Türk Sinemasında Kibar Feyzo'nun Yapabildiklerini Neden Çok Az Film Yapabilir?
türk sinemasında çok az film kibar feyzo'nun yapabildiklerini yapabilir. sapına kadar sistem eleştirip bu kadar popüler olmak, prime timelerde süre almak, ab'lere girmek kolay iş değildir.
kibar feyzo 1978 yılında vizyon yüzü görür. fazla komedi filmi yönetmeyen atıf yılmaz yönetir filmi. senaryo ise sinemanın başarılı yan oyuncularından biri olan ihsan yüce'ye aittir. yapımcı koltuğunda arzu film vardır, doğal olarak da ertem eğilmez... arzu film olunca kalabalık bir kadro da kaçınılmaz olur. arzu filmin müdavim oyuncuları şener şen, adile naşit, kemal sunal gibi oyunculara ilyas salman, erdal özyağcılar ve dönemin komedi oyuncusu olan müjda ar'da katılır.
film iki köylü arkadaşın askerlik dönüşü ile başlar. feyzo ve bilo askerliklerini jandarma olarak ülkenin iki ayrı hududunda yapar. feyzo'nun gözleri bilo'nun kolunda ki onbaşı pırpırına takılır. arkadaşına onbaşı olmuşun diye söylenir. bilo ise köyün itibari yükseltim diye cevap verir. askeri bir ortamda -ki devlet kapısıdır- onbaşı olmak itibar gören bir şeydir. bu diyalog bize, bilo ve feyzo arasında ki farkı ortaya koymak için yeterlidir. film ilerledikçe bilo'nun bu itibara nasıl sahip olduğu anlarız. bilo sevdiği -tek taraflıdır bu sevgi- için sürekli olarak otoritenin yanında yer alır. o'na böyle kavuşacağını düşünür. otorite olan köyün ağasına yalakalık diz boyudur. feyzo ise, sevdiğine kendi imkanları ile sahip olmaya çalışır. onun için otoritenin pek bir önemi yoktur. bu isim anasıda olabilir, köyün ağası da...
köyü bütün dünyaya kapalı bir ülke gibi düşünebilirsiniz. sonuçta bütün imkanlar ağanın kontrolü altındadır. köyde bir televizyon, radyo ya da gazete yoktur. zaten ihtiyaç da yoktur. feyzo jandarma olup, tekrar köyüne geldiğinde lengeli fötr şapka giymekte bir sakınca görmez. çünkü şehirde bunu herkes giymektedir ve bu ağalara has bir durum değildir. keza aynı şeyden askerlik için köyden çıkmış olan bilo da haberdardır.
feyzo, ne zaman köyden koyulup şehire gidince köydeki düzen bozulur. feyzo aslında işin hiç de köydeki gibi olmadığını anlar. aslında toprak da mahsul de köylünündür. başlık parası diye bir şey yoktur ve ağalar "faşo"dur... dışarıdan öğrenilen ve köye getirilen herşey baskıcı maho ağa için sorun olmaya başlar.. artık insanları doğduğu topraklardan sürmek bir çözüm değildir. çünkü sürülen bu insanlar, düzeni bozacak ve zarar verecek fikirlerle geri dönmektedirler.
köye gelen bir hükümet memuru çifte koşan adamı görünce şaşırır. hemen ağaya çıkışır. peki bunu bilmiyor mudur? bilmiyordur da acaba ağayı neden karşısına alıp konuşmaktadır. köyün "seçilmiş" bir muhtarı dururken, su işini neden tanımadığı, hüviyeti belli bile olmayan bir ağa ile konuşmaktadır.. acaba o köylünün neden çifte koştuğunu bilmiyor mudur? yoksa bilmiyorum ayakları mıdır bunlar? hem otoriteye bal, hem de marabaya... bunun üzerine ağa bütün köylüyü toplar, meydanda feyzo'ya gereken ceza verilir. köylüyü ise tehdit eder yarım ağız. "şuradan topu 141-142 baş insansınız, ayağımın altına almıyım sizi.." zaten ne derdi eskiden tck'mız? otorite karşı gelenin cezası ölümdür, bilemedin ağır hapis... devletini seveceksin, öyle ya da böyle... nerde derdi bunu tck? 141 ve 142'de... ahhh maho ağa, sen var ya sen...
feyzo hak aramayı öğrenir.. hakın aranması gereken bir şey olduğu bilir. hakkın aranmadan olmayacağı bilir ve öğretir köyüne. ama yine de yararlanır kurulu düzenden. daha aylık çocuğu satışa çıkarır köy kahvesinde. eee zaten büyüyünce satmayacak mıdır kızını en çok parayı verene. eğer düzeni değiştiremiyorsan, ondan sende yararlan o zaman. onun emrettiği şeylerden kendice nasiplen. taşı kendine yont biraz da. feyzo'nun bu "ulu davası" biraz da gülo için, onu bu davaya sürükleyen de bu olgu. allah aşkına hangimizin bir nedeni yok ki bu davalar için. belki kişisel ama sonuçta kitlesel bir neden. işte feyzo da gülo derdi üzerinden maho'yu devirmeye çalışıyor. dışarıdan aldığı fikirler ile.. empoze olmuş bir kere, duramaz ki, hele ki o "hedef" hala dururken. yoksa feyzo da bilo gibi bir yol izleyebilirdi. bu amacına yalakalık, soytarılık ile ulaşabilirdi. ama o zor olanı seçti, hayat ona bunu öğretti. feyzo sorgulamadı ama sonuç çıkarması hep bildi.. sendikalı ile harranlı arasında ki farkı kendi aklınca açıkladı. feyzo biliyordu ki birileri birilerini bir şekilde ayrı tutuyordu.. belki onlar hemşehri değillerdi ama bağlı bulundukları kurumdan saf feyzo'yu haberdar etmeyecek kadar da gafil insanlardı. evet onlar ayrı tutuluyordu.. bilmedikleri, sahiplenemedikleri bir birliğin üyesi olmuşlardı. o zaman hemşehri olup da kayılmakla, sendikalı olup kayılmak arasında ne fark vardı? onlar üç yüz alırken, emek kardeşlerin yüz alması o birliğin öğütlediği bir şey miydi...
feyzo o duvara yazılan sloganları silerken, slogan yazmasını öğrenecekti... o slogonlar köyün duvarlarında hayat buldukça o zalim ağanın ayakları kıçına vuracaktı... feyzo birlik olmayı öğrenmişti... zaten atalarımız dememiş miydi, "bir elin nesi var iki elin sesi var" diye... o zaman seslerin yükselme zamanı gelmişti. kadınlar mal olarak satılamazdı. başlık parası kalkmalıydı, o para ile öküz alınmalıydı... ama öküz iyi bir yatırım aracı mıydı? şimdi o parayla öküz alınınca o öküzle ağanın tarlası sürülecekti. yani öküz de ağanın olacaktı, ya peki avrat... onun bütün mülkiyeti feyzo'nun olacaktı.. yok yok avrat kesin iyi bir yatırım aracı olarak duruyordu...
kibar feyzo ne kadar politik bir taşlama olarak dursa da komikliğinden hiç taviz vermiyor. ağanın ölümü bile bir komedi unsuru olarak lanse ediliyor. film, zamanın köylü diline tamamen hakim duruyor ve bundan hiç gocunmuyor. köylüleri istanbul paşası gibi konuşturmuyor. derdini insanın canını sıkmadan anlatıyor ve ortaya türk sinemasının en başarılı komedilerinden biri çıkıyor. ve hala türk insan bundan daha iyisini görmedi...