TARİH 17 Şubat 2023
27,5b OKUNMA     339 PAYLAŞIM

Sivri Dili ve Egosu Yüzünden Yok Yere İdam Edilen Osmanlı Alimi: Molla Lütfi

Hayatı 1495'te sona eren Molla Lütfi'nin hikayesi, aynı zamanda doğuda bilimin talihsiz ilerleyen hikayesinin de bir parçasını oluşturuyor.

Kimdir?

molla lütfi... 15. yüzyılda yaşamış osmanlı islam alimi. ali kuşçu'nun öğrencisi, ibn-i kemal'in hocasıydı.

sahn-ı seman medreselerindeki eğitimi eleştirmiş, molla hamîdeddîn ve molla muhyiddin gibi ilmiye üyelerini hicvetmiştir. ağır tahrik içeren eleştirileri sonrasında ulemadan kalabalık bir grup bizzat ii. bayezid'e şikayet ederek molla lutfî'nin bir sapkın olduğunu ve halkı da sapkınlığa teşvik ettiğini bildirmişlerdir. sultan bayezid tahkik ve teftişi konusunda emir verince zamanın şeyhülislamı efdalzâde molla hamîdeddîn önderliğinde divan-ı hümâyun'da hatipzâde, molla izârî, molla arap ve molla ahaveyn gibi yüksek ulemadan oluşan bir mahkeme kuruldu. iki yüz kadar şahit de bulundu. özellikle namaz için "kuru kıyam ve inhinadır, andan fâyide yoktur" dediği iddiası tartışmalara yol açtı.

hakkındaki iddiaların, onun eleştirel kişiliğinden gücenen taife tarafından üretilmiş olduğu bugün düşünülmektedir. efdalzâde ve molla ahaveyn gibi alimler karşı çıktıysa da, çoğunluğun baskıları sonucu ikna oldular ve idam kararı verildi. ii. bayezid ise, ulemanın kararına uymak zorunda hissederek istemeden de olsa idamı onaylamıştır. 2 şubat 1494 (pazar) günü at meydanı'nda kılıçla boynu vurularak idam edilmiştir.

Diğer bilimcilerle anlaşmazlığa düştüğü bir örnek

bir küpün tüm kenar uzunlukları a kadardır, küpün hacmi de a^3'tür. eğer kenar uzunlukları 2a olursa küpün hacmi ne olur? sorusunun cevabını yazmıştır.

tüm medrese alimleri cevabın 2(a^3) olacağını iddia etmişse de, kendisi bunun doğru olmadığını doğru cevabın (2^3)x(a^3) yani 8(a^3) olacağını söylemiştir. yani kısaca kübün hacmi 2 katına çıkmaz 8 katına çıkar demiştir. bu kadar basit bir şeyi anlayamayan tüm medrese alimleri ile dalga geçmesi, "yanlış kararlar veriyorlar" demesi hayatına mal olan gelişmlerden biridir.

tabi bunun yanında dinden ziyade ruhi öğretilere yönelmesi, öyle "kuru kuru namaz kılmakla din olmaz" gibisinden ders söylemleri de davasında aleyhte delil olarak kulanılmıştır.

fatih'in oğlu 2. bayezid de her ne kadar ilim irfan sahiplerinin genelde yanında olsa da bu sefer molla lütfi'nin yanında olmamış ve fermanı çıkartmıştır.

böylelikle bir türk bilimadamı kıskançlıkların ve yetersizliklerin pençesinde, biraz da kendi kibri yüzünden, tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür.

Türbesi, bugünkü Eyüpsultan belediyesi sınırları içinde yer alıyor.

namaz için sarf ettiği "kuru kıyamdır" lafının bir de evveli vardır

taşköprüzade, molla lütfi'nin öğrencisi olmuş amcası kıvamüddin kasım'dan aktararak şöyle bir hikaye anlatır: ders esnasında molla lütfi, hz. ali'nin bir muharebe esnasında kendisine isabet eden oktan bahseder. bir süre vücuduna saplı okla yaşamış hz.ali bir gün namaz kılarken, yanındakiler oku çıkarmayı başarmıştır, ama hz. ali hiçbir şey hissetmemiştir bile. çünkü onun ibadeti başkadır, molla lütfi'nin zamanında kılınan namazlar gibi kuru değildir.

tabii bu anlatı, taşköprüzade'nin bir af daveti de olabilir; ama neden öldürülmüş olduğu tam olarak bilinmediği için bunun neyin affı olduğu sorusu da her dem orada kalmaya mahkum oluyor. hakikaten, molla lütfi ne yaptı da, ölüme giderken dahi allahın birliğini haykırırken, küfr'le ve dolayısıyla zındıklıkla suçlanarak kellesinden oldu?

ahmet yaşar ocak, meselenin ulema arasındaki müthiş rekabetçi ortamdan kaynaklandığı konusunda ısrarcı. molla lütfi'nin sivri dilinin, büyük-küçük-akran demeden alimleri alaya almasının düşman yaratıp onları harekete geçirdiği, onun falsosunu yakaladıkları anda da cezayı kestikleri gibi bir mantık silsilesi var. molla lütfi'nin öğrencisi olmuş kemalpaşazade'ye bir gün hocası gibi büyük bir alimin neden öldürüldüğünü sormuş yavuz sultan selim'e verilen cevapta, bu mantığın teyidini bulmak mümkün: "hased-i akran belasına uğramıştır."

