SANAT 30 Nisan 2021
21b OKUNMA     538 PAYLAŞIM

Sanıldığı Gibi Mum ve Şarapla Alakalı Olmayan Esaslı Bir Sanat Akımı: Romantizm

18. yüzyılın sonuna doğru başlayan, 1800 ve 1850 yılları arasında Avrupa'da edebiyatı, müziği, felsefeyi ve sanatı etkileyen entelektüel akımı, romantizmi inceleyelim. Ama seksi kadın ve erkekler ya da mum ışığında sofralar olmadan.
John William Waterhouse (1849–1917) / The Lady of Shalott (1888)

nedir, ne değildir?

hemen hemen her dilde, yaşamın gerçeklerinden kaçış, bir düşünceler, duygular ve düşler dünyasına sığınış anlamını taşıyan romantizm