The Sopranos, Neden TV Tarihinin En İyi Dizilerinden Biri?
james gandolfini'nin başrol oynadığı, 1999'dan 2007'ye kadar hbo'da yayınlanan, new jersey'deki suç örgütü lideri tony soprano'nun hayatını konu alan bugünlerde 25. yılını kutlayan tarihin en iyi dizisi, the sopranos...
bir yanda karısı ve çocukları, diğer yanda mafya hayatı olmak üzere birbirine zıt iki yaşamının sorumlulukları arasında denge kurmaya çalışan tony'nin, geçirdiği panik atak nedeniyle lorraine bracco'nun canlandırdığı psikiyatrist dr. jennifer melfi'yi ziyaret etmesiyle başlıyor dizi. tony'nin başladığı bu seanslar, dizinin temelini oluştururken karakterin içsel çatışmalarını ve geçmişiyle yüzleşme sürecini de gözler önüne seriyor.
Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.
güçlü bir mafya lideri hakkındaki dizinin, onun ne kadar kuvvetli olduğunu göstererek başlayacağını tahmin ediyordum. pilot bölümler genellikle izleyiciyi diziye çekecek vurucu sahnelerle başlar. ancak senarist david chase bu diziyi mafya babasına psikolojik destek aldırarak başlatıyor. sırf buradan bile yaklaşım farklılığını anlayabiliriz.
felsefi açıdan bakıldığında the sopranos; aile dinamikleri, güç ilişkileri, kimlik arayışı, ahlaki belirsizlik ve terapi süreçleri gibi konuları derinlemesine ele alarak karakterlerin içsel çatışmalarını ve insan doğasının karmaşıklığını gösteriyor.
dizi varoluşumuzun nedeni sorusunu hiç unutmuyor ve 2. sezonda anthony jr. bu soruyu açık bir şekilde dile getiriyor: "hayatın amacı nedir?" babaannesi de ona şöyle yanıt veriyor: "neden her şeyin bir amacı olmak zorunda ki bu yaşananların hepsi koca bir hiç."
izleyen izlemeyen çoğu insan sopranos'un ana temalarından birinin depresyon olduğunu fark etmiyor. dizinin depresyonu işleyiş biçimi de diğer konularda olduğu gibi çok gerçekçi.
tony, aj ve christopher gibi en önemli 3 erkek karakter başta olmak üzere birçok karakter depresyondan muzdarip.
tony'nin davranışlarına dışardan şahit olan kişi, onun klasik bir mafya lideri ve sinirli bir baba olduğunu düşünür. ben de çoğunlukla öyle düşünmekle beraber onun asabiyetinin, paranoyasının altında varoluşsal krizlerinin yattığını düşünüyorum. bu yaptıklarını aklamaz tabi.
işin kötü yanı onun terapiye gittiğini bilenlerden sadece carmela soprano ve meadow soprano yani eşi ile kızı bu davranışından dolayı destekliyor. amcası junior soprano ve annesi livia soprano hatta oğlu anthony jr'ı bile dahil edebiliriz iğrenirken mafyadan paulie ile silvio içten içten ayıplıyor.
yukarıda 3 erkek dedim: tony, chris ve aj. bu 3 farklı neslin depresyonla baş etme yolu da farklı:
— tony ne yaşarsa yaşasın kendini sarsılmaz bir güç olarak gördüğü için depresyonu da kimsenin haberi olmadan aşması gereken bir zorluk olarak görüyor. bu zorlukla da öfke patlamaları, kadınlar ve aşırı yemekle savaşıyor.
— chris moltisanti bir x kuşağı olarak depresyonla daha barışık ve uyuşturucu ile alkol kullanarak baş etmeye çalışıyor.
