Anneyi Üzmek ile Kendi İstediği Hayatı Yaşamak Arasında Kalanların Deneyimleri
anneyi üzmemeyi seçtim, hayatım kaydı. yapmayın ebeveynler dünyaya bi çocuk getirip 80 yıl hükmetmek istiyorlar... o üzülmesin diye düşünmenin sonu yok, sonra başka bi şey istiyor, sonra daha başka.. hepsini yapıyorsun ki hayati konular, onunla görüşme, bununla ayrıl, bununla evlen, bu işte çalışma şu işi dene..sen hep o üzülmesin hayatında tek ben varım, kırılmasın, öldüğünde vicdan azabı çekerim gibi aptal binlerce duygu yüzünden ses fazla direnemiyorsun..bencillikten başka açıklaması yok bunun!hayatım kaydı, benliğim yaşam sevincim gitti..tek pişmanlığım onu dinlemek.belki daha güzel bi hayatım olmazdı ancak kendi seçimlerimin sonucunu yaşamak bana güç verirdi, şu an tek sorumlusu o ve nefret boyutuna geldim, herkesten her şeyden iğreniyorum! tecrübeyle sabit güzelim, üç gün üzülür hayatına devam eder, sen istediğinden vazgeçersen hayat devam edemiyor, net! iyi düşün ve istediğin hayatı al, için de rahat olsun bu en doğal hakkın..olası bi sıkıntında da bana gel, binlerce kez ayağa kaldırırım seni, hadi koş şimdi benliğine...
annemin istediği: kendilerine yakin bir muhitte, kocamla birlikte yaşayıp iki çocuk sahibimi olmam. geçmişte de doktor olmamı istemişti ve ben dinlemeyip yazılımcı olmayı seçtim, mesleğimden memnunum.
benim istediğim: avrupa'da sevdiğim bir işte euro kurunda para kazanıp bağımsız şekilde insan gibi yaşayarak kendi evimi çekip çevirmek.
gerçekte olan: benim istediğim.
annem her akşam beni arayıp beni ne kadar özlediklerini, geceleri nasıl uyuyamadıklarını, çocuk sahibi olmazsam ileride ne kadar pişman olacağımı anlatıyor. ve bütün bunları gözümdeki ışığı görmesine rağmen yapıyor.
tek istediğim sen nasıl mutlu olacaksan öyle yap demeleriydi. işsiz aylak dolaşmadım, onları utandırmadım, tek istediğim yurt dışında işimde gücümde yaşayıp paramı kazanıp mutlu olmaktı.
müdahaleci bir annenin kızıydım. başarılı, çalışkan, iyi aile kızı... ama sanki ne yaptıysam annemi mutlu edemiyordum. hep daha iyisi olmalıydı. daha başarılı, daha iyi, daha inançlı, hatta daha ‘mutlu’ olmam bekleniyordu. ağlayamıyordum bile. duygusal bir çocukluk geçirdim ama ağladığımda annemin öfkelendiğini hatırlıyorum.
13 yaşında antidepresan kullanmaya başladım. yaygın kaygı bozukluğu ve depresyon tanıları aldım. annem doktorumla görüşünce bir-iki hafta iyileşiyordum, sonra o özüne dönünce ben de tekrar kötüleşiyordum.
annem mükemmeliyetçi ve enerjisi tükenmek bilmeyen çalışkan, çocuklarıyla ilgili, titiz bir ev hanımıydı. yani dışarıdan göründüğü kadarıyla süperdi. muhafazakardı, ama eğitime önem veriyordu. ama ben ne yapsam ona yetemiyordum. annem açık fikirli değildi. beni kendi dar hayat görüşünün içine sığdırmaya çalışıyordu. yurt dışına çıkmama müdahale ediyordu, bir erkekle yakın ilişki kuramıyordum, doğru düzgün arkadaş edinemiyordum. karşı cinsten herkes, bütün insanlar benim için tehlikeydi.
