Üç Sezonuyla Gönüllere Taht Kuran Anne with an E Karakterlerinin İncelemesi
sadelikte güzellik vardır. ancak bu sadeliğin karmaşa içerisinden çıkması gerekir. güzelliğe ulaşacak sadelik önce düğüm olur daha sonra da birtakım öykü akışlarıyla çözülür. eğer bu olmazsa sadelik basitlik olarak kalır. şimdi konuşacağımız “anne with an e” de güzelliğini, karakterlerinin dışarıdan sade görünen ancak derinlerine baktığınızda ortaya çıkan karmaşık yapılarından alır. şimdi hazırsanız dizimizin karakter yapısı nasıl oluşturulmuş bir bakalım.
Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.
anne shirley-cuthbert
ilk önce ana karakterimiz anne’den başlayalım. anne’i farklı kılan özelliği hem cesur hem de kırılgan olması. genele baktığımızda insanların çok cesur olduğunu söyleyemeyiz. çünkü ister mahalle baskısı deyin ister yerleşik düzenin korunaklı yapısı, insanlar belirlenmiş bir hayat tarzını tercih ediyor. bu düzeni sağlamak için de genelde planlı yaşıyorlar. ancak bu düzenin başı sonu belli ve dışarıdan bakınca hayli sıkıcı göründüğünü söylemek gerek.
anne ise böyle değil. o tutkularının ve doğru bildiklerinin arkasından giderken çok hesap kitap yapmıyor. matthew’un da söylediği gibi anne, suyun derinliğini iki ayağıyla birden kontrol ediyor hep. bu evet korkutucu bir yöntem ancak böyle olmadan anne’in yaptıklarını başarmak pek mümkün değil sanırım.
ancak hayat anne’in cesaretini de ödüllendirmiyor sürekli. her koşmaya başladığında anne'in onlarca kez düştüğünü izliyoruz. çünkü değişim ve kabullenme hemen gelen şeyler değil. siz bir şey istiyor olabilirsiniz, cesaret edip bunun peşine de düşebilirsiniz çok güzel. ancak hayat; sizi eleştirecek, yolunuza çıkacak, hatta şaka yapıyormuş gibi gösterirken bileğinizi kıracak insanlarla dolu. anne’in kırılganlığı ise burada ortaya çıkıyor ve onu değerli bir insan yapıyor. çünkü anne’in cesareti bir şeylere başlayabilme cesareti değil sadece. anne hassas bir ruhu olduğunu, zorluklarla mücadele etmek zorunda kalacağını, yeri geldiğinde ağlayacağını yeri geldiğinde engelleneceğini, yeri geldiğinde dışlanacağını biliyor. ancak anne açık fikirli ve idealist bir insan. bu nedenle aslında kırılmaktan, ağlamaktan, iyi ya da kötü bir şeyler hissetmekten korkmuyor. her düştüğünde tekrar tekrar ayağa kalkmayı da bu şekilde başarıyor.
anne’in öne çıkan bir diğer özelliği de güzel şeylere olan bitmek tükenmek bilmeyen sevgisi. bu öykünün başında elbiseler, saç tokaları, kurdeleler, ağaçlar, çiçekler olarak ortaya çıksa da zamanla geniş bir alana yayılıyor. mesela toplum tarafından dışlanan birinin kabul görmesi güzel bir şey mi? anne bunun da peşine düşüyor. küçük avonlea’da tek siyahi aile olarak bir başına kalmamak güzel bir şey mi? anne sizi de sürekli genişlemekte olan ailesine dahil ediyor. ayrıca anne’in dokunduğu bir şeyin güzel olması için illaki yeni ya da pahalı olmasına da gerek yok. mesela matthew ile tanıştığında ona çantasının belli şekilde tutulması gerektiğini söylüyordu. daha sonra o çantasının sapının gerçekten kopuk olduğunu görüyoruz. ya da okula giderken kullandığı küçük sepet var mesela. bu tür şeyler çok gösterişli değil. ancak anne’in hayatında durdukları yere baktığınızda kendi içlerinde bir güzellikleri olduğunu görebilirsiniz.
