Anadolu Efes'in 2 Avrupa Şampiyonluğu ile Taçlanan 5 Yıllık Zirve Döneminin Özeti
çocukken "hangi takımı tutuyorsun?" diye sorduklarında efes pilsen diyerek cevap vermiş birisi olarak efes'in son 6-7 sezonuna dair bir şeyler yazmak istedim. öncelikle sonda söyleyeceğim şeyi baştan söyleyeyim, ergin ataman bu kulübe belki de bundan sonra bir daha hiç yaşanamayacak başarılarda liderlik etmiştir, bu kulübün efsanelerinden biridir, gelecekte de fotoğrafı salonun tavanında asılı olacaktır. fakat ergin ataman artık bu takımda misyonunu tamamlamıştır ve bu sezon sona erdiğinde kendisine teşekkür edilip yollar ayrılmalıdır.
ben küçükken efes demek sezona final four hedefiyle başlayıp play-off'ları görememek demekti. sezonun en heyacanlı dönemi transfer sezonu olurdu. avrupa çapında ses getirecek oyuncular alınırdı, büyük hedefler konar ve beklenti tavana çıktıktan sonra sezon genellikle hayal kırıklığıyla biterdi. final four'a gidebilmek fikri bile bir rüyaydı. ama o umut çoğunlukla hep orada olurdu.
shane-vasa rüya takımı kurulmadan önce, final four'a en çok yaklaşılan sezon 16-17 sezonuydu
çok büyük hayal kırıklığı ile geçen duda döneminden sonra takımın başına ikinci kez perasoviç getirilmişti. playofflarda olympiakos'la eşleşmiştik ve saha avantajı onlardaydı. ne kadar tutkulu bir taraftar olsam da gerçekçi bir basketbolsever olduğum için bu turu geçebileceğimize hiç inanmamıştım. fakat deplasmanda bir maç çalmıştık ve içeride oynayacağımız dördüncü maç öncesi 2-1 üstündük. yani istanbul'da alınacak bir galibiyet çocukluk rüyamın gerçekleşmesi olacaktı. olmadı. çok yakındık ama olmadı. yine de mutlu olduğumu hatırlıyorum, zaten final four'a kalmak hayaldi, gerçekleşemezdi benim için.
sonraki sene yine büyük umutlarla başlayan bir sezon ve takımın perasoviçle birlikte kelimenin tam anlamıyla dibi görmesi. tam bu dönemde ergin ataman galatasaray'dan ayrılmıştı ve ben arkadaşlarıma koçun artık efes zamanının geldiğini söylemiştim. koç sezon ortasında takıma katıldı. elbette o kötü sezonu kurtaramadı fakat gelecek sezonun çalışmalarına ve rüya dönemin kadrosunu kafasında şekillendirmeye başladı.
neredeyse baştan sona yenilenen kadrosuyla yeni efes 18-19 sezonunu dördüncü sırada bitirerek, play-off'lara saha avantajıyla başladı
takım adeta uçuyordu. bir önceki felaket sezondan kalan tek olumlu şey olan krunoslav simon liderliğinde, vasa ve shane gibi yıldızlarla inanılmaz bir takım kurulmuştu. özellikle shane'in sezonun son bölümünde yıldız olmaya karar vermesiyle birlikte takım çok özel bir seviyeye çıkmıştı ve final four yolu açılmıştı. benim için bir rüya gerçek olmuştu. şampiyonluk falan hiç umrumda değildi, çünkü tek maçta her şey olabilirdi. fakat o özel haftasonuna katılmak her şeye değerdi. yeni kurulan takım ilk sezonunda finale yükseldi ve kaybetti. mükemmel bir sezondu, dediğim gibi şampiyonluk olmasa da olurdu.
19-20 sezonu ilk haftadan gösterdi ne kadar özel bir sezon olacağını
bu takım artık durdurulamazdı. takım, koçuyla, yıldızlarıyla ve görev oyuncularıyla birlikte tek bir hedefe kilitlenmişti. bir önceki sezonun belki de tek zayıf karnı olan sağlam bir ikinci dört numara eksikliği de singleton tranferiyle çözülmüştü. bir sonraki maçı bu kadar heyecanla beklediğim bir başka sezon hiç hatırlamıyorum. takımın o akıcılığını, o uyumunu izlemek adeta bir sanatçının eserini icra etmesini izlemek gibiydi. 19-20 sezonu efes'i benim avrupa'da yakın tarihte görmediğim bir dominasyona sahipti. elbette normal sezonu yenilgisiz tamamlayan cska örnekleri, saras'lı maccabi takımları da vardı fakat ben efes'liyim ve benim için bu takım modern dönemin en iyi avrupa takımıydı. 28.hafta sonunda 24-4 ile liderken covid patladı ve beyaz sezon ilan edildi. şampiyonluğumuzu çaldılar gibi bir şey söylemeyeceğim, o dönemi çok iyi hatırlıyorum ve basketboldan çok çok daha önemli şeylerle meşguldük. keşke yazın bubble olsaydı da sezon devam etseydi ama olmadı, n'apalım sağlık olsun.
