TARİH 20 Mart 2024
14,3b OKUNMA     195 PAYLAŞIM

Şehre Konstantinopolis İsmini Veren Bizans Kralı 1. Constantinus'un En Önemli İcraatları

1. Constantinus veya 1. Konstantin (Ölüm: 337) neler yaptı da böylesine kalıcı olmayı başardı? Neden yakın zamana kadar İstanbul dediğimiz yer onun ismiyle anıldı? İnceliyoruz.

"büyük konstantin"

1. constantinus, namıdiğer büyük konstantin, augustus olarak tahta çıkmasından 1 yıl sonra yani 306 yılında ingiltere'de ölen romalı general constantinus'un oğludur. 293 yılında imparator diocletianus, imparatorluğun idari yapısında radikal değişikliklere giderek roma imparatorluğu'nu batı ve doğu olmak suretiyle iki ayrı parçaya bölmüş ve tetrarşi sistemini meydana getirmiştir. bu düzenlemeye göre, her iki parça ayrı birer "augustus" tarafından yönetilecek ve mezkur kimseler, diocletianus'un tayin edeceği bir caesar tarafından da desteklenecektir. konstantin'in babası constantius chlorus da bu sistem içerisinde kademeli olarak en yüksek mevkilere erişmeye başaracak ve 293-305 yılları arasında batı kanadında maximianus ile beraber sezar sıfatıyla, 305 - 306'da ise yine batı'da augustus olarak ve doğu'da da aynı titr ile galerius beraber imparatorluk görevlerini ifa edecektir.

babasının ölümüyle birlikte york ordusu tarafından imparator olarak selamlanan konstantin'in, bu gelişmeyle beraber takribi 20 yıl sürecek olan iktidar mücadelesi de başlamış olur. söz konusu süreçte yaşanan entrikalar aynı zamanda, diocletianus'un imparatorluğu barışçıl bir şekilde dönüştürme çabalarının ne kadar başarısız bir girişim olduğunu da göstermiş ve çalkantılı dönem, ancak 324 yılında konstantin'in imparatorluğu tek bir hükümdarın hakimiyeti altında toplamasıyla sona ermiştir. (bkz: milvian köprüsü savaşı) (bkz: hrisopolis muharebesi)

idareyi tek başına ele almasıyla birlikte kendini tabiri caizse canla başla imparatorluğun sorunlarına adayan konstantin'in aslında bir asker olarak başarısı, idari muvaffakiyetinden çok daha fazladır. ilk icraatlarından biri; sınır muhafızlarından ayrı olarak, genellikle barbar askerlerden oluşan büyük bir ordu kurmak olur ve bu kuvvetleri imparatorluğun şehirlerinin "içinde" konuşlandırır. mevzubahis kararın etkisi ise roma'nın, sonraki 200 yıl içinde bilhassa doğu'da göstereceği savaşma gücüyle doğru orantılı olacaktır.

bunun yanı sıra konstantin, preatorian birliklerini de lağvederek yeni bir alman muhafız gücü meydana getirir.

altın kurunu sabitleyen ve para ekonomisini düzeltmek adına büyük çaba sarf eden konstantin'in yaptığı mali reformların karışık sonuçları olsa da icraatlarındaki asıl hedefi, zenginlerin üzerine daha fazla vergi yükü bindirmektir.

ancak yukarıda bahsini geçirdiğimiz faaliyetlerinin hiçbiri, bilhassa çağdaşlarının üzerinde, hristiyanlığa karşı tutumunun yarattığı etkiyi yapmamıştır. konstantin, kiliseye resmi bir hüviyet verir. böylece kilisenin geleceğini herhangi bir hristiyan yöneticiden çok daha fazla biçimlendirmiş ve bu nedenle de halk arasında 13. havari olarak anılagelmiştir. kendisinin, hristiyanlık ile olan "kişisel ilişkisi" ise en basit ifadeyle "karmaşıktır". konstantin gençlik yıllarında son klasik dönemin önemli ve tektanrılı bakış açısına sahip düşünürleri tarafından eğitim görmüş ve nihayetinde de resmi tarihyazımına göre de "iman sahibi bir kimse" olarak bu dünyadan göç etmiştir. nitekim onun bu davranışı, ardılları tarafından da benimsenmiş ve pek çoğu vaftiz olmayı ölüm döşeğine dek ertelemiştir.