son olarak da, anne’in gerçekten güçlü bir kalbi var. aile sevgisi görmeden, o evden bu eve sürüklenerek büyümüş olmasına rağmen insanlar hakkında asla kötü düşünmüyor. evet o dönemden kalan bazı kötü hatıraları ve güvensizlikleri var. mesela insanların her an onu terk edip gidebileceğini düşünüyor sürekli. ancak daha önceki hayatına göre çok daha kolay bir hedef olan josie’ye karşı asla kötü bir şey yaptığını görmüyorsunuz. hatta üçüncü sezonda josie hakkında dedikodu yayılınca onu korumak için öne çıkan ilk ve tek isim anne oluyor. çünkü anne dışlanmanın, arkadaşsız kalmanın ne kadar kötü bir şey biliyor öncesinde ve etrafında kim olursa olsun kendi başına gelenlerin onlara gelmesini önlemeye çalışıyor. mary’e delphine için mektup yazmasını öneren de o mesela çünkü kendi ailesiyle ilgili hiçbir şey yok elinde. ancak delphine’nin kendi yaşadığı kaybolmuşluk hissini yaşamasını istemiyor. bu da anne’i çok güçlü, sevimli, cesur, hisli bir insan yapıyor.
marilla cuthberth
kendisi benim dizideki favori karakterim olur. çünkü hem karakter olarak sürekli değişim halindedir hem de kendisini canlandıran geraldine james çok iyi bir oyunculuk çıkarmıştır. marilla’nın en önemli özelliği ise çift yönlü bir insan olmasıdır. kendisi dışarıdan çok sert bir kadın gibi görünürken içinde sıcacık bir kalp taşır.
bunu aktarmak ise çok kolay bir şey değildir. çünkü denge kurulması gerekir ancak farklı olarak marilla bu dengeyi zamana yayarak değil anlık olarak kurar. mesela anne, okulda yapmaması gereken bir şey yapmış ve öğretmenden azar işitmiş olsun. bunu marilla’ya anlatırken marilla önce anne’i azarlar. çünkü onun toplum kurallarını bu kadar erken yaşta ve sürekli olarak yıkmasını istemez. anne pişman olduğunu gösterip marilla’dan özür diledikten sonra da marilla arkasını döner ve yüzünde bir gülümseme olduğunu görürsünüz. çünkü her ne kadar başını belaya sokmuş olsa da anne vicdani olarak doğru şeyi yapmıştır ve marilla içten içe onunla gurur duyar.
marilla’nın uç noktalara gittiği de olur. mesela erkek çocuk beklerken anne çıkıp gelince marilla, onu kapıda karşılar ve durumu açıklar. anne yıkılsa da (hem ruhen hem bedenen) marilla ona karşı bir yakınlık göstermez. çünkü bir çocukla yakınlık kurmamıştır daha öncesinde ve anne gibi aşırı hassas bir insanla nasıl iletişim kurması gerektiğini bilemez o anda.
marilla’nın sert yönü bir kere de anne, ailesine ne olduğunu araştırmaya başladığında ortaya çıkar. çünkü anne terk edilmediğinden emin olmak ister. ancak marilla, bu durumu biraz da anne’i kaybetme korkusuyla yanlış anlar ve gittikçe sertleşen bir tonla anne’e ailesini aramayı yasaklar. ki burada marilla’nın duygularıyla hareket ettiğinde ne kadar sert olabildiğini görürüz. hatta bir noktada kendine engel olamaz ve hem pişmanlıkla hem sinirle, anne’e bir “i love you.” der ki marilla'nın hissettiğini birebir kalbinizde duyarsınız.
ancak marilla'nın sadece otoriter ve sert bir kadın olduğunu düşünüyorsanız, size tek söyleyeceğim şey "fiddlesticks" olur. çünkü marilla aynı zamanda dizinin mizah ögelerinden de biri. özellikle sert karakteriyle harmanlayıp anne’in kulağından eksik etmediği tek cümlelik yorumlarıyla gülmekten karnınıza ağrı girmesine neden olabilir. mesela müsamere sırasında josie hastalanır ve yerine anne’in geçmesi gerekir ancak sahnede kullanmak üzere bir tane de kürek lazımdır. anne, her zamanki gibi koşarak marilla ve matthew’un yanına gelip “josie çok hasta bir tane de kürek lazım.” deyince marilla “hayırdır josie’yi mi gömeceksiniz?” diye sorar. bu tür yorumlar sayesinde hem yıllardır içinde bulunduğu sert karakteri tam olarak bırakmadığını (eve yeni bir çocuk gelse de 50 yaş civarı bir insanın karakteri kolay kolay değişmez) görürüz hem de anne’i dengede tutmak için elindeki en iyi yöntem budur zaten.
