Yaşanan Teknolojik Gelişmelerle Birlikte İnsan Bilinci Bilgisayara Aktarılabilir mi?
bilim insanlarının bakteriye veri depolayabilmesi gibi bazı deneyler burada da konuşuldu biliyorsunuz. verinin canlı bir varlığa aktarılmasına f fonksiyonu dersek, bu fonksiyonun tersini almayı başardığımızda kendimize dair bir şeyleri dijital ortama aktarmış oluruz. peki bu fonksiyon terslenebilir bir fonksiyon mu? öyleyse bile günümüzdeki teknoloji tersini almamıza imkan vermiyor gibi duruyor. ancak dediğim gibi önce kümelerin ve fonksiyonun net tanımı yapılmalı ki süreç hakkında fikir yürütebilelim.
bir metin dosyasını ele alalım.
boyutu küçüktür değil mi? word'de 2000 kelimelik bir yazınız 24 kb kadarcık yer tutabilir. bunu notepad'de yazarsanız daha az yer tutması lazım. görünmez bir katibin var olduğunu ve fi tarihinden beri insanların ağzından her çıkanı metin dosyası olarak bir yerlere yazıp kaydettiğini varsayalım. hah, tahminlere göre bu dosyanın büyüklüğü 5 exabyte kadar olacaktır. yani bir kentrilyon byte kadar. bir kelimenin boyutu 10 byte olarak kabul ediliyor.
şimdi düşünün, zihnimizde neler var?
geçmişe ve şimdiye dair vidyo görüntüleri (144 piksel falan da değil ha full+full hd), fotoğraf görüntüleri, dinletiler (ses dosyaları), geçmişe dair pişmanlıklar ve hesaplaşmalar, on dakika sonrasından tutun da on yıl sonrasına dek uzanan gelecek planları ve olasılık hesapları, bir yandan sosyal ilişkilerimize dair bir sosyal ağ yapısı, bir yandan her an maruz kaldığımız birçok uyartı, say say bitmez. daha bir de veri olarak tanımlayamadığımız ağrı hissi, koku algısı gibi durumlar var. buna buzdağının görünmeyen kısmı olan bilinçaltımızı da ekleyin.
insan ömrünü ortalama 80 yıl kabul edelim, yukarıdaki bilgiler ışığında sizce ortalama yaşta, 40 yaşında olan birinin zihninde ne kadar veri olabilir?
çok. şimdiye dek matematikte o büyüklükte bir sayı kullanıldığını zannetmem. e peki bunca bilgiyi nasıl bir bilgisayara aktaracağız? biraz büyük ve depolama hacmi geniş bir bilgisayar olması lazım. e daha bunun aktarma teknolojisi var, evet kızılötesini geride bıraktık ama yine de vaziyet belli. saniyede en fazla ne kadar veri iletebilirsiniz? diyelim ki saniyede 10 gigabyte veri aktarabiliyoruz, süper değil mi. nöron sayısına dayanarak insanın hafıza alanının 2.5 petabyte kadar olduğu söyleniyor, 2,500,000,000,000,000 byte civarı. eğer hesapta yanlışlık yapmıyorsam sırf hafızayı aktarmak bile 28 gün kadar vakit alıyor. 28 gün uzun bir süre, bu esnada birçok yeni bilgi daha eklenecektir zihnimize, ek olarak onların da aktarılması var. e bir de hayallerimizi, planlarımızı, algılarımızı falan ekledik mi ohooo ölme eşeğim ölme.
işte, günümüzdeki teknolojinin pek elvermediğini düşünmemin sebebi buydu. ha bundan yaklaşık 35 yıl önce bill gates 640 kb hafızalı bilgisayarın herkese yeteceğini söylemişti. oysa şimdi 1.44 mb'lik disketin yüzüne bile bakmayız. zamanla yukarıda saydığım veri depolama ve aktarma sorunları da çözülecektir. eğer bilincin net tanımını yapabilir, nerede nasıl var olduğunu da saptayabilirsek, bilgisayara aktaramamak için ne sebep olabilir ki?
