (başarısız olsa da) ve 1868 galata-beyoğlu arasına yapılması planlanan "tünel" metrolarıydı. ii. abdülhamit tarafından olumlu karşılanan projeyi araştırması için mühendis mösyö set'e görev verilmiş; osman hamdi bey de bu çalışmaların sekteye uğramaması için zaptiye nezareti'ne taleplerde bulunmuştur. ama nedense bütün bu önlemlere rağmen "bilinmeyen nedenlerle" proje tamamlanamamıştır. sonrasında gelen savaşlar ve yaşanan bunalımlar sonucunda proje rafa kalkmış, gerçekleştirilmesi ise haziran 2006'yı bulmuştur. vay arkadaş ya, hunharca kullandığımız kabataş-taksim fünikülerinin fikir babası 1 asır önceden osman hamdi bey'miş meğer! aslında büyükşehir belediyesi füniküler hattı istasyonuna osman hamdi bey'in hayatı hakkında (en azından füniküler projesi kısmına değinerek) bir bilgilendirme panosu ve birkaç tablosunu koysa ne şahane olur. ekrem başkana iletelim bunu.

1898’de bir fransız ortağı ile birlikte anavatanı kuzey amerika ve avrasya olduğu bilinen houblon (ömürotu/şerbetçiotu) bitkisini adapazarı'ndaki arazisinde yetiştirmeye başlar. bu bitkinin yaygın şekilde yetiştirilmesi için halkı teşvik etmek amacıyla, ilk ekiminin çok masraflı olduğunu ve ciddi emek istediğini vurgulayarak on yıl süreyle tarımını yapan kişinin öşürden muaf tutulmasını ister. 5 haziran 1902'de padişahın kararıyla çiftçi (tıpkı patates yetiştiricileri gibi) vergiden muaf tutulur. günümüzde bursa ve bilecik'te yetiştirilen bitki yatıştırıcı, iştah açıcı, sindirimi kolaylaştırıcı, idrar söktürücü ve bedeni güçlendirici etkilere sahip. dikkat; en önemli kullanım alanı bira yapımı :)


son derece donanımlı ve pek çok farklı görevi başarıyla sürdüren osman hamdi bey'in hayatında dair bazı bilinmeyen noktalar da vardır. hakkında bilinenler genellikle mektuplaştığı insanların arşivleri ve görev/resmi belgeler sayesinde bilinmektedir. özel hayatına ilişkin son derece ketum olan bu büyük değer, 24 şubat 1910'da kuruçeşme'deki yalısında vefat eder. kalabalık cenaze töreninin ardından vasiyet ettiği üzere çok sevdiği gebze-eskihisar'daki köşkünün arazinde, çam ve servi ağaçlarının bulunduğu bir tepeye defnedilir. dönemin bakanlar kurulu kararıyla da kabrinin baş ve ayakucuna iki selçuklu mezar taşı dikilir.

kendisine çok şey borçluyuz. ruhu şad olsun.