hasetçiler arasında olduğu tahmin edilenler molla ahaveyn, hatipzade gibi genellikle kendinden daha düşük rütbeli alimler. bunların hepsinin dava jürisini teşkil etmeleri manidar. öldükten sonra, hatipzade'nin, yazmış olduğu kitabı haşince eleştirmiş molla lütfi'ye ithafen, "şükür kitabımı elinden kurtardım" dediği mervidir. ahaveyn'inse katlden sonra zındıklıkla ilgili yazdığı ve sonunda da olaydan hassaten bahsettiği risalesinde, içindeki tezat bakımından çok hoşuma gitmiş şu bedduayı molla lütfi'ye yöneltmesi mektubdur: "allah onu lütfuyla kahretsin"

molla lütfi'nin, allah günah yazmasın ama, kaynaklarda geçtiği haliyle dolandırıcılk yapmış olduğu da vakidir. zamanında fatih'in kütüphanesine, sinan paşa'nın tavsiyesiyle hafız-ı kütüb olduğu doğrudur, ama daha sonra içerideki görkemli kitaplardan bazılarını piyasadaki ucuzlarıyla değiştirmeye çalışıp beceremediğinden pek bahsedilmez genelde. bir de sinan paşa'nın kardeşlerinden biri, o öldükten sonra kurduğu vakfa sahte belgeyle molla lütfi'nin mütevelli olmaya çalıştığı, buradaki malları üzerine geçirmeye teşebbüs ettiğini saraya bir mektupla şikayet etmiştir. ha, bunlar cezasıyla pek de doğrudan ilintili değildir belki, ama kaydı düşülsün isterim.

latifi'de doğrudan, ahaveyn'in risalesinde ise ima edilen bir aşere-i muhabbese lakırdısı var molla lütfi'ye isnad edilen. bu, henüz kimlikleri tam tespit edilemeyen onlu habis grubun başı gibi takdim olunuyor molla lütfi. kimlerdir, ihaleye karıştırdıkları fesad nedir, bilemiyorum. ama alın size mis gibi doktora tez konusu işte.

sahn-ı seman medresesi müderrisi molla lütfi, zeki, nüktedan bir adam olarak müderrislerin ilmi yetersizliklerinin fazlasıyla farkındaydı

gözü yükseklerde, ihtirasıyla ilmi yeteneği aynı oranda gelişmemiş müderrislerin ilmi yetersizliklerini, intihallerini çekinmeden söyleyen ve yazan adeta yunus emre’nin molla kasım’ını oynayan molla lütfi döneminin korkulu rüyası haline geldi. molla lütfi, harname isimli eserinde “ey zaman, yazıklar olsun alçaklar yükseklere çıktı, şerefli insanlar aşağılara indi.” (gökyay,1995:39) diyerek sadece muhteris ulemayı değil, siyasal iktidarı da mizahi bir dille eleştirmekten geri durmadı. molla lütfi’ye diş bileyenler bu korkunç rakiplerini ortadan kaldırmak için dönemin etkili silahını kullandılar. bu silah zındıklık ve mülhidlik isnadı idi. ulemadan kalabalık bir grup bizzat ii. bayezid’in huzuruna çıkarak molla lütfi’nin bir sapık olduğu, halkı sapkınlığa teşvik ettiği, dolayısıyla din ve devlet için vücudunun zararlı olup ortadan kaldırılması gerektiği yönünde ihbarda bulundular. divan-ı hümayun’da yüksek ulemadan oluşan bir mahkeme oluşturuldu ve mahkeme sonunda zındık olduğuna hükmedilen molla lütfi’nin kılıçla boynu vurularak idamına karar verildi. 2 şubat 1494 pazar günü at meydanı’nda (bugünkü sultanahmet) hüküm gereği boynu vurularak idam edildi.

zendeka söz konusu olduğunda bu zındıklık ithamı doğrudan siyasal iktidarı hedef almasa da sırf onun tarafından kabul edilen ve korunan resmî ideolojiye ve düzene karşı çıkıldığı için zındıklık dolaylı olarak merkezî iktidara karşıt bir konuma yerleşmekte, böyle olunca da iktidarın varlığına, otoritesine ve meşruiyetine bir tehdit oluşturmaktadır. nitekim bu şekilde algılandığı içindir ki siyasi otorite tarafından şiddetle üstüne gidilmekte ve şiddetle mahkûm edilerek ortadan kaldırılmaktadır. osmanlı uleması arasında ilk zendeka ve mülhidlik suçlamasıyla molla lütfi idam edildi (ocak, 1998:205-227). molla lütfi, ilk ve son olmadı. sonraki dönemlerde de hoşa gitmeyen, diş bilenen rakipler zendeka suçuyla ortadan kaldırıldı.