Tom Waits'in, Dinleyerek Hangi Yıl Yayınlandığını Anlayamayacağınız Albümü: Rain Dogs
tuncel kurtiz'in "tom waits diye bir adam var abi amerika'da! ne dersen de! var mı bu adam var, dinleniyor mu dinleniyor, kaç kişi, şu kadar. amerika da zaten tom waits'i dinleyenler kadardır benim için, gerisi başka türlü insanlar" demesi boşuna değil. 50 yıldır bukowski cinsinden bir personayı peşinden sürükleyen tom waits'in aynı anda klasik, aynı anda avangard olan albümü rain dogs'un adının bile birçok kişiye ilham vermesi de boşuna değil. aklıma gelen ilk örnek trainspotting'in begbie'si olarak tanıdığımız robert carlyle'ın tiyatro topluluğunun adını favori albümü olduğunu söylediği rain dogs'dan esinlenerek “raindog” olarak koyması. rain dogs'tan esinlenen tablolar ve sanat eserleri mevcut. pek çok ülkede rain dogs adında barlar var. abd'de ise albüme ithafen açılan bir hediyelik eşya dükkanı var. albümden esinlenen ve albüme ithaf edilen tiyatro oyunları sahneleniyor. dünyanın çeşitli yerlerinde kendilerine rain dogs adını koyan müzik grupları var. rain dogs romanlarda, şarkılarda, çizgi romanlarda ve filmlerde yer alıyor, yaşamaya devam ediyor.
bu muazzam albüm huysuz ihtiyarlar, tatlı kaçıklar, altın kalpli fahişeler ve tom waits'e özgü buruk bir mizaha sahip kaybedenlerle dolu klostrofobik bir dünya. tamamen marjinallerden, merkezden uzak karakterlerden, groteskliğin sadece kabul edilmediği, aynı zamanda özgünlük ve havalılığın bir nişanesi olduğu alternatif bir dünya. delilik, sakatlık, gece, yağmur ve telafisi mümkün olmayan kayıplar üzerine tom waits ve eşi kathleen brennan imzalı dramatik ve bohem rapsodilerle dolu, rock müziği caz ve blues'la deneylere açan tam bir kült albüm.
bu albümü 90'lı yılların sonundan beri dinlerim. az arkadaşlık etmemiştir bana, hem hüzünlerime hem mutluluklarıma ortak olmuştur. albümde yer alan her şarkı dopdolu ve özgün hikayelerle dolu.
singapore
barlarda kaybolmuş denizcilerin ve liman işçilerinin, bir daha geri dönemeyecekleri bir gemiye binmeden önceki son kadehlerini kaldırdıkları, puslu ve rüya gibi bir ağıt.
clap hands
sanki bir grup sarhoş palyaço, bir bodrum katı karnavalında ellerinde ne varsa çalıp söylüyormuş gibi, neşeli ama bir o kadar da endişe verici bir marş gibi.
cemetery polka
mezarlıktaki bir cenaze alayının, bir anda canlı bir dans partisine dönüşmesini izleyen ve bu durumdan pek de şikayetçi olmayan birinin hikayesi. bu şarkı ile ilgili özel bir not eklemeliyim. tom waits aile üyelerini bu şarkıda anar. aile toplantılarından kesitleri aktaran tom waits, amcaları vernon, biltmore, violet bill ve phil'in tuhaflıklarını ve tabii ki teyzesi maime'yi de anar.
jockey full of bourbon
güney louisiana'nın bunaltıcı sıcağında, içkiyle kafası iyi olmuş bir jokeyin, kaybolmuş atını ve kayıp aşkını düşünerek fısıldadığı blues. bu şarkı tom waits'in yakın dostu jim jarmusch'un down by law filminin açılışında yer alır. tom waits aynı zamanda filmin üç başrol oyuncusundan biridir. şarkının yer aldığı sekans sinema tarihinde bildiğim en iyi açılış sahneleri arasında yer alır. mezarlıkta hareketsiz bir cenaze arabasının çekimiyle başlayan filmde, kamera bakımsız kentsel ve kırsal manzaraların içinden geçer ve şarkı da görselle mükemmel bir uyum içindedir.
tango till they're sore
hayatları boyunca hiç dans etmemiş iki kişinin, son nefeslerine kadar, kırık kalplerini ve geçmişin ağırlığını umursamadan dans ettiği bir tango. jim jarmusch bu şarkıyı da down by law'ın kapanış jeneriğinde kullanır.
big black mariah
polis arabasının tekinsiz ışıkları altında, her an tutuklanmayı bekleyen bir sokak serserisinin kaçınılmaz kaderine doğru yürüyüşü. keith richards gitarıyla yakın dostu waits'e eşlik eder bu şarkıda.
diamonds and gold
şehrin yeraltı dünyasından iki eski sevgilinin, paranın ve yalanların arasında sıkışıp kalmış, kirli ve hüzünlü yüzleşmesi. şarkı gerek ezgisi gerek atmosferi ile adeta bir film noir ruhu taşır.
hang down your head
kaybettiği her şey için yas tutan bir adamın boynunu büküp kendini rüzgarda sallanan ıslak bir çamaşır gibi hayatın rüzgarına bırakması. bu şahane şarkı, kayıp bir aşk hakkında daha yumuşak ve geleneksel bir melodik yapıya sahiptir ama ciğerimizi yakmaktan da geri kalmaz.