— y kuşağından aj ise ne hissettiğini ne düşündüğünü açıkça ifade ediyor ve kendisinde bir sorun olduğunu söylemekten çekinmiyor. aj'in diğerlerinden farkı depresyonla mücadele etmektense ayağına taş bağlayıp havuzda intihar etmeye kalkışması.
bu kadar gerçekçi ve derinlemesine senaryonun arkasındaki david chase'in uzun süre terapiye gittiğini öğrenmek şaşırtmadı o yüzden.
gelelim bu diziyi tarihin en iyisi yapan nedenlerden bir diğeri karakterlere. the sopranos deyince aklıma ilk tony soprano geliyor doğal olarak ama karakter kataloğu çok çeşitli dizinin:
— tony soprano: güçlü ve kararlı bir lider olmasına rağmen terapi seanslarında içsel çatışmaları ve anksiyeteleriyle yüzleşen ailesine düşkün, ancak suç dünyasında acımasız bir figür olan kısaca çok katmanlı bir karakter. görselgörsel
the sopranos'un, tony soprano'nun kötü bir insana dönüşme hikayesi olmamasını, direkt kötü bir insanı anlatmasını çok seviyorum. bu dizide bir adamın, karanlık dürtülerine yavaş yavaş teslim olmasını izlemiyoruz. ekranda ilk gördüğümüzde de dr. jennifer melfi'den (lorraine bracco) aldığı terapiyi sadece kendi sağlığını iyileştirmek için değil, bir gangster olarak gelişmek için de kullanan biri tony.
şunu içtenlikle söylüyorum; gördüğüm en iyi oyuncu-karakter ilişkisi. walter white rolünde bryan cranston çok iyiydi ama jimmy gandolfini çıtayı öyle bir yere çıkarmış ki gandolfini demek tony soprano demek tony soprano demek gandolfini demek.
hikaye ilerledikçe, özellikle 6. sezon'da tony'nin daha sosyopat hale geldiği anlarda izlemek büyük zevkti. chris'i öldürdüğü sahne…
tony soprano rolünü daha gerçekçi bir şekilde oynamak için bazı sahnelerden önce ayakkabısına taş koyarmış ki kendisini rahatsız hissetsin ve sinirli olsun. ayrıca bazı kahvaltı sahnelerinde yorgun bir görünebilmesi için bütün gece uyanık kalırmış.
o kadar gerçek bir insan gibi hissettiren karakter ki tony'yi, gerçek hayatta arada sırada gördüğüm insanlardan daha iyi tanıyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. ekran tarihinin en özel karakterlerinden biri.
özetle tony soprano'nun karizmasını, nezaketini, mizahını, acımasızlığını… karakterin bütün duygularını sergileme konusunda daha iyisi yok.
— carmela soprano: tony'nin eşi olan carmela; onun suç dünyasındaki varlığına rağmen sağladığı lüks hayatın tadını çıkaran ailesi için mücadele eden karmaşık ahlaka sahip bir karakter.
— christopher moltisanti: tony'nin yeğenim diye hitap ettiği genç, hırslı bir mafya üyesi. ancak alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, içsel çatışmaları, adriana ile ilişkisi… onu daha da karmaşık hale getirdiği gibi sonunu da getirdi.
chrissy sevdiğim karakterlerden biriydi aynı zamanda bağ kurmaya en yakın insanlardandı (kadına şiddet, cinayet vs hariç tabi). bağımlılıkla mücadelesi, hayallerinin çok büyük olması… tony'nin aksine öfkesini çevresine değil kendine yönlendiren biriydi moltisanti. başka bir evrende en güzel haliyle bambaşka bir insan olarak karşımıza çıkacağına ben eminim. çünkü o çevresinin bir ürünü ve tony'ye olan bağlığı, hayranlığı çok ileri seviyede. burda akıllara walter white ve jessie'nin ilişkisi gelse bile tony ile onun ilişkisi çok daha güçlü.
chris, adriana yerine bile tony'yi seçti daha nolsun. tony'nin ise onu soğukkanlılıkla öldürmesi ve hiç pişmanlık duymaması aksine “oh be bu da aradan çıktı” tavrı beni hiç ama hiç şaşırtmamıştı ama üzmüştü. hep böyle olur zaten bir şeylerden vazgeçe vazgeçe kendinden vere vere en sonunda verecek bir şeyin kalmaz chris efendi. görsel
— dr. jennifer melfi: tony'nin terapisti olan dr. melfi, dizinin felsefe kısmında çok büyük öneme sahip karakterlerden biri. profesyonel ve zeki bir terapist olarak tony'nin zihinsel ve duygusal dünyasını anlamaya ve bize de göstermeye çalışıyor. görsel
— meadow soprano: meadow, ataerkil bir çevrede büyüyen, başarılı olmak için gereken kaynaklara sahip, zeki değil ama çalışkan biri. ahlaki olarak babasının yaptığı işi sorgulasa ve kendini onlardan üstün görse de babasının kazandığı parayı harcamayı dert etmiyordu. izlerken aj beni daha rahatsız ediyordu tüm o saçmalıklarıyla ama üzerine biraz düşününce meadow daha fenaymış. daha iki yüzlü ve daha manipülatif olan çocuktu meadow.