bilinç, kendisinden türediği zihinsel fenomenlere indirgenemeyecek üst-düzey bir ontolojik alan oluşturduğu için, sadece zihinsel donanımın kopyalanmasıyla bilinci başka bir ortama aktarmak pek mümkün görünmüyor.
bazı bilimsel alanlarda, dünyanın ontolojik olarak indirgenemez katmanlardan oluştuğu, bu ayrı ontolojik katmanların birbirlerinden türemelerine (bkz: supervenience) karşın, "belirivermiş vasıflar" (emergent properties) (bkz: emergence) olduklarının teslim edilmesi gerektiği ileri sürülüyor. zihinle bilincin ilişkisi böyledir; bilinç zihnin maddi varlık katmanından türer (materyalizm tezi zarar görmüyor!), fakat zihne indirgenemez ve bire-bir belirlenemez vasıflar ve nitelikler ortaya koyar. bu durum da determinizme kesin bir sınırlılık getirir.
bergson bilinci dev bir telefon santraline benzetmişti.
gelen aramalar, bilincin bu "ara" katmanında, bazen bekletilir, bazen bağlantı kurulur, bazen de aramalar beklenmedik yerlere bağlanır. sanırım böyleydi; bu yalnızca bir analoji tabii.
beliriveren vasıflar fikri ve belirivermecilik (emergentism) geleneksel metafizikte de birçok alanda karşımıza çıkar. heidegger'e göre, zaman da böyle bir fenomendir. o buna, zamanın içsel-aşkınlığı gibi bir isim verir: zaman, kendilerinden türediği ardışık anlara indirgenemez bir boyut taşır. dilbilimde, göstergeler de böyledir; dilin en küçük anlamlı birimleri olan göstergeler, kendilerinden türedikleri, kendilerinden üretildikleri ya da "yapıldıkları" morfemlere indirgenemez. göstergenin anlam'ı, fiziksel-maddi parçalara göre aşkınsal kalıyor. parçaların toplamından itibaren elde edemeyeceğimiz her bütün için, beliriverme fenomeninden söz edebiliriz: bütün, parçalara indirgenemez. bu tür bir bütüncülük (bkz: holizm) düşünce tarihinde çok yeni değildir; aslında, tam olarak, yaşam bilimlerinde 18. yüzyılın sonlarında yaşanan gelişmelerle ateş almıştır denebilir.
yirmi birinci yüzyıl başlarında zihin felsefesi alanında yeni tür bir bütüncülükle (yeniden) karşılaşıyoruz. bu kez elde beliriverme ve ona eşlik eden (supervenience, wild-disjunction, multi-realizibility gibi) çeşitli kavramlar var. determinizme karşı yaşamsal öngörülmezliği ileri süren bütün eski vitalistler, yaşam filozofları, varoluşçular, bu tür fikirlere bağlı oldular.
peki belirivermecilik "insan bilinci bilgisayara aktarılabilir mi?" sorusuna nasıl bir cevap veriyor?
ben bunu yorumlayacak yetkinlikte değilim. ama ben de, bacon gibilere karşı dostoyevskiden yanayım: "2 kere 2 her zaman 4 eder fikri beni derin bir biçimde rahatsız ediyor. bana göre bu formül hiç de her zaman geçerli değil!" yeraltı adamı, matematik özelinde insan özgürlüğüne zarar verecek her girişime buna benzer bir biçimde cephe alıyordu.
şunu da unutmamalı: varoluşsal olarak, sonluluk, fanilik (finitude) bizim asli bir parçamız. sonlu olmayan bir varoluşa kavuşursak eğer, biz artık insan olmaktan çıkarız.
son olarak: (bkz: özgür irade). ona ne olacak? asıl soru bu.