25 yaşına kadar erkek arkadaşım bile olmadı. 23 yaşında hayatımda ilk defa aşık oldum, ama maalesef denk değildik. yani aramızda ciddi bir eğitim ve kültür farkı vardı. ancak ben sağlıklı bir ilişki kurabilsem zaten belki kendim anlayacaktım bunu, ama annem bu konuda da devreye girdi, ve beraberliğimize engel oldu. işte, ‘babana söylerim’ler, vicdan yaptırmalar, ‘ben yokum’lar... aynı zamanda tıpta uzmanlık sınavına çalışmaya çalıştığım bu dönem hayatımın en kaotik dönemiydi. ben o adamdan ayrıldım, ve maalesef bu ayrılık, belki de son derece sıradan bir insanı benim gözümde kahraman yaptı. annem istemeden buna sebep oldu. bir yıl boyunca annemin gözlerinin içine baka baka ağladım. gram yumuşamadı. annedir, yüreği dayanamaz derler, ama öyle bir dayandı ki...
ben o yaşa kadar anneme hiç yalan söylemedim, biliyor musunuz? bir gün bile, en basit konuda bile yalan söylemedim. hani vazoyu kırar, ben yapmadım, dersin ya, veya bir gün arkadaşlarınla gizli saklı bir şey yapar, annenden saklarsın. o bile olmadı. ama çok hata etmişim. hayatıma o kadar karışıyordu ki, giyeceğim kıyafeti bile anneme soruyordum. onsuz hiçbir şey yapamıyordum. o çok becerikli bir kadındı ama ben hiçbir şey yapamıyordum. daha doğrusu o yanımdayken yapamıyordum, çünkü içimden gelmiyordu. çünkü yine bir kusur bulacak nasılsa, o yapsın, diyordum. o güne kadar çok sorun etmedim, ama hayatıma ilk defa ciddi boyutta karıştığı o sene, bende ilginç bir kırılma oldu. bir anda bir günde değil, bir süre içinde oldu bu. tam olarak ne kadar süre içinde oldu bilmiyorum. artık ben de anneme yalan söylüyordum. artık kesinlikle iyi olmak için çabalamıyordum. bazen kendime zarar veriyordum, kendime zarar verdikçe sanki annemden intikam alıyordum. ama özgürleştim. acı çeksem de özgürdüm artık.
ben özgür olabilseydim, ben kendi kararlarımı verebilseydim, ben ‘ben ölünce kurtulursun’ vicdanına mahkum bırakılmasaydım, ben toksik bir anneye maruz kalmasaydım, belki şimdi daha huzurlu, daha sağlıklı bir insan olabilirdim. ben kendi hatalarımın bedelini kendim ödemek isterdim zaten.
ama başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemezdim. benim kimsenin dokunamadığı bir yer var içimde. en yakınım, en sevdiğim bile giremiyor. o yer hep acıyor.. bazen kanıyor, bazen kabuk bağlıyor. bazen isyan ediyor, bazen sadece susuyor. onu kimse anlamıyor. kimse tam anlamıyla sevemiyor. çünkü annemin sevdiğine hiç inanmadığım yer orası. sevilmeye layık değilmiş gibi. aslında o kendini sevdirmiyor. çünkü hep yalnız, hep mutsuz, hep gitmek istiyor. annem çok sevdi beni kendince ama ben o kişi olmasaydım, yine sever miydi, ondan bir türlü emin olamadım.
ne zaman ki sevmediğim bir yöne saptım, hayatım boyunca sevmeyeceğim bir hayatı inşa etmeye başladım. insanlar onu beğeniyor diye, ailem onu onaylar diye verdiğim bütün kararların bedelini ben ödedim. depresyona ben girdim. bitmeyen acıları ben çektim. öğrenmek neden bu kadar ağırdı. bedeli neden bu kadar ağırdı bilmiyorum, ama yalnızlık, başarısızlık, ve bunun gibi bütün şeyleri bedenime işlerken hep yalnızdım. olması gereken buydu belki, bilmiyorum.. bir zamanlar umutluydum. yazdıkça rahatlıyordum. sonra yazdıkça birikti. yazdıkça yalnızlaştım.
sonra düzeldiğimi hissettim. büyüdüm. vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğini içimde hissettim. eğer içinizdeki ağırlık annenizse, ondan vazgeçin. ondan vazgeçmek, onu bir daha görmemek değil. onun kusursuz olmadığını kabul etmek, onun da yanlışlar yapabileceğini fark etmek ve ona sınırlar koymak... ilk başta zorlayacak sizi. ama alışacak. alışmak zorunda.
annelik kutsal mıdır bilmiyorum, ama kutsalın kendi kurbanını yaratmasına izin vermeyin.
aşık olduğum kızla evlenmek istedim. hem annem hem de babam karşı çıktı, annem üzüntüden hastanelere düştü, babam resti çekti evleneceksen beni hayatından sil dedi. sonra ne mi oldu? tek başıma düğüne gittim, tek başıma “erkek” tarafı olarak düğünümde buruk bulundum.
zaman geçti, şimdi annem eşimin yanından ayrılmak istemiyor, çok güzel geçiniyorlar, özürler dilenildi, pişman olduklarını söylediler ama benim o dönemde yaşadığım kötü günlerin izleri hala kalbimde bir yara olarak kalacak.
o dönemde akıl danıştığım kişilerse bana ne tavsiyede bulundular biliyor musunuz?
