SİNEMA 7 Şubat 2019
69,2b OKUNMA     952 PAYLAŞIM

Türk Sinemasının Gizli Hazinelerinden Sayılan Yavuz Turgul Filmi: Gölge Oyunu

Film izleme alışkanlığının şimdiki kadar yaygın olmadığı bir dönemde gözlerden biraz uzak kalmış bir başyapıt diyebiliriz 1993 tarihli "Gölge Oyunu" için.

Nedir, ne değildir?

1990'lı yılların başından itibaren yükselişe geçen yavuz turgul filmlerinden biridir. 1993 tarihlidir. ışık kullanımı türk sinemasının standartlarının çok üstündedir. türk sinemasının "karanlık, küflü arka sokaklar" saplantısına düşmüş gibi gözükse de travesti, esrarkeş, kart orospular ucuzluğuna düşmemiştir. kaybeden insanları olağanüstü bir masalsı anlatımıyla adeta süslemiştir. özellikle şevket altuğ'un oyunculuğu muhteşemdir. "var mıydı, yok muydu?...kim bilir?..." sorusu film boyunca hararetini koruyor. belli belirsiz fotoğraf arkası yazısı, hayal kahramanı gibi duran silik insanlar tek kelimeyle büyüleyici...

Filmin metaforik bir incelemesi

Uyarı: Spoiler içerir.

gölge oyunu, hayal perdesinin beyazperdeye dönüştürüldüğü fantastik bir denemedir. olaylar ağırlıklı olarak rüya pavyon'da geçer. filmin modern komikleri, karabiberleri abidin ve mahmut siyasi bir taşlama içeren gösterilerini oynarken, pavyon müşterilerinin umurlarında değildir. tıpkı illüzyonistin gösterisini tek izleyen kişinin konsomatrislerden birinin pavyona getirmek zorunda olduğu kızı olması gibi. vardırlar ama sadece arkada bir fon olarak.

zaten filmin içinde de bir ara karagöz hacivat oynatmaya soyunurlar. abidin ve mahmut'un gerek ezber yaptıkları, gerek kavga ettikleri sahneler bir karagöz hacıvat sahnesine artı boyutlar katılması biçimindedir. zaten kurnazlığı ve hoyratlığı abidin'i karagöz'e, naifliği ve efendiliği mahmut'u hacivat'a yakın kılmaktadır. kumru'nun eline deve derisinden figürleri aldığı an, kimin kukla kimin kuklacı olduğu hakkında önemli bir tespittir. kumru'nun gölgeler dünyasındaki varlığı ile fiziksel varlığı sık sık birlikte sunulur.

Fotoğraf: M. Ziya Ülkenciler © Erler Film

kumru'nun annesini bulduğu hapishanedeki evrak memurunun gırtlağında bir iz vardır. buradan hareketle kendisini asmış olabileceğini çıkartabiliriz. bu durumda hapishane kendi canını almış insanların ruhlarının tutulduğu bir yere dönüşür. o ruhların salınması için bir fidye ödenmesi gerekir. bu durumda tıpkı hades'ten ölmüşlerini almaya giden bir mitoloji figürü gibi, istanbul'un yeraltı dünyasından edindiği iki rehberiyle, sağır ve dilsiz kumru amacını hiç unutmadan bir tomar parayı annesine ulaştırır. belki de hades'e geçerken verilen iki altın sikkenin modern karşılığıdır bu paralar.

bacakları karşılığı sesini vermiş küçük denizkızı gibi süzülür kumru. konuşmasına gerek yoktur, gözleri anlatır. duymasına gerek yoktur, hisseder. unutulmuş, bastırılmış, geride bırakılmış travmaları açığa vurur. çapkın abidin'in nasıl bir zamanlar sevdalı bir aşık olduğunu, kadınlardan uzak duran mahmut'a yapılanları, abidin'in annesi tarafından terk edilişini öğreniriz, çünkü kumru kördüğüm dilleri çözebilir ve taş kesmiş yürekleri eritebilir.

yaşlı ev sahibesinin ölememesi ve uyuyamaması da mitolojiden izler taşır. adeta dişi bir sisyphos gibi ıstırap çekmektedir. adeta dişi bir tithonus gibi eriyerek, yaşlanarak ölümsüz olabilmiştir. kumru'nun onu sonsuz bir uykuya yatırabilmesi onun morpheus'la bağlantısını oluşturur. belki de kumru phantasos'tur, morpheus'un sahte illüzyonları gösteren kardeşi.


fotoğrafçı da güzel bir ayrıntıdır. "şimdiki gibi polaroidler yoktu" demesi bile, resmin karanlık bir odada gün ışığı görmeden belirmesine işaret eder ki o da uyku tanrısının, somnus'un ışık görmez mağarasına atıf gibidir. fotoğraf karesi bir görüntüyü hapsedebiliyorsa, ölüm de ruhları hapsedebilmektedir. o yüzden bir fotoğrafçıdan daha iyi bir aday olamaz ölecekleri görmek için. fotoğraf'çının kumru'nun annesinin fotoğrafına bakarak söylediği, "yaşıyor da diyemem, ölmüş de" lafı tam da o araf halini ifade etmektedir.

film tıpkı bir senfoni gibi akar. her bir sahne filmin bütünselliğiyle flört halindedir. mekan kullanımları dört dörtlüktür. pavyon, hapishane, hastane, bekar odası... hepsi abartısız ama vurucudur.

gölgeler gerçeklerden daha mı gerçektir? kumru sağır ve dilsizdir ama gerçektir. konsomatrislerin sermayeleri olan dilleri müşterilerini bir hayal dünyasına hapsedecek bir araçtır. dil yalan söyler, kulaklar yalan duyar.

varlık sanılan gölgelerin, gölgeye dönüşmüş varlıklardan daha gerçek olduğu bir masal izlemişizdir. kendimize bir iyilik yapmışızdır. küçük adamların kocaman gölgelerinin karanlığında boğulurken, gölge oyunu bizi ışığa boğmuştur...

İlk Kez Uluslararası Bir Ödül Alan ve Scorsese'nin de Koruma Altına Aldığı Türk Filmi: Susuz Yaz