time
bir barda, en yakın dostu sandığı yabancıya hayat hikayesini anlatan, tek bir şişe viskiye sığdırılmış koca bir ömrü anlatır bu şarkı. napolyon bonapart'ın bir karnaval salonunda sessizce ağladığı bu şarkının tori amos'a ait bir cover'ı da mevcuttur.
rain dogs
şehrin acımasız sokaklarında kaybolmuş, nereye gideceğini bilemeyen, yağmurda ıslanmış bir grup evsiz, sahipsiz ve unutulmuş ruhun ortak şarkısı. albüme adını veren bu şarkıyı tom waits'in konsept konser videosu big time'daki versiyonu ile dinlemek ayrı bir keyiftir.
midtown
günün sonunda, şehrin orta yerinde bir bankta otururken, geçmişten gelen hayaletlerin ve tanıdık yüzlerin tekinsizce gerçekleştirdikleri geçit törenini anımsatır bu şarkı.
9th & hennepin
minneapolis'in karanlık bir köşesinde gözlerini açıp, gecenin ve insanların sırlarını dinleyen bir fener direğinin monologu. tom waits'in bazı albümlerinde yapmayı çok sevdiği, kendine has hikaye anlatıcılığını konuşturduğu şarkılardan biri. big time'da yer alan sinematografik ve tom waits'in canlı seslendirdiği versiyonu muazzamdır.
gun street girl
gözleri intikam hırsıyla parlayan, elinde silahıyla bir barda eski sevgilisini bekleyen, kırık kalpli bir kovboy kızın öfkesini anlatır. güzel bir melodisi vardır, sadedir, komedi ve trajedi bir aradadır.
union square
kalabalığın içinde bile tek başına kalabilmenin ve her bir yüzün arkasında saklı hikayelerin ağırlığı altında ezilme duygusu saklıdır bu şarkıda.
blind love
birbirlerine sırtlarını dönmüş, kör bir sevgiyle bağlı iki insanın ve bu bağın her ikisini de nasıl tükettiğinin hikayesi. yol kenarı lokantası atmosferi hissettiren, country ezgisi motifleri taşıyan bir şarkıdır.
walking spanish
suç ortaklarıyla kaçarken attıkları her adımda korkularının sesini duyan iki kişinin, ispanyol usulü kaçış şarkısı. tom waits'in yakın dostu, jim jarmusch ile filmlerinde beraber oynadığı john lurie saksafonuyla şarkıya eşlik eder.
downtown train
bir şehir otobüsünde her gece aynı hayale kapılan, ama asla o trene binemeyen birinin umutsuz ve hüzünlü yolculuğu. muazzam klibi bir yana, şarkıya cover üstüne cover yapılmıştır. ilk aklıma gelen rod steward ve şahsi favorim olan everything but the girl cover'ı.
bride of rain dog
yağmur köpeğinin biricik aşkının, ıslak bir sokak köşesinde, tek bir ıslık sesiyle, bir anda ortaya çıkışını hatırlatan şarkıdır.
anywhere i lay my head
nerede uyursa uyusun, yastığa her kafasını koyduğunda eve dönme hissinin asla peşini bırakmadığı bir serserinin son şarkısı. bu şahane albüme yakışan muazzam bir epilog.
albümün kapağını süsleyen fotoğrafta başını anne şefkati arar gibi bir kadının gövdesine yaslamış figür tom waits sanılır ama aslında o değildir.
gerçekten tom waits sanırsınız kapaktaki adamı. ama o adam ve kadın hamburg'daki kırmızı ışıklı bulvar reeperbahn'ın yakınında bulunan cafe lehmitz'in iki müdavimidir. isimleri lily (kadın) ve rose (erkek). kafe artık yok. kiliseye dönüştürüldüğü söyleniyor. fotoğraf, isveçli fotoğrafçı anders petersen'e ait. petersen, bir dönem cafe lehmitz'in ilginç müdavimlerini fotoğrafladı. dünyanın dört bir yanından denizciler, liman işçileri, taksi şoförleri, fahişeler, striptiz dansçıları, cankiler ve alman toplumunun karanlık yüzüyle eğlenen birçok başka kişi bu kafenin müdavimiydi. böyle bir albümün fotoğrafının da “ötekilerin dünyasından” seçilip kullanılması boşuna değil.
tom waits gerçekten muhteşem bir müzisyen
ben hala yeterince takdir görmediğini düşünüyorum. çünkü şimdi herkesin yaptığını tom waits ta 80'li yıllarda yapıyordu. bir sürü havalı rock topluluğu bile artık “lo-fi” takılıyorlar, eski radyolar gibi ses veren mikrofonlar kullanıyorlar. bütün bunları tom waits çok önceleri keşfetti, henüz kimse böyle şeylerden haberdar değilken.
tuncel kurtiz ile başladım, john berger ile bitireyim. berger diyor ki: “tom waits çok bütünlüklü bir insan. ve şu çok paradoksal: bir tom waits şarkısı duyduğunuzda onu derhal tanırsınız, sesini tanırsınız, kelimelerini tanırsınız. ama onu derhal tanımanıza rağmen, o kendi benliğini silmekle meşguldür. dile getirdiği hayat tecrübesine kendisini teslim eder, onun içinde kendisini eritir.”
waits bugün 76 yaşında. uzun zamandır albüm yapmıyor ama filmlerde oynamaya devam ediyor. kendisi son olarak jim jarmusch'un yeni filmi “father mother sister brother”da rol aldı. daha ne diyelim. “müzik kondumuz, tom waits babamız” diye bitireyim.