SİNEMA 17 Ocak 2024
29b OKUNMA     243 PAYLAŞIM

Türkiye ve Batı Arasındaki Düşünce Farkını Hissettiren Mütevazı Bir Başyapıt: Hannah and Her Sisters

1986 tarihli Woody Allen klasiğini, doğu ve batının hayatı yorumlama farkları üzerinden okuyalım.

hannah and her sisters... belki bir miktar genelleyici olma riskini alacağım ama bu filmi izlerken filme konu olan toplumsal yapıyla içinde yaşadığımız ve bizim sinemamıza da damgasını vuran yapı arasındaki derin yarık çekti dikkatimi.

şöyle ki, woody allen’ın filminde insanın varoluşuna dair pek çok büyük problem (aşk, aldatma, seks, ayrılık, anlaşmazlık, yaşam-ölüm ikilemi ve intihar, inanç-inançsızlık, ruhsal kaygıların bedeni etkileyişleri, güvensizlik ve dahası) gündeme gelir. bunların hemen hiçbirini de çözmeden bırakır film. woody allen kesin çözümleri olan bir yönetmen rolü oynamaz, sadece hikaye eder, karakterler arasında problemleri dolaşıma sokar ve bu dolaşım aracılığıyla bazen depresif, bazen komik, bazen düşündürücü etkiler bırakır izleyicileri üzerinde. ama o problemler asla solipsist şekilde düşünülmez. mesela bu filmin en yalnız karakteri olan woody allen’ın oynadığı kişi bile onca kaygısı ve bölünmüşlüğü içinde dahi diğer insanlara laf atmaktan, onlara cevap yetiştirmekten, kafasına soru işareti tohumları ekmekten ve bunlarla uğraşmaktan vazgeçmez. aslında bu umutsuz karakteri yaşamda tutmaya devam eden şey de laf ebeliğine devam etme isteğidir. çok ciddi sorunları vardır ve bunları çözemeyeceğini bilir ama bir noktada yaşamını sona erdirmenin de bir çözüm olmadığını ya da kolaycı bir çözüm olduğunu da bilir. kendisine acı veren ikilemlerde sürüklenmekten vazgeçmediği gibi bu acıyı kullanarak yer yer mizaha ve çokça da düşünceye dönüştürür. ama sadece ana karakter de değil, filmde hemen herkesin yaşamsal dertleri vardır fakat birbirlerine küsmezler, birbirlerini aldatırlar ilişkilerinde ama aynı masaya oturup bu içsel sıkıntılarının masayı dağıtmasına izin vermezler. insan olmanın acısına tahammül edebilirler yani.


içinde yaşadığım türkiye toplumundaysa yanılma ihtimalim açık olsa da bu birliktelik masası dağılmış ya da daha kötüsü hiç oluşmamış durumda. hemen herkes kendi köşesinde yalnız konumunda , bağlar gevşemiş, birbirini aldatma ihtimali olmayan bir ihanet yaftası kara bulut gibi her yeri sarmış durumda. woody allen’ın filmini hareket ettiren varoluş acısı bizim toplumumuzda dondurucu olmuş ve hareketsizliğe, taşlaşmaya, konumların dikeyliği ve yer değiştirmezliğine yol açmış.

aslında kış uykusu filminin içinde yaşıyor gibiyiz ülkece. bir aydınlanma bekleyen kar altında mahsur kalmış karakterler gibiyiz. belki derinlerimizdeki sancı woody allen karakterlerininkinden daha az değil ama nedense harekete geçirmek yerine donduruyor ilişkileri, harekete geçirdiğinde de nefret ya da küfür kıyamet bir vasatlık seviyesinde oluyor bu. nutuklar atılıyor, büyük laflar ediliyor, bu laflar edilirken insanlar kırılıp dökülüyor, birlikte oturulan masalar dağılıyor, mizah yok oluyor, her şey trajik bir hal alıyor falan filan. ama bir türlü bir woody allen hüznü gelip yerleşemiyor. bir türlü dünya karşısındaki biçareliğimiz olumlu harekete dönüşemiyor.


tabii mannathan ile türkiye, o insanlar ile bizler aynı koşullara ve imkanlara sahip değiliz, hiçbir zaman da olmayacağız zaten. fakat yine de benim içimi sıkan ve woody allen'a imrendiren bir bakış açısı farkı var: acı aynı acı ama ortaya çıkan sonuç devasa derecede farklı. varoluşun anlamsızlığına ışık tutmanın daha incelikli yollarını aramak için belki de tekrar tekrar izlemek lazım bu güzel filmi.