matthew cuthbert
green gables’a gelmek anne için çok faydalı oldu şüphesiz. okula devam edebildi, bir yuva buldu, kendisini kabul eden arkadaşlar edindi ve daha bir sürü şey. ancak anne’in gelişi tamamen tesadüf normalde. hatta bir erkek çocuğunun yerine anne’in gelmesi matthew için iyi olmadı bile diyebiliriz. ancak bunu demek için rachel lynde gibi bir bakış açısına sahip olmanız gerekir. çünkü anne, tarlada çalışamasa da matthew ve marilla’nın hayatında çok güzel değişikliklere vesile oldu.
matthew, anne’in aksine hayatı boyunca cesaret gösterememiş bir insan. ne sevdiği kadının peşinden gitmiş ne herhangi bir konuda fikrini beyan etmiş. ancak bu içine kapanıklık onu kötü bir insana çevirmemiş. sadece sosyal alanda çok pratiği olmadığı için biraz tutuk kalmış o kadar. bu tutukluğunu da anne sayesinde üzerinden atıyor yavaş yavaş.
tabi bu bir anda gelişen bir durum değil. matthew, öykünün başında da kendisini sözlerle ifade etmek konusunda çok başarılı değildi. hala da öyle değil ancak artık nerede harekete geçmesi gerektiğini gördü anne sayesinde. çünkü matthew, anne’in cesaretine hayran, onun ne kadar vicdanlı ve hassas olduğunu biliyor. en önemlisi de anne’e güveniyor. bu nedenle anne herhangi bir konuda destek istediğinde matthew’un bir kere bile geri adım attığını görmüyoruz. kızılderili bir kız, yatılı okula mı kapatıldı? matthew, hemen koşup geliyor anne’e yardım etmek için. bu da matthew’un sözlerle olmasa da davranışlarıyla anne’i ne kadar sevdiğini göstermesini sağlıyor.
gilbert blythe
anne’i sevmek demişken, gilbert’ten de bahsetmemiz gerekiyor burada. öykü boyunca gilbert’e anne tarafından haksızlık yapılıyor aslında. çünkü gilbert anne ile yeni tanıştığında sadece bir kere onunla dalga geçiyor. ancak rachel lynde gibi bilmediği şey anne’in görünüşü konusunda çok alıngan olması. bunun nedeni tabi daha öncesinde görünüşü nedeniyle yetimhanedeyken aşağılanması ancak gilbert’in de rachel’ın da bunu bilme ihtimali yok.
bu kötü başlangıçtan sonra gilbert işleri düzeltmeye çalışıyor çünkü anne kabul etmek istemese de gilbert de bir kindred spirit aslında. kendisi zeki, meraklı, yardımsever, açık fikirli, nazik ve alçak gönüllü biri. ancak anne, daha öncesinde hiç sevilmemiş. ayrıca dış görünüşü konusunda aşırı öz güvensiz olduğundan ve kadın erkek ilişkisi bir çocuğun aklında dış görünüşle eşdeğer olduğu için kendisinin birileri tarafından sevilebileceğine inanmıyor. bu da aralarındaki ilişkinin çok uzun süre çalkantılı devam etmesine neden oluyor.
ancak gilbert, gemiye katılıp dünyayı gezmeye başladığında işler değişiyor çünkü anne, sürekli orada olduğunu düşündüğü gilbert’i kaybetmiş oluyor. gilbert geri geldiğinde de o kadar uzak davranmıyor ona çünkü bir kere kafası karıştı artık ve anne'in o kafa karışıklığının ne olduğunu bulması gerekiyor bundan sonra.
anne’in gilbert hakkındaki hislerine karar vermesi de yine gilbert’i kaybetme tehlikesi yaşadığında (hatta kaybettiğini düşündüğünde) ortaya çıkıyor. ancak gilbert bu konularda anne’den daha olgun. çünkü anne’in şüphesi var ancak bu şüphe nedeniyle adım atmıyor. gilbert ise şüphesi olduğu için kesin bir adım atmaktan kaçınıyor çünkü evet winifred ile evlense belki de mutlu olacaktı ancak mutlu olmama daha da önemlisi mutlu edememe şüphesi nedeniyle karşısındakini üzmemek için ayrılma kararı alıyor. ki bu karmaşık duyguların yarattığı kompleks durumu en az zayiatla çözebilmesi bile duygusal anlamda ne kadar olgun bir insan olduğunu gösteriyor bize.
