MÜZİK 2 Aralık 2025
342 OKUNMA     6 PAYLAŞIM

The War on Drugs'un İnsanı Bir Rüyanın İçine Sokan Mükemmel Albümü: Lost in the Dream

Amerikalı grup (daha doğrusu Adam Granduciel'in solo projesi) The War on Drugs'ın 2014 tarihli efsane uzunçalarına geri dönüp bir bakmak istedik.

Nedir, ne değildir?

the war on drugs... pitchfork'ta gezinirken karşılaştığım makale sonrası 2014 albümleri lost in the dream'i dinlemeye başladım. sadece indie rock meraklılarına değil, müzik dinlemek isteyen herkese kesinlikle öneririm, baştan sona akıyor albüm, ama özellikle an ocean in between the waves isminde bir parça barındırıyor ki ders niteliğinde. yeni nesil indie temposu ve çoksesliliğinde bir joy division beati üzerine dire straits gitar yürüyüşü gibi, 1970'lerin sonu ile bugünün güzel bir birleşimi bana göre...

The War On Drugs - An Ocean In Between The Waves

Detaylı bir kritik

lost in the dream, the war on drugs’un belki de diskografisindeki en kritik eşik çünkü grubun “amerikan otoyolu melankolisi” diyebileceğimiz o kendine has ses örgüsünün tam anlamıyla pik yaptığı yer burası. albüm baştan sona, sanki sisli bir sabahın içine hapsolmuşsun da gözünün önündeki manzara bir türlü netleşmiyormuş gibi bir his veriyor. uzun synth koridorları, motorik davullar (muhtemelen drum machine kullanarak elde edilmiş) ve adam granduciel’in sıkıntıyla nefes alan vokali; hepsi aynı duygusal evrende dönüp duran gezegenler gibi. hani bazı albümlerde “şu şarkı biraz arada kaynamış” dersin ya, burada öyle bir risk yok. hepsi, kireçlenmiş bir ruhu yağlayan uzun bir yol hikâyesinin sayfaları gibi akıyor.

Eyes To The Wind


albümü dinlerken sürekli bir ileriye kaçma, bir yerden uzaklaşma motivasyonu var ama aynı anda içten içe hiçbir yere gidilmediğini de biliyorsun. dışarıdan bakınca bruce springsteen ile shoegaze’i blender’a atmışlar gibi, fakat hissiyat çok daha derin: panik atak ile umut arasında ince bir çizgi. “red eyes” ve “an ocean in between the waves” bu gerilimi en iyi temsil eden şarkılar; ikisi de dakikalar ilerledikçe büyüyüp genişleyen bir evren gibi açılıyor. granduciel’in sözleri evan felker (turnpike troubadours) kadar öyküsel ya da john moreland kadar içinizi kıpırdatan cinsten değil belki, ama hisleri doğrudan hedef alıp seni yavaş yavaş içine çeken başka bir kuvvet var. ezcümle: adam derdini süslemeye değil, atmosferi kurup seni orada tutmaya oynuyor.


ve o atmosfer öyle tutarlı ki albüm bittiğinde “bir daha başa sarayım da şu rüyaya tekrar gireyim” diyorsun. lost in the dream’in büyüsü, sürekli aynı tempoda ilerleyen ama her köşede yeni bir duygusal titreşim yaratan o akışta yatıyor. bir anlık gitar solosu, arka fonda bir tuşenin hafifçe parlaması, davulun tek bir vuruşla bütün şarkının duygusunu değiştirmesi… hepsi canlı performansta patlamaya hazır detaylar. kapanıştaki “in reverse” ise tüm bu kaçış hissini ters yüz edip seni olduğun yere çivileyen tatlı-acı bir final. albüm aslında kaçmakla kalmak, kaybolmakla bulunmak arasındaki o bulanık bölgede geçiyor ve the war on drugs da tam bu gri alanda en iyi haline kavuşuyor.

en sevdiğim albümlerden biri.