20-21 sezonu felaket başladı: takım aynı takım, koç aynı koç fakat o akıcı basketboldan eser yok
kafayı yiyordum, anlayamıyordum. ya aynı takım işte noldu bir anda diyordum. sezonun ikinci yarısı biraz kendimize gelip tekrar eski normalımıze yaklaştık ve saha avantajını alarak kendimizi playofflara attık. ancak ortada bir gerçek vardı ki o efsane 19-20 sezonundaki gibi değildik, takım psikolojik olarak daha kırılgandı ve bu kırılganlık madrid eşleşmesinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. 2-0 ile rahat bir şekilde madrid'e gitmiştik ve muhtemelen 3-0, en kötü 3-1 ile oradan döneceğimizi düşünmüştüm. fakat 3.maçta takım kazanmak üzere olduğu maçı son çeyrekteki felaket oynuyla kaybetti. koç maçı sadece izledi. bu arada madrid de o en güçlü madrid değildi, efes'in turu geçeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. neyse kazadır olan oldu bir maç daha var dedik. 4.maç yine aynı senaryo gerçekleşti. efes yine kazanmaya yaklaştı, sonra takım son çeyrekte yine durdu ve koç yine izledi. pablo laso ise eksik kadrosuyla şapkadan tavşan çıkardı ve seriyi bir anda 2-2'ye getirdi. dürüst olmak gerekirse 5. maç istanbul'da olsa da artık ümidimi kaybetmiştim. covid sebebiyle zaten taraftar yoktu, takım psikolojik olarak kötü görünüyordu ve koçtan hiç destek almıyordu. son çeyrekte giden maçların hiçbirinde bir mola alıp takıma kolay bir oyun çizilmedi, sadece izlendi ve kaybedildi. ve beşinci maç. tüm maç kafa kafaya gitti. 2-0 başlayan serinin bu hale gelmesi zaten serinin kaybedildiğini gösteriyordu. sonra bir mucize oldu ve simon sezonu kurtaran o üçlüğü attı. bir kez daha final four'a gidiyorduk ama biraz hayal kırıklığına uğramış şekilde. takım köln'e motive gitti, madrid serisinin kabus gibi biten sonu unutuldu. yarı finalde rakip cska'ydı. 2 sezon öncesinin rövanşıydı ve o anda efes maçtan önce tekrar favori konumuna yükselmişti. maç şahane başladı, bir ara fark 20 sayıya kadar yükseldi, çoktan final düşünmeye başlamıştım ve hop yine aynı şey oldu. takım durdu, micic 5 faulle oyun dışı kaldı, shane koç ile tartıştı ve koç eriyen farkı yine kenardan izledi. molasını aldı, oyuncuları azarladı, hiçbir şey çizmeden tekrar onları sahaya yolladı. maçın son dakikası tam bir korku filmi gibiydi, ve clyburn'un son topu kaçırmasıyla efes finale çıktı. bu sefer finalde rakip barca'ydı, efes'in ve shane'in belki de en sevdiği rakip. harika bir maç ve gelen ilk şampiyonluk. mutluluktan ağlıyorum. çocukluk rüyamin ötesinde bir başarı ve emeği geçen herkese çok minnettarım. sezon içerisinde yaptığım bütün eleştirileri ve kızgınlıklarımı unuttum. efes artık avrupa şampiyonuydu ve bunu elimizden kimse alamazdı. finalden sonraki yaz, ara ara aklıma geliyordu ve hala inanamıyordum: efes pilsen avrupa şampiyonu.
