BİLİM 16 Ekim 2025
16,6b OKUNMA     86 PAYLAŞIM

Sonsuz Konforun Karanlık Yüzünü Ortaya Koyan Sarsıcı Deney: Universe 25

1968 yılında Dr. John B. Calhoun tarafından yapılan Universe 25 deneyi, fare kolonilerinde sınırsız konforun sosyal çöküşe nasıl yol açtığını gözler önüne seriyor.

bütün ihtiyaçlarımızın karşılandığı, mükemmel bir evren olsa ne olurdu? hayalini kurduğumuz o dünya… sabah işe gitmek zorunda olmadığımız, kira ödemediğimiz… yemeklerin hazır geldiği, suyun musluktan değil bolluktan aktığı… hiçbir tehdidin olmadığı, herkesin güvende olduğu… hiç kavganın yaşanmadığı, herkesin birbirine iyi davrandığı… barışın, huzurun, konforun standarda dönüştüğü bir dünya düşün.

kulağa bir ütopya gibi geliyor, değil mi? ya bu hayal ettiğimiz şey, aslında bir yanılsamaysa? ya konforun sonsuza uzandığı yerde anlam kayboluyorsa?

işte bu soruların peşine düşen bir bilim insanı vardı. adı dr. john b. calhoun. onun yaptığı bir deney var; duyanların aklında yer eden, unutmayanların ise dünyaya bakışını kökten değiştiren bir deney. çünkü o, bu soruyu teoride bırakmadı, gerçek anlamda test etti.

amacı şuydu: bir topluma, hayatta kalmak için gereken her şeyi sunduğumuzda – yani barınma, yiyecek, güvenlik ve kaynakları sınırsız hale getirdiğimizde – o toplum zamanla nasıl bir gelişim gösterir?

farelerle çalıştı. çünkü fare toplulukları, sosyal yapıları ve etkileşim biçimleri bakımından insan toplumlarıyla şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir. ve işte bu yüzden, 1968 yılında belki de en çarpıcı sosyal deneylerden birini başlattı. deneyin adı: universe 25.

bu “evren”, dört duvarla çevrili, izole bir kutuydu. ama içerisi özenle tasarlanmıştı. yüzlerce farenin rahatça yaşayabileceği yaşam alanları, özel yuvalar, geçiş koridorları… en önemlisi: sınırsız yiyecek ve su, otomatik temizlik sistemi, sıfır dış tehdit, istedikleri kadar barınak ve sürekli ideal sıcaklık.

başlangıçta 4 erkek ve 4 dişi fareyle başladı. koloni kısa sürede büyümeye başladı. ilk başlarda her şey olağandı. fareler çiftleşti, yavrular doğdu, nüfus kontrollü şekilde arttı. ama zamanla denge bozulmaya başladı. nüfus arttıkça bireysel alanlar daraldı, ancak kaynaklar hâlâ sınırsızdı. yani bir kriz yaşanmıyordu ama toplumsal roller çözülmeye başladı. erkek fareler saldırganlaşmaya başladı. belli bölgeleri ele geçiren fareler, diğerlerini oraya sokmadı. bazı erkekler ise tamamen pasifleşti, kendi kabuklarına çekildi. dişi fareler, yavrularıyla ilgilenmemeye başladı. bazı yavrular büyüyemeden öldü, bazıları anneleri tarafından terk edildi. hatta bazı anneler, kendi yavrularını parçaladı.

bir süre sonra, çiftleşmeler azaldı. sosyal etkileşimler yok denecek kadar düştü. koloninin bir kısmı tamamen içine kapandı. ve ilginç bir grup ortaya çıktı: bilim insanlarının “the beautiful ones” dediği grup. bu fareler, diğer farelerle hiçbir etkileşime girmiyor, çiftleşmiyor, kavga etmiyor, bir şey üretmiyor… sadece yiyip içiyor ve saatlerce tüylerini temizleyip dinleniyordu. bedenleri parlıyordu çünkü hiçbir risk almıyorlardı. ama ruhları boştu. işte bu fareler, çürümenin sessiz yüzüydü. parlak dış görünüşlerinin ardında, hiçbir sosyal işlevi kalmamış, sadece yaşayan ama yaşamayan bireylerdi.

ve en sonunda… koloni nüfus, bir noktada zirve yaptıktan sonra düşmeye başladı. doğumlar azaldı. yeni bireyler hayatta kalamadı. saldırganlık arttı. sosyal bağlar tamamen çöktü. fareler, hiçbir tehdit olmamasına rağmen, yok oldular.

dr. calhoun bu durumu “davranışsal çöküş” (behavioral sink) olarak adlandırdı. çünkü deneyde hiçbir fiziksel kriz yaşanmamıştı. hiçbir kaynak tükenmemişti. ölüm, açlık, hastalık gibi dış faktörler yoktu. sadece anlam kaybı vardı. mücadele yoktu. amaç yoktu. rol yoktu. ve en sonunda: hayat da kalmadı.

bu deneyin ardından şu soru kaldı geriye: her şeyimiz olduğunda, neden yok oluruz? çünkü insan – tıpkı o fareler gibi – sadece yaşamak için var olmaz. biz anlam için yaşarız. bir yere ait olmak, bir şeye katkı sunmak, bir rol üstlenmek, çabalamak, başarmak, bazen de başaramamak… bizi ayakta tutan bunlardır.

konfor, sadece belli bir noktaya kadar hayatı güzelleştirir. o noktadan sonra, konfor fazlası bir çürüme biçimine dönüşebilir. her şey önüne serildiğinde, mücadele biter. mücadele bitince, amaç da biter. amaç bitince, insan kalmaz.

belki de bu yüzden bazı insanlar büyük zenginliklere rağmen mutsuzdur. belki bu yüzden hiçbir eksiği olmayan hayatlar, yavaş yavaş sönüp gider. ve belki de bu yüzden, bir şeylerin eksik olması bizi tamamlar.

dr. calhoun’un deneyinden onlarca yıl geçti. ama biz hâlâ konforun peşindeyiz. her şeyi kolaylaştırmaya, her engeli ortadan kaldırmaya, her sorunu sıfırlamaya çalışıyoruz. sosyal bağlarımız zayıflıyor, yalnızlaşıyoruz. sanal dünyalarda tüylerimizi parlatıyoruz, ama kimseye dokunmuyoruz. risk almıyor, acı çekmekten kaçıyor, mücadele etmek yerine oyalanıyoruz. bir şey üretmeden sadece tüketiyor, sadece yaşayıp geçiyoruz. ve ironik biçimde, “beautiful ones” gibi davranıyoruz.

şimdi gidip instagram'ı açın ve aşağı kaydırın bakın. bir sürü "the beautiful ones" gibilerini göreceksiniz. dışarıdan hoş, parlak, mükemmel ama içeriden boş, amaçsız ve yitip giden…

günümüz dünyasını düşününce, deneydeki çoğu şeyi aslında yaşıyoruz gibi geliyor ve bir hüzün kaplıyor insanı. hakkımızda hayırlısı, ne diyelim...