diana barry
gilbert aslında sonradan öyküye dahil oluyor ve pürüzlü yollardan geçip geliyor. diana ise öyle değil. tüm garipliğine, yaralarına rağmen anne’i olduğu gibi kabul eden ilk kişi diana burada. çünkü diana, "mükemmel arkadaş nedir?" sorusunun cevabı tam olarak. anne’in histerik hallerine, karmaşık kelime kullanımına rağmen bir saniye bile içtenliğinden şüphe duymuyor.
ayrıca diana da matthew gibi anne’nin varlığı sayesinde hayatına yeni boyutlar katan biri. anne nedeniyle başına gelmedik iş kalmıyor tabi ama arkadaşı olmasaydı eğer kısa sürede baş göz edilip sıkıcı bir hayata sürüklenecekti. ancak anne’in cesaretinden ve kurallara karşı gelmesinden esinlenerek kendi yolunu çizmeyi başarıyor bir şekilde.
aunt josephine
anne’in tek destekçisi diana değil tabii ki. hatta aunt jo’nun katkısı diana’yla karşılaştırılabilecek kadar yoğun. çünkü diana, anne’in kabul edilmesini sağlıyor ancak bu kabul ediliş sabit. aunt jo ise anne’e yeni ufuklar açıyor.
aunt jo’nun kişiliği de marilla ile benzerlikler gösteriyor. kendisi biraz ters bir insan. ancak bunun nedeni yaşadığı toplumun onu gerçek kimliğiyle kabul etmeyecek olması. yine de partneri olan gertrude’u kaybettikten sonra barry’lerin yanında kalmaya geliyor ve tesadüf eseri küçük yaşına rağmen getrude gibi açık fikirli olan anne ile karşılaşıyor. anne’in hayata karşı tutkulu bakışı, zengin kelime dağarcığı ve hisli yapısı nedeniyle de aralarında bir bağ oluşuyor.
bundan sonra aunt jo, entelektüel birikimini kullanarak anne’e destek olmaya başlıyor. çünkü gerek ekonomik imkanları olsun gerek tercih ettiği yaşam tarzı olsun gerek görmüş geçirmişliği olsun aunt jo öyküdeki en bilge kişi. yolunu kaybeden gençlere destek olabilmesi de bu yüzden. çünkü kendisi anne’in cole’un ya da diana’nın geçtiği yollardan çok önce geçmiş, zorlukları görmüş ve en önemlisi bu zorlukları daha öncesinde atlatmış. bu nedenle ne yapılması gerektiğini de biliyor.
mesela diana’ya ailenin çizdiği yoldan gitme diyor çünkü kendisi de aynı aileden ve eğer ailesinin yönlendirmesine uysaydı neler kaçırmış olacağını biliyor. anne’i partiye davet ediyor çünkü anne, hayal gücünün nerelere ulaşabileceğini görmedi daha öncesinde. aunt jo’nun çevresi sayesinde sanatçılarla ve yaratıcı insanlarla tanışıyor. cole’un hayatını ise baştan aşağı değiştirdiğini söyleyebiliriz.
muriel stacy
anne zeki bir çocuk. bu nedenle öğretmenlerin gözdesi olabilecek bir öğrenci. dersleri de iyi hep, buna rağmen miss stacy gelene kadar öğretmenlerle arası çok iyi değildi. ikisinin tanışma anları da çok güzel. anne’in dediği gibi “eğer bir kekin iyi olmasını çok istiyorsanız o kek iyi olmaz.” anne de yeni gelen bu farklı öğretmenle arası iyi olsun diye çok uğraşıyor ancak aşağı yukarı her işte olduğu gibi başlarda her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. miss stacy, bütün öğrencilerle ilişkilerini sağlam bir zemine oturtmaya başlarken anne ceza alıyor hatta.
ancak kindred spirit’ların uzun süre ayrı kalması mümkün değil tabii ki. zaten tanıştıktan kısa süre sonra anne, marilla ile birlikte miss stacy’i gizli kulübelerine götürüyor ve anne’nin ne kadar hassas bir çocuk olduğunu daha önemlisi sevilmeye ne kadar çok ihtiyacı olduğunu fark eden muriel, anne ile arkadaş olmaya karar veriyor.
ancak avonlea’de işler her zaman göründüğü kadar kolay değil. kendilerine “ilerici anneler” deseler de aslında gayet geri kafalı olan bir takım öğrenci anneleri işlere burnunu sokuyor ve durum muriel stacy’nin kovulmasına kadar gidiyor. ancak anne ve arkadaşlarının hazırladığı ufak bir gösteriyle köyün sakinlerini durdurmayı bir şekilde başarıyorlar.