— a.j. soprano: aj; mafya üyesi bir dedenin torunu, mafya üyesi bir babanın oğluydu yani ilk adımlarını atmadan önce ondan beklenilen ve istenilen belliydi: dedesi ve babası gibi olması.
aj'e diziyi izlerken uyuz olmuştum ama anladım ki hayatıyla ne yapacağını bilmeyen insanlardanmış aj. irak savaşı ve küresel ısınma bile onu kendi hayatını sonlandırması için neden olabiliyor. tek ihtiyacı ailesinin ya da başkasının rehberliği. meadow'un aksine sürekli aşağılandı, azarlandı ve istediği sevgiden uzak kaldı.
bu diziyi tarihin en iyisi yapan başka birçok karakter var: livia soprano, janice soprano, corrado soprano, paulie gualtieri, silvio dante, adriana la cerva… hepsini yazmaya çalıştım ama bu entry git gide manas destanına dönüşüyor o yüzden belki ayrı bir entryde yazarım bu insanları.
her karakter, ahlaki açıdan grinin bir tonu ve büyük ya da küçük her karakteri bu kadar ilginç kılan da budur, gerçek hayattan alınmış gibiler. işte bu karakterlerin gerçekliği, karmaşıklığı ve kişilik özellikleri, the sopranos'un 25 yıl sonra bile sevilmesinin nedenlerinden biri.
karakterler demişken dizide mafya üyelerinin kızları işe yarar olmaya çalışırken oğullarının ise böyle bir derdi yok çoğu ya serseri ya da malın önde gideni. bunun da bir nedeni var: bir grup omuzlarında sorumluluk yükü olmadan tüm avantajlara sahipken diğerleri bu yüklere avantajlar olmadan sahip.
the sopranos, tarihin en iyi dizisi çünkü iyi bir dizi olmanın birçok unsurunu bir araya getirmekle birlikte daha önce yapılmamış birçok şeyi hayata geçirmiş:
— benim en sevdiğim yanı: bırakın türk dizilerini günümüzde yabancı dizilerde dahi göremediğimiz; uyuşturucu, cinayet, organize suç, fuhuş, kumar… kısaca yeraltı dünyasında hayatta kalmak için yapılan her şeyi asla yumuşatmadan, “ya ama adamların haklı sebebi var” dedirtmeden bize izlettikleri için seviyorum sopranos'u. aynı zamanda bu insanları hiç yargılamadan yapıyor bunu.
kötü adamın iyiye dönüştüğü ya da iyi bir adamın haklı sebeplerle karanlık tarafa geçtiği bir dizi değil the sopranos. anlatılan hikayenin iyi insanları anlatmaması o hikayeyi kötü yapmaz. dizinin bu kadar saygı görmesinin temel nedenlerinden biri de alıştığımız kötüden iyiye dönüşen hikaye olmaması.
bizim dizilerimiz çok sever bu klişeyi. kötü adam ya da mafya üyesi karakterimiz bu işleri bırakmak ister hep. misal kıvanç tatlıtuğ'un son oynadığı dizi. asıl utanç verici olan da bu dizinin resmi olmayan sopranos uyarlaması olması. shameless uyarlamasından bile daha utanç verici bir uyarlama çekmeyi başarmış ay yapım. ayrıca bizim başrollerimizde kötü karakter oynamam ben şımarıklığı var. hatırlıyorum yine kıvanç tatlıtuğ “bu karakter kötü bir karakter ben bunu oynamam” diyip senaryoyu geri çevirmişti. bizim mafya dizilerimizdeki mafyalar bile çok iyi insanlar. adam vururlar ama uyuşturucuya karşılar, silah kaçakçılığı yaparlar ama terör örgütlerine satmazlar vs vs hep bi içi boş ahlak anlayışı hakim dizilere. neyse…
— çok katmanlı karakterler: the sopranos, karakterlerin karmaşıklığını ve derinliğini ustalıkla işleyerek izleyiciyi olayların içine çekiyor. her karakter, izleyiciye kendi içsel çatışmalarını ve evrimini yaşatan katmanlı bir yapıya sahip. bu karakter aynı zamanda kendi içlerinde tutarlılar. bu karakter bunu yapmaz yapmamalıydı diyemiyorsunuz. mesela dr. melfi tecavüze uğruyor ve kimin yaptığını biliyor buna rağmen tony'ye ne olduğunu ve kimin yaptığını söylemiyor. halbuki söylese tony anında asit kuyusunda eritir o adamı. içten içe istemesine rağmen doğru olanı yapıp söylemiyor.
