NOSTALJİ 5 Mayıs 2016
67,6b OKUNMA     1263 PAYLAŞIM

Yalnızca Çocukken Babasının İşyerine Gidenlerin Anlayabileceği Şeyler

Çoğu çocuğun babasına, çocukluğuna dair en unutamadığı şeylerden biridir babanın işyerine gitmek. Babanın eve nasıl ekmek getirdiğine şahit olunur, hayatın sanıldığı kadar kolay olmadığına da... işte o unutulmaz deneyime dair Sözlük yazarlarının hatırlarında kalanlar.
iStock.com

Diafonla oralet söylemenin karizması

diafonla oralet söylemek, oraleti marka ile ödemek, öderken de havaya girmektir.

bilgisayardır. yeşil ekran üzerinde duran ne idüğü belirsiz kağıtlardır. exceldir, anlamsız sayılardır. sana ödül olarak açılmış bembeyaz bir paint'tir, püskürtmedir.

hesap makinesiyle sana öğretilen matematiğin doğru olup olmadığını kontrol etmektir. sonra işi abartıp büyük çarpımlar yapmak ve çıkan e harfine anlam verememektir.

çaycının oraletidir. babanın atmadığı bir şekeri gizlice alıp turuncu sihirli karışıma atmaktır.

babanın çöpe attığı kağıtları düzeltip daktiloda yazı yazmaktır. daha hızlı yazmaya çalışıp aynı anda iki tuşa basarak daktilo düzeneğinin takılı kalmasını sağlamaktır. sonra bununla eğlendiğinizi farkedip aynı küçük parmakların yettiği tuşlara abanmaktır.

damgaları eline yüzüne basmaktır.

şu cümleyi çok sık duyardım; delikanliya da bi pasa cayi ver bakalim

iş ortamındaki ast üst ilişkilerini bilmeden, orayı sadece uzayda yer kaplayan bir yer, ama içinde babayı barındıran güzel yer olarak görmektir.

Çocukken babasının işyerine giden yazarlarımızın unutamadığı anıları

babam madenciydi.

1 kere gittim işyerine. "bak evlat, masamızdaki ekmek nereden geliyor" dedi ve götürdü beni işyerine.

5 yaşında bir adam oldum çıktım sonra.

babayla baba olmaktır. o dükkanında çalışırken sen de yanında kendince işler yaparsın kağıda bir şeyler çizersin, tükenmez kalemle çizgi roman falan yaparsın. sonra baban bakar çizdiklerine "okurum ben bunları kaça satarsın" der. sen de iki sakız fiyatına (ama kdv dahil) satarsın babana onları. kendini çok önemli ve büyük bir iş yapmış hissedersin. babanın dükkanı evin erkeklerinin önemli ve büyük işler yaptığı bir yerdir senin için.

sonra bunları unutursun. 15 yıl falan geçer. çoktan başka şehre gitmişsindir. bir gün baban ölür. dükkanını boşaltırken en üstteki rafın arka taraflarından bütün o çizgi romanlar ve yaptığın tüm karalamalar çıkar.

bir daha da unutmazsın.

çok büyük bir olaydı bu...

babam sirkeci'de bir atölyede çalışıyordu. annem kardeşimle beni alır, trene binerdik, tren cankurtaranla sirkeci arasından geçerken kız kulesini görmeye çalışırdım her defasında. sirkeci desen ana baba günü. kaybolacağım diye ödüm kopar annemin elini sıkıca tutardım. mısır çarşına uğrar, kuşlara yem atardık. babam bizi çakmakçılar yokuşunda karşılardı. atölyede çorap yapıyorlar. her yer kutular, ayak şablonları, çorap ütüleri, kumaşlarla kaplı. kendine has bir kokusu var hanın. çay içilen markalara bayılır, bir tanesini mutlaka cebime atıp eve getirirdim. mavi ya da kırmızı fark etmezdi. bizde iş yapacağız diye tuttururduk, çorapları kopçalama ya da kutuları sayma gibi görevler verirlerdi başlarından savmak için. sonra öğlen oldu mu, şimdilerde asla aynı tadı bulamadığım dönerlerimizi yerdik. uykumuz gelirdi bir vakit sonra. yere karton kutular serip üzerlerine örtücek yumuşak yastıklardan bulurdu hep babam. o makine seslerinin arasında uyumanın verdiği huzuru unutamam.uyandığımızda da atölyedeki ablalar bez bebek yapmış olurlardı bize.içi kırpık dolu renkli küçük bebekler, eve gidince düğmelerden göz ve yünden saç yapardı annem...