bildiğimiz kadarıyla konstantin'in ilk dini itikadı, simgesini üstünde taşıdığı ve o dönemde imparatorluğun resmi kültü olan sol invictus'tur. 312 yılında ise savaş arifesinde gördüğü bir rüyadan hareket ile askerlerinin kalkanlarına hristiyan monogramı işlenmesini emreder. bu davranışı aynı zamanda, tanrı; "kim ve ne olursa olsun" ona saygı gösterilmesi gerektiğine dair olan inancının da bir tezahürüdür. savaşı kazanmasıyla beraber konstantin, her ne kadar güneş kültünü tanıyor gibi gözükse de artık hristiyanlara ve onların tanrısına daha hoşgörülü yaklaşmaya başlar. bu değişimin yansımalarından biri de 313 yılında ilan edilen milano'da ilan edilen fermanda görülür. mezkur deklarasyon ile birlikte hristiyanlara mülkleri geri verilir ve diğer dinlere gösterilen hoşgörü onlara da taahhüt edilir. bu gelişmenin ardından imparator, başta roma kilisesi olmak üzere hristiyan tapınaklarına mülk bağışlamayı sürdürür. ruhban sınıfına tanıdığı vergi muafiyetinin yanı sıra bağış toplama konusunda da hristiyanlara büyük kolaylıklar sağlayan konstantin, yine de bastırdığı sikkelerde pagan tanrılarını, bilhassa da yenilmez güneş'i yıllar boyunca onurlandırmaya devam edecektir.

yıllar geçtikçe konstantin'in kendini ruhani bir lider hüviyetinde görmesi de kaçınılmaz olur

bu tasavvurun ne kadar büyük bir ehemmiyet taşıdığı, imparatorluk tahtının daha sonraki gelişiminde kendini gösterecektir. nitekim konstantin artık kendisini, tanrı'ya ve kilisenin bekasına karşı sorumlu hissetmeye başlamıştır. bunun bir sonucu olarak 320 yılından itibaren güneş simgesi bir daha kullanılmamak üzere sikkelerden kaldırılır ve konstantin'in askerleri, kilisenin geçit törenlerine katılmaya başlarlar. daha görkemli hristiyan kiliseleri inşa etmek adına pagan tapınaklarındaki altınlara el koymakta da herhangi bir beis görmeyen konstantin, bu süreçte gönüllü din değiştirmeleri teşvik etse de eski kültlere hoşgörü göstermeyi de bırakmaz.


konstantin'in faaliyetlerinden bazıları, direkt bir şekilde kilisenin iç işlerine karışmak olarak da nitelendirilebilmektedir

nitekim 316 yılında bizzat kuzey afrika'da yaşanan bir anlaşmazlığı yatıştırmaya çalışmış, donatistler diye bilinen yerel bir mezhebin muhalefetine rağmen kartaca'ya bir piskopos yollamıştır. bu bağlamda kendi rolünü, bir koruyucu ve eğer gerekirse "tanrı'nın talep ettiği birliğin kurucusu" olarak geliştirmiştir. hristiyan bir yönetim tarafından zulüm gören ilk klik olarak kabul edebilecek donatistlere karşı sorumluluğunun idrakine varan konstantin bu doğrultuda, laik hükümdarın dini inançları yerleştirecek ilahi otorite olduğuna dair bir itikat olan ve avrupa'da sonraki 1000 yıl boyunca yerleşik bir mefhum olacak sezaropapizmin de kurucusu hüviyetindedir. kendisinin, din ile alakalı en büyük icraatı ise 324 yılında hristiyan olduğunu ilan etmesinin hemen akabinde gerçekleşecektir. bildiğimiz üzere bu hareket, ilk ekümenik konsil olan iznik konsilinin toplanmasıdır. konsil, ilk olarak 325 yılında ve 300 piskoposun katılımıyla, konstantin'in başkanlığında toplanır. toplantının amacı ise yeni bir sapkınlık olarak nitelendirilen aryanizme karşı kilisenin cevabını hazırlamaktır. aryanizm'in kurucusu olan arius'a göre baba (tanrı), oğul (isa) ile ilahi gücünü paylaşmamaktadır. tabii olarak bu görüş, ortodoks inancın temsilcileri açısından büyük bir skandaldır. velhasıl konstantin, bu görüş ayrılığını telafi etmeye çalışır ve konsil, aryancılara karşı bazı tedbirler içeren bir bildirge hazırlar ancak duruma uygun birtakım açıklamalar ile arius tamamen dışlanmaz. fakat bu önlem, piskoposların tümünü tatmin etmez. nihayetinde kilise, artık imparatorluk moruna bürünmüş durumdadır ve ilahiyatçıların kılı kırk yaran çabalarına rağmen hem pratikte hem ilkesel düzlemde iki önemli soru varlığını korumaktadır. hristiyanlığın resmen kabul edilmesi ve imparator ile gerçekleşen yeni ideolojik bütünleşmeyle beraber hristiyan gelenekler arasındaki litürjik ve teolojik olduğu kadar sosyal ve politik olan ayrılıkların akıbeti ne olacaktır ? örneğin mısır ve suriye kiliseleri, düşüncelerinde ve adetlerinde hem helenistik kültürün hem de bulundukları bölgelerdeki popüler dinlerin etkilerini taşımaktadır. bu tür kaygıların arz ettiği önem, konstantin'in birleştirici politikalarının beklediğinden çok daha az sonuç vermesinde kendini gösterecektir. binaenaleyh iznik konsili, kendisinden beklenen uzlaşma ruhunu yansıtan ve genel bir işbirliğini kolaylaştıracak yumuşatıcı bir formül bulamaz.

