SİNEMA 11 Ekim 2021
35,8b OKUNMA     465 PAYLAŞIM

Yılmaz Erdoğan'ın Başrolünde Olduğu Yeni Netflix Filmi Kin'in İncelemesi

Yılmaz Erdoğan ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi isimlerin rol aldığı Kin, Netflix'te yerini aldı almasına ama kendisi gerçekten iyi bir film mi yoksa kaçırılan bir fırsat daha mı? Bakalım.

dijital platformlar türkiye'de yayına başladıklarında neden bilmiyorum, bir fantastik hikayelere heves ettiler. sonra tabi burada altyapısı olmadığı için o işler pek tutmadı. daha sonra televizyonun müsaade etmeyeceği kısa ve vurucu polisiye / dramalara ağırlık verdiler ve orada doğru damarı tutturdular. şahsiyet ve alef gibi güzel diziler izleme şansımız oldu mesela. kin de polisiye olduğu için haliyle dikkat çekici. şimdi film, diğer yapımların başarısına ulaşmış mı yoksa sıradan bir filmi mi olmuş bir bakalım.

Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.


öncelikle türk sinemasının bir eksikliğinden bahsedelim

türk sineması genel olarak uluslarası yapımlardan çok geride. özellikle 2010'lardan sonra geniş kitlelere ulaşan ve aynı zamanda kaliteli hikayeler anlatan çok az film yapıldı. bunun bir nedeni de sinemacılarımızın film türlerini çok incelememesi. mesela bir aksiyon filmi temelini doğru düzgün çalışmadıkları için bu türün işe yarar formüllerini uygulayamıyorlar. kin de bu dertten muzdarip çoğunlukla.

bu filmin hikayesi bir film-noir olmaya çok uygunmuş aslında. üzerine suç yıkılan ana karakterin yaşadığı stres hitchcock filmleri incelense (ki bu hitch'in en sevdiği mekaniklerden biridir) çok daha yüksek noktalardan yaşatılabilirmiş. orada formül nedir? ana karakter olabildiğince bu işlerden uzak olacak, daha sonra istemeden bir suça karışacak ve kendi karakterinden taviz vermemeye çalışsa da filmin kötü karakterinin yaptığı planlarla sürüklenip gidecek. bu filmde ise atılan iki adımla bu ihtimali ellerinin tersiyle itmişler.

ilk adım, zaten filme en büyük hasarı veren nokta

yılmaz erdoğan'ın canlandırdığı ana karakter kendisini savunmaya çalışırken taksiciyi bıçaklıyor ve olayların nasıl geliştiğini saklamaya karar veriyor. işte o karar motivasyonu çok önemli çünkü burası karakteri sıkıştıracağınız nokta. motivasyonu ne kadar erdemli seçerseniz izleyiciyi ana karaktere o kadar yaklaştırırsınız. burada ise başkomiser aman terfi kaçmasın diye hareket ediyor. ki bu işini her zaman doğru yapmaya çalışan, ekibine yol gösteren ağır abi imajına zarar veriyor. halbuki baskı noktası ahmet mümtaz taylan'ın canlandırdığı karakterin terfisi olsa hem başkomiser bu kadar bencil görünmeyecekti hem de dünyadaki pek çok insan müdür baskısı altında yaşadığından karakterin başına gelenleri izlerken strese girecekti. ancak daha önceki filmler iyice etüt edilmediği için bu fırsat kaçırılmış.


ayrıca karakterin bundan sonra yaptıkları ve yılmaz erdoğan'ın oyunculuğu da bu stresi engelliyor. aslında atmosfer gayet hazır. ancak yılmaz erdoğan, karakterini stres altında gibi değil de canı bir şeye sıkılmış gibi canlandırıyor. yani yılın en başarılı polisi olarak gösterilen, adalet duygusu gelişmiş birinin üzerine suç kalacağını anladığı anda bile yau bu benim başıma nasıl gelebilir, ben ne hallere düştüm diye tonla strese girmesi ve bunu izleyicilere aktarması gerekiyordu.

yine karakterin yaptıkları da onu kapana kısılmış şekilde göstermiyor. mesela eski uyuşturucu satıcısının mekanına gittiğinde yılmaz erdoğan'ın karakterini tüm atmosfere hakim şekilde görüyoruz. bu da karakterin olayların kontrolünü elinde tuttuğunu düşünmemize neden oluyor. ki aslında tam tersi olmalıydı, çünkü bu şekilde bi stres yaratma şansı kalmıyor.

filmin olması gerekeni yapmama huyu bununla da bitmiyor

duygu sarışın'ın canlandırdığı karakter aslında sinema tarihinin en büyük geleneklerinden biri olan femme fatale örneği. bunun için illaki ana karakteri baştan çıkarması gerekmiyor ama sinsiliği ve kurnazlığı olmazsa olmaz. bu konuda ise problemler saymakla bitmiyor. öncelikle duygu sarışın bu karakteri canlandırmıyor, baya belli bir kalıbın taklidini yapıyor. bu nedenle inandırıcılığı çok düşük. aşırı kullandığı mimikleri, dramatik olmak için yaptığı ağır çekim jestleri falan 50'lerden sonrası için fazlasıyla abartılı. muhtemelen kendisinden istenen oyunculuk bu şekildedir ama sessiz döneme benzer bir şey arıyorum ben demiyorsanız gözünüzü fazlasıyla yoracaktır bu.

finale gelecek olursak da bu konu için benim çok sevdiğim bir önerme var: "her hikaye, kötü karakteri kadar iyidir." bunu hayatla sorunu olan karakterler için özelleştirirsek, final monologunun bize en azından birkaç sefer "adam haklı galiba." dedirtmesi gerekiyor. burada ise o alana gelemiyorsunuz çünkü tuncay baştan aşağı haksız aslında. sen çocukken 7 kişiyi öyle ya da böyle zehirlemişsin. bunu da baban üzerinden yapmışsın. elde aksi bir delil olmadığına göre polisten tam olarak ne yapmasını bekliyordun ki? ben polise babam masum dedim ama beni dinlemediler. anlatmaya çalıştığın müthiş çıkarım bu mu gerçekten? sinema tarihinde john doe gibi karakterler varken kusura bakma kimse bunu yemez. zaten bu nedenle filmin hem başlangıç, hem final motivasyonu çöküyor.

Spoiler'ın sonu.


sonuç olarak

film, sorgu sahnesi hariç akıcı diyebiliriz. ama bu akış ne sebeple başlıyor ve nereye gidiyor diye sorarsanız o noktalar biraz sıkıntılı. yine de şöyle kafa dağıtmalık bi film olsa da izlesem derseniz göz atılabilir. yok ben daha derin bir şeyler bakıyorum derseniz, o aradığınızı burada bulamayabilirsiniz.