-aman haaaa! anneni üzersen ömür boyu yüzün gülmez! sakın evlenme, o kızı bırak gitsin.
o gün güçlü duramasam, aşık olduğum kızı kaybedecektim. şimdi hem annem hem de çok sevdiğim eşim var.
o yüzden, duygularınızı, anne sütünün önemini, anne bedduası gibi konuları güzel aşmaya, en önemlisi de “cehalet gözyaşı görürseniz” daha da iradeli durmaya gücünüz yetmezse, hem eşiniz hem de anneniz tarafından ezilen bükülen biri olup çıkarsınız.
dik durun.
tanıdığım bütün annelerle kıyaslayarak söylüyorum, benim gördüklerim içinde en iyi anne benim annem. hatta dünyanın en iyi annesi bile olabilir. kadın anne olmaya gelmiş dünyaya.
ve ben birçok kez, bu kadını üzmekten beter etmek pahasına kendi istediklerimi yaptım, bir sefer bile "ay annem üzülür" diye kendi istediğimi yapmaktan geri kalmadım. öyle olaylar yaşandı ki aylarca konuşmadığımız oldu. kız kardeşim araya girmese hala konuşmuyor olabilirdik. fazla özel olduğu için olanları burada yazamıyorum. neyse ki et tırnaktan ayrılmaza bağlandı olaylar.
vardığım noktada, tam istediğim gibi bir hayatım var. mecburiyetlerim neredeyse sıfır. tam anlamıyla kendi yolumu çizebiliyorum ve -abartmadan söylüyorum- her günüm bir öncekinden keyifli geçiyor. sonuç olarak, annemi üzdüğüme değdi. o da onun işaret ettikleriyle değil, kendi seçtiklerimle mutlu olduğumu öğrendi. hepimiz için mutlu son.
biraz aceleyle yazdım, eksik kaldı editi: bu başlığı okudukça ailesini üzmemek uğruna erkenden evlenen, istemedikleri kişilerle evlenen, hayallerindeki meslekleri yapamayan vs insanların hikayelerini gördükçe gerçekten üzüldüm ve annesini üzmek, yalnız kalmak gibi durumları göze alıp burnunun dikine gitmiş taraf olarak başlığa katkı yapmak istedim. çünkü dik kafalının teki olmasam yazılanlar gibi bir hayata sıkışmam işten bile değildi. ürperdiğimi inkar edemem. tek bir hayat var, heba etmemek gerek.
geçen gün anneme doktora bittikten sonra belki ingiltereye yerleşip birkaç yıl araştırmacı olarak çalışabilirim konseptli hayallerimden bahsettim. şöyle yaparım, böyle olur, hedefim şu enstitü falan diye hayatımda ilk defa özgürce at koştururken kadın durdu durdu “18 yaşından beri hep başka şehirdesin, hep uzaktasın. ankara’ya da yerleşirim diye gittin bak şimdi nerdesin. sen dönmezsin. benim çocuğum hiç yamacımda olamayacak mı? bitsin bu hasret. ne ingilteresi almanyası yeter artık!” temalı ufak bir nutuk attı. annemi 34 yıldır tanırım. hayatımda ilk defa bu kadar net ve bencillik koksa da sevgisinden ve özleminden nem almış bir sitemde bulundu. şakayla savuştursam da apışıp kaldım telefonda. zaten yaşlanmaları yeteri kadar sinirimi bozuyorken bir vicdan muhasebesiyle daha baş başa bıraktı beni.
çocuklarınıza bunu yapmayın sayın analar... onlar bazı konularda sandığınızdan çok daha hassasken üstlerine eterle gitmeyin. bırakın bazı şeyleri doyasıya deneyimleyip yaşasın zamanları varken.