— gerçekçilik: the sopranos; kıyafetlerden mekanlara, aksandan yiyeceklere ve arkada duran nesnelere kadar küçük ayrıntılara o kadar çok önem verilmiş ki gerçekliği iliklere kadar hissettiriyor. ayrıca dönemin abd sosyal hayatı da çok iyi yansıtıldığı söyleniyor. sadece detaylar değil tabi senaryonun akışı da hayatın olağan akışına uygun.
5. sezonda carmela ve arkadaşları film izlemek için toplandıklarında fbi'nin korsan film uyarısı çıktığındaki gergin anlar ya da ırkçı şakaları yapanların sevimli tonton insanlar değil de kötü niyetli insanlar olması…
— felsefi derinlik: the sopranos; varoluşsal krizler, ahlaki sorular ve psikolojik karmaşıklıklar gibi derin felsefi temaları izleyiciyi düşünmeye sevk edecek şekilde başarıyla işliyor. özellikle dr. jennifer melfi ve tony soprano'nun yer aldığı terapi sahneleri, yine tony'nin rüya sahneleri üzerine tez yazılacak cinsten sahneler.
— oyunculukların kalitesi: james gandolfini'nin tony soprano performansı başta olmak üzere diğer oyuncuların performansı oyunculuk kalitesini zirveye çıkarıyor. dizide sırıtan bir oyunculuk bile var mı hatırlamıyorum.
— dizi, yayınlandığı dönemde tv dünyasında yeni bir çığır açtı ve ilk kez bu kadar katmanlı bir karakterle aile dinamikleriyle ve felsefi temalarla birleştirilmiş bir hikaye izleyiciyle buluştu. sopranos'un başarısı mad man, breaking bad gibi dizilerin önünü açtı.
— sopranos'u diğer iyi dizilerden ayıran en önemli unsurlardan diğeri de kalitenin hiç düşmemesi, sopranos'un zayıf sezonlarının olmaması. hep belirli bir standardın üzerinde.
— ve bütün bu unsurların çıkış noktası senaryo ve yönetmenlik: david chase'in özgün senaryosu ve yönetmenlik yetenekleri, diziyi kendinden öncekilerden hatta sonrakilerden ayıran en önemli unsurlardan biri. hikayenin akışı, anlatım tarzı ve görsellik the sopranos'u bu kadar başarılı yapıyor.
özetle the sopranos; tüm bu faktörleri başarıyla bir araya getirerek sadece mükemmel bir suç draması değil, aynı zamanda televizyon tarihindeki en iyi dizi olmayı başarıyor.
diziyi yıllardır duyuyordum ama sıra gelmemişti izlemeye. ilk bakışta mafya dizisi izlenimi vermişti. mafya dizileri pek ilgimi çekmediği için öyle bekliyordu kenarda. hadi başlayayım bari diyip izlemeye koyuldum. mafya dizisi diye görünen dizide; dram var, suç var, gerilim var, romantizm var, aile sevgisi kalp kırıklığı var, sadakat ve ihanet var.
görünüşte mafya ve suçla ilgili bile olsa bu dizide herkesin bağ kurabileceği bir şeyler var.
ve hepsinden öte, kendi ailesine karşı bile büyük kötülüğü dokunan tony'ye sempati duymamızı sağladı dizi yani en büyük suçluyu bile insanlaştırdı.
Spoiler bitti.
dizinin ana temalarından biri de: insanlar aslında değişmiyor. dizi boyunca bunu yapmaya çalışıyorlar ama gerçek kişiliklerine geri dönüyorlar. tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.
bütün bu nedenlerle; the sopranos sadece mafya dizisi değil, aynı zamanda karakter gelişimi, ahlaki sorular ve aile dinamikleri üzerine derinlik sunan bir başyapıt.
10/10