SİNEMA 20 Temmuz 2022
17,1b OKUNMA     379 PAYLAŞIM

Yönetmen Darren Aronofsky'nin, Filmlerinde Mükemmel İşlediği Amerikan Rüyası Eleştirisi

ABD'li yönetmenin özellikle Black Swan, Pi ve Requiem for a Dream filmlerinde işlediği Amerikan Rüyası takıntısını fark etmiş miydiniz? Nefis bir sinefil yazısını şuraya bırakıyoruz.

darren aronofsky filmlerinde, amerikan rüyasını sosyolojik ve psikolojik olarak mükemmele yakın işleyen bir yönetmen. amerikan rüyası, her amerikan vatandaşının sıkı çalışma, kararlılık ve inisiyatif yoluyla başarıya ve refaha ulaşmak için eşit fırsata sahip olması gerektiği fikridir. emek veren herkes hayallerine ulaşabilir ama ya bu hayallere ulaşmak imkansızsa... işte tam bu noktada bu rüyaya ulaşma adına kararlılıkla takıntı arasındaki ince çizgiyi, aronofsky bizlere filmlerinde anlatır.

black swan, balenin rekabetçi dünyasını cinsiyete dayalı merceklerle yorumlar

siyah ve beyaz kuğu olarak nina, saflığı ve baştan çıkarmayı aynı anda somutlaştırır. `pi (film)`, matematik ve din arasındaki anlaşılmaz ilişkinin yanı sıra deha ve delilik ile ilgilenir. requiem for a dream, hayallerini gerçekleştirmek için mücadele ederken bağımlılığın çöküşleriyle uğraşan dört insanın hayatını ele alır. peki, kusursuz kusurlu bir balerin, ayık bir uyuşturucu bağımlısı ve tanrı'nın varlığını matematik yoluyla ispatlayan bir matematikçinin ortak noktası nedir? bu karakterler, ilk etapta asla olamayacakları bir şey olmaya takıntılıdır. aronofsky, black swan, requiem for a dream ve `pi (film)` filmlerinde deliliği saplantıya bağlar.


aronofsky'nin karakterleri üzerinde kullandığı sübjektif lensleri ve sinematik üslup teknikleri seyircinin delilik duygusunu hissetmesini sağlar. aronofsky, kahramanlarının iç savaşını deliliğin somut ve soyut özellikleri üzerinden resmeder. kahramanlarını paranoya özellikleriyle karakterize ederek ve sanrıları göstermek için onların bakış açılarını birleştirerek takıntıyı somut olarak ilişkilendirir. takıntıyı aynı zamanda görüntü, müzik ve sinematografi aracılığıyla da gösterir. daha da ötesi, filmlerindeki imgeler, izleyicinin kendi akıl sağlığını ve algılarını sorgular hale getirir. üç film, toplumun anormal takıntılı davranış olarak düşündüğü kavramı belirleyen paralellikler içerir. yani bağlamsal olarak, bu filmler amerikan kültüründeki takıntının çöküşünü yorumlar.

örneğin, pi'de max, kendisinin yeni bir çağ mesihi ve tanrı'yı anlayabilen tek insan olduğu yanılgısına sahiptir. akıl hocası ve arkadaşı sol, max'in sayı teorileriyle alay eder. "zihniniz herhangi bir şeye takıntılı hale geldiğinde, diğer her şeyi filtreleyecek ve her yerde o şeyin örneklerini bulacaktır." max, "spirallerden inşa edildik, dev bir sarmal içinde yaşıyoruz, tüm insan davranışlarının... bir sarmal biçiminde olması mümkün mü?" sonucuna varıyor. borsada, kahvede ve hatta tevrat'ta spiraller görüyor. sol'un dediği gibi, max'in kalıplara olan takıntısı onun sarmal yanılgısına neden oluyor. max'in kalıp arayışı, izolasyon ve takıntıdan paranoya ve deliliğe uzanan yoğun yolculuğunda katalizör etkisi yaratır. paranoyası, kapısını kilitleme ve gözetleme deliğinden dışarı bakma gibi eylemleriyle sunulur.

Pi

şimdi bu gözetleme paranoyası, requiem for a dream'deki sara goldfarb'da
benzer bir biçimde sunulur. diyet haplarını kötüye kullanmaya devam ettikçe sara'nın sanrıları artar. fantezilerinin kaynağı bir şöhret rüyasından kaynaklanmaktadır. "sabahları kalkmak için bir sebep. kilo vermek, kırmızı elbiseye sığmak için bir sebep… yarını güzelleştirir." kurgusal dünyasında, gerçekte sahip olmadığı bir amacı vardır. ancak, onu uyuşturucuları kötüye kullanmaya iten şöhret takıntısıdır. bu onun aşırı paranoyasına neden olur ve hayatı iki büyük güç tarafından eziyete uğrar: televizyon ve buzdolabı.

Bir Rüya için Ağıt (Requiem for a Dream)

black swan'da takıntılı davranış, hem nina'da hem de baskıcı annesinde paranoya ve sanrılar olarak görülür. her iki kadının da nina'nın mükemmelliğine karşı doğal olmayan bir takıntısı vardır. anne, bir balerin olarak kendi başarısızlığını nina'ya sahip olmakla telafi etmeye çalışır. bir yandan nina ile yaşayabilir, diğer yandan nina, kendisinden daha iyisini yapamayan bir rakiptir. annesi, siyah kuğunun karanlık ve cinsel rolünü benimsemesini önleyecek şekilde, masumiyetini korumak için onu bebekleştirir. nina kendi mükemmelliğine takıntılıdır. ironik olarak, nina'nın kusursuz tekniği onun düşüşüdür. eğitmeni leroy, "her hareketi tam olarak doğru yapmaya takıntılı olduğunuzu görüyorum ama kendinizi kaybettiğinizi asla görmüyorum." diye eleştirir. yorucu uygulama, kötü beslenme, stres ve baskının birleşimi nina'nın kuruntularına ve paranoyasına yol açar.

zihinsel bozuklukların yanı sıra, filmlerde takıntı ve delilik hırs ve rüyalar aracılığıyla birbirine bağlanır. rüya görüntüleri tüm filmlerde vardır. rüyalar, karakterlerin hem fiziksel istekleri hem de uyku sırasındaki zihinsel temsilleri olarak görülür. bazı durumlarda, neyin rüya neyin hayal olduğunu ayırt etmek zordur.

filmlerdeki müziğe ve yükselen aksiyona her zaman anormal ve rahatsız edici sinematografi eşlik eder. sinematografide tekrar eden kalıpların çoğu, karakterlerin sahip olduğu takıntıyı yansıtır. üç filmde de gözler onların takıntılarının simgesidir. harry, marion ve tyrone kafayı bulduklarında gözlerinde genişleme yaşarlar. nina siyah kuğuya dönüştüğünde gözleri kırmızıya döner.

aronofsky, seyirci ve karakter arasında bir bağ oluşturmak için tüm bu sinematik unsurları kullanır

her film son derece özneldir. seyirci, kahramanın hayallerini, arzularını ve sanrılarını görebilir. bu nedenle seyircinin kendi akıl sağlığı söz konusu olur. tekrar eden öğeler, müzik ve eylemler, korkunç derecede takıntılı bir atmosfer yaratır. saplantıların her küçük detayı ve deliliğin her korkunç özelliği ile karşı karşıyayız. aronofsky sadece saplantıyı delilikle ilişkilendirmekle kalmaz, aynı zamanda bize bunların aynı şeyler olduğunu kanıtlar. bu adamın filmlerini işte bu sebeplerden çok seviyorum.