güzeldi,çok güzeldi

ne kadar güzel ve özel birşeydi, keşke geri dönebilsem o günlere. dükkanın bulunduğu sokağın köşesinden dönüp de adını yazarken bile gözlerimi dolduran, herşey gibi birini gerçekten özlemenin de ne demek olduğunu bana ilk öğreten, hayatımdaki en önemli ve özel adamı, babamı gördüğümde içimde kopan o sevinç çığlıklarını anlatabilsem keşke, kelimeler yetebilse de... dünyanın en önemli insanı, çok değerli bir misafirmişim gibi davranırdı o çok özel adam her adım atışımda o dükkana, arkadaki geniş masaya kurulan sofralar, çevreden nereden istenirse söylenebilecek envai çeşit yemek, abur cubur, marka çekmesinin bulunduğu ofis masasına oturabileceğim ve gönül rahatlığıyla istediğim kadar markaya sahip olup istediğim kadar oralet içebileceğim yegane yerdi o yazıhane. en önemlisi ben küçüktüm, dünyam küçüktü, hayatım acımasız değildi hiç o zamanlar, babam yanımdaydı, evden çıktığımda 15 dakika sonra yanına varabileceğimi biliyordum, şimdi... belki 15 gün, belki hafta, belki yıl... burdaki sayılı günleri doldurmayı beklemek zorundayım ona kavuşmak için.
babanın işyerine gitmek hep gayet olağan, günlük bir olay olarak kalsaydı, ne kadar değerli birşey olduğunun farkına böyle bir acıyla varmasaydım keşke.

8 gibi uyanıp babamla yola çıkardık. uzun simitlerden istiyorum diye söylenirdim her sabah alınırdı o simit. daktilo eğlenceli bir şeymiş gibi değişik şekiller yapılırdı. sonra babaya gösterilip ne yazdığını anlatmaya çalışmak babamın daralması ama gülmesi. işyerinin mıncıklanacak maskotu olunurdu adeta. ciddiye alındığını hissederdin çünkü seni mutlu etmek için hanım ya da bey derlerdi. havalanırdın. çok sıkılında bahçede hunharca scooter sürerdin dairenin uyuz adamı baban gider gitmez kızardı sana. güzel anılardır insanı duygulandırır.

heyecanlı bi olaydır.

otoparkta bekçiydi babam. küçük bi kulübesi vardı. minicik bi televizyon. yokuş aşağı bi yerdeydi otopark. şimdi kızılay oldu o bina. neyse. o yokuştan aşağı inerken aşırı sevinçli olurdum. akşam giderdik babamın yanına. ekmek götürürdük giderken. gideceğimiz zaman haber verirdik. babam biz geleceğiz diye dışarı çıkardı, dolanırdı oralarda. ufukta babamı görünce nasıl sevinirdim ya. koşarak giderdim. annem kızardı yavaş ol diye. niye o kadar seviniyorsam. allahın otoparkı işte. bi de gazoz içerdim hep oraya gidince. ordan ayrılırken de çok üzülürdüm. gece kalacak ya babam, telaş yapardım. dua okurdum sürekli. o zamanlar şuna inanırdım hep, okuduğum dua binanın etrafında bi çember oluştururdu. babamı korurdu kötülerden. hayalimde öyle bi koruma çemberi oluştururdum dua ederken. hey gidi.