konstantin tarafında ise ariusçulara karşı tutum, kısa bir zaman zarfının akabinde daha yumuşamaya başlar. hatta ölüm döşeğindeyken kendisini ariusçu bir papaz vaftiz edecektir. ancak başını iskenderiye piskoposu athanasus'un çektiği arius karşıtları, konuya dair konstantin'e baskı uydurmayı sürdürürler. nitekim anlaşmazlık, arius'un ölümüyle yatışacak ve bunu çok geçmeden de konstantin'in ölümü izleyecektir.

konstantin icraatlarıyla, imparatorluk ve kiliseyi roma'nın yıkılışına dek sürecek şekilde birbirine bağlayan en önemli adımları atmıştır ve seçimi, tarihsel olarak tayin edicidir. kilise, roma'nın karizmasıyla çok büyük kazanımlar elde etmiştir. imparatorluk açısından ise bu etki, daha sınırlı bir ölçektedir. bütün bunların sonucunda konstantin'in (çok da farkında olmadan) hristiyan avrupa'nın ve bir bakıma modern dünyanın temellerini attığını söylemek zannımca münasip olacaktır.

konstantin'in, etkilerinin çok büyük önem taşıdığı bir diğer kararı ise god's will olduğunu ifade ettiği, karadeniz'in girişinde ve eski bir yunan kolonisi olan bizans'ın yerinde yeni bir şehir kurmuş olmasıdır

yeni kente 330 yılında konstantinopolis adı verilecektir. sarayı iznik'te olduğu ve 50 yıl içinde diğer imparatorlardan hiçbiri burada sürekli ikame etmediği halde konstantin, bir kez daha geleceği şekillendirmiştir. konstantinopolis, pagan ayinlerine maruz kalmadan 1000 yıl kadar hristiyanlığın başkenti konumunda olacaktır.

yine, konstantin'in döneminde imparatorluk; kuzeyde britanya'daki hadrianus duvarı, kıta avrupası'nda ren ve tuna nehirleri, kuzeydoğuda iran, güneyde ise nil vadisi ve kuzey afrika kıyılarına dek uzanmaktadır. göreceli olarak konstantin'in en büyük eseri olarak nitelendirilebilecek olan bu birlik, büyük ölçüde yanılsamadır. ortak imparatorların ilk deneyimlerinin gösterdiği gibi roma uygarlığının yayıldığı dünya, birlik mitinin korunması arzusu ne kadar büyük olursa olsun, böyle bir politik birlik için fazlasıyla büyüktür. yunanca konuşan doğu ile latince konuşan batı arasındaki giderek artan kültürel farklılaşmada küçük asya, suriye ile mısır'ın hristiyanlığı kabulünden sonra kazandığı yeni önem ve asya'dan mütemadiyen gelmekte olan yeni kavimler okun ucunu roma'ya doğru çevirmiş durumdadır. imparatorluğun kurumları da giderek daha da ayrışmaktadır. doğu'da imparator, yargısal bir figür olduğu kadar ilahi bir doğaya da sahiptir. öte yandan batı'da ise 400 yılında dahi avrupa'nın en yaratıcı tartışmalarından birisi haline gelecek "senato ile kilise arasındaki ayrımın" gölgesi görülebilmektedir. aynı şekilde, ekonomik bir zıtlık da söz konusudur. doğu, daha kalabalıktır ve büyük gelirler elde edebilmektedir. batı ise afrika ve akdeniz adaları olmasa, tabiri caizse kendini doyurmaktan aciz bir durumdadır. artık birbirinden farklı iki uygarlığın yükselmeye başladığı açıkça görülebilmektedir lakin bu durumun kesin tayininin yapılabilmesi adına bir süre daha beklemek gerekecektir ...

konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere paul stephenson'dan büyük konstantin ve yeni roma & doğu'daki roma imparatorluğu (395-700) adlı eserleri tavsiye ediyorum.