sebastian “bash” lacroix: biraz önce konuştuğumuz üzere avonlea’da işler çoğu zaman beklendiği gibi gitmiyor. özellikle klasik, sıkıcı, erkek egemen hayat tarzına en ufak bir müdahale olduğunda köy halkı hemen galeyana geliyor ve durumu bastırmaya çalışıyor. köye yerleşen tek siyahi insan olarak bash de bu bağnazlıktan nasibini alıyor tabii ki.
ancak bash’in öyküsünü sadece bir ırk ayrımcılığı olarak görmemek lazım. çünkü bash karakteri, kitapta yoktu ve tamamen yeni uyarlamada yapılan bir katkı. siz de biliyorsunuz “netflix her yapıma illaki bir siyahi karakter ya da lgbt birini ekliyor.” diye eleştiriliyor uzun süredir. ancak bash gibi karakterleri böyle göremeyiz çünkü bu çok yüzeysel bir bakış açısı.
aslına bakarsanız anne with an e’nin öyküsünü anlatırken derdi lgbt karakter olsun, oradan bir siyahi karakter eklensin de marjinal görünelim değil. temelde dışlanma ve ayrımcılık gibi insani problemlere işaret ediyorlar burada. bash de bizlere toplumdan dışlanmanın etkilerini göstermek için dahil edilmiş.
daha geniş bir bakış açısıyla baktığınızda bash’in de ne kadar iyi bir insan olduğunu görebilirsiniz. kendisi 10 yıl boyunca gemilerde oradan oraya sürüklenmiş, en kötü işlerde çalıştırılmış ancak gülüşünü asla kaybetmemiş. bunu gilbert ile ilk tanıştığı zaman ortaya koyuyor. avonlea’ya geldiğinde bazı sıkıntılar yaşasa da bir an olsun mücadeleyi bırakmıyor. ayrıca yaşadığı sıkıntılarla başa çıkmaktan korkmayan biri. gilbert ile problem yaşadığı anda bunu direkt olarak ifade ediyor, birine karşı hisleri mi var, hemen yola düşüyor. bu nedenle cesaret konusunda biraz anne gibi bir yapısı olduğunu söyleyebiliriz.
bir de duygusal anlamda gerçekten örnek alınacak kadar kontrollü birisi. mesela ben mary'nin veda ettiği kısımda darmadağın oldum. ancak gilbert hem kızı için hem de gözü arkada kalmasın diye mary için metanetli olmak zorundaydı ve bir şekilde bunu başardı. ayrıca annesiyle de arası çok iyi değildi başlarda. çünkü aralarında yıllarca birikmiş bir duygusal stres var. normal bir insan bundan kaçmanın yollarını arar ancak bash direkt olarak sorunun üstüne gidiyor ve insanlarla yüzleşmekten çekinmiyor. böylece hem sorunlarını çözüyor hem de bizlere örnek oluyor bir yandan. çünkü sorunlardan kaçarak çözmek mümkün değil gerçekten de.
Spoiler'ın sonu.
gördüğünüz gibi anne’in öyküsünde yer alan birbirinden güzel insanlar var
onları bu kadar iyi yapan ise cesaretleri, korkuları, yüzleşmeleri, kendilerini ifade etmeleri ve sevdikleri şeyleri korumak için ellerinden geleni yapmaları. avonlea'da yaşayan herkesin de kendisine göre yaraları var. ancak sanırım hayatı yaralanmadan geçirme şansımız da pek yok. mesela matthew ve marilla, anne üniversiteye gideceği zaman çok üzülüyorlar ancak yaşadıkları bu üzüntü beraber geçirdikleri güzel zamanları daha da kıymetli hale getiriyor.
ayrıca değişim de hayatın bir parçası ve önemli olan çevrenizdeki insanları sevmek ve ihtiyaç anlarında onların yanında olabilmek. bir de sizi olduğunuz gibi kabul edecek kindred spirit’lar bulmak tabi ki. bu nedenle yazıyı bitirirken siz de umarım matthew gibi size sorgusuz sualsiz destek olacak, marilla gibi arkanızda duracak, diana gibi “garip”liğinize aldırış etmeden sizinle arkadaş olacak, gilbert gibi sabırla sizi sevecek, ruby gibi ne dediğinizi anlamasa da sizi dinleyecek, aunt jo gibi yol gösterecek, cole gibi derdinize ortak olacak, muriel stacy gibi cesaretlendirecek ve bash gibi en kötü anınızda bile sizi gülümsetecek insanlarla karşılaşırsınız.