yeni sezon yeni hayallerle başladı
takım aynı, koç aynı, doğal olarak hedefler de aynı. ama tek isteğim güzel basketbol izlemek. çünkü biliyorum ki bu oyuncu grubu zaten play-off'larda olacak, hatta artık final four'a kalmak bile cepteydi benim zihnimde. ancak sezon çok kötü başladı. bu sefer takımın benim için en kritik parçası olan simon da artık bir var bir yoktu. takım her geçen gün 19-20 sezonu oyunundan uzaklaşıyordu. maç kaybetmek değil fakat o uyumsuzluğu görmek canımı yakıyordu. şampiyon bir takım, aynı kadrosu ve koçuyla nasıl bu kadar kırılgan olabilir inanamıyordum. bir anda kendimi play-off hesapları yaparken buldum. ve sonra playoff potası dışında olan efes, rus takımlarının diskalifiye edilmesiyle birlikte kendisini play-off'ta buldu. saha avantajının rakibinde olduğu senaryoda, belki de olabilecek en iyi rakip milano ile eşleşti. ilk maç hariç bütün maçların kafa kafayı gittiği seriyi 3-1 ile geçerek bir kez daha final four'a çıktı. fakat artık 19-20 efes'i olmadığı ve bir daha da olamayacağı açıktı. eskiden rakiplerinin durdurmakta zorlandığı takım play-off'ların hiçbir maçında 80 sayıya ulaşamadı. akıcılıktan uzak bir oyun oynayarak, sadece yıldızlarının yetenekleri sayesinde final four'a uzandı. artık simon tamamen devre dışıydı ve takım sadece vasa ve shane'nin yaratıcıklarına kalmıştı. inanılmaz bir son saniye şutu ile kazanılan olympiakos yarı finalinden sonra, tarihin en düşük skorlu finalinde madrid'i yenerek üst üste ikinci defa avrupa şampiyonu oldu. yaşadığım hissi tarif edemem. sabaha kadar dans edip kutladım. yine eleştirilerimi ve kızgınlıklarımı unuttum. üst üste ikinci kez avrupa şampiyonu olmuş takım, daha ne istersin ki!
22-23 sezonu öncesinde inanılmaz bir şey oldu ve clyburn transfer edildi, vasa takımda kaldı
shane zaten takımda kalacaktı. bir anda sarhoşluk hissi geldi ve three peat mı geliyor yoksa demeye başladım. sezon başında efes'in final four'da olacağından artık yüzde yüz emindim. evet simon artık yoktu ve takım güzel basketbol oynamıyordu, fakat şampiyon oyuncular daha da güçlenmiş bir şekilde bir aradaydı. ben açıkçası sezona bu kadar kötü başlanacağını tahmin etmemiştim, özellikle üç tane ilk beş oyuncusunun transferiyle birlikte. fakat sezon yine felaket başladı. elbette efes'in hiçbir maçını kaçırmıyordum fakat artık bir sanat izlemediğimiz çok açıktı. ve bunu kabullenmiştim. back to back şampiyon olan bir takımın sahada yaşadığı psikolojik düşüşler ve koçtan bir kez daha hiçbir destek gelmemesi artık fazlasıyla tadını kaçırmıştı. yine de şampiyon oyuncuların ve koçun, zamanı geldiğinde kazanacaklarına inanmaya devam ettim ta ki 3 gün önceki partizan maçına kadar. artık çok net görünüyor ki bu rüya dönem sona ermiş, ilişkiler yıpranmış ve bazı şeyler yenilenmeye muhtaç. kurulmuş belki de en yetenekli takım, bu sezon play-off dahi yapamayacak muhtemelen. ve bence bunun tek sorumlusu koç. efes kesinlikle ergin ataman döneminde seviye atladı ve artık cska, madrid, barça, olympiakos ve fenerbahçe gibi en üst kulüplerin yanında yerini aldı. koç bu başarıları elde ederken yetenekli oyuncuları serbest bırakma yolunu seçti ve karşılığını da aldı. fakat kesinlikle unutulmaması gereken bir şans faktörü de oldu. ilk şampiyonlukta gelen simon üçlüğü, ikinci şampiyonlukta gelen rus takımlarının dışarıda bırakılması unutulmamalı. bu takım tüm bu süreçte ne zaman koca ihtiyaç duysa hep yalnız kaldı, ve bu sezon belki de en çok koca ihtiyaç duyulan yıldı. maalesef hikayenin sonu kötü bitti.
belki three peat hayalleri sona erdi fakat bu hayalleri kurdurmak bile akılalmaz bir olaydı
bu sebeple başta koç olmak üzere herkese teşekkür ederim fakat artık yeni bir hikayeye başlamanın zamanı geldi. vasa'nın seneye kesinlikle nba'ye gideceğini varsayarsak, shane ve clyburn ekseninde pablo laso'nun koç olduğu yeni bir efes'i izlemek için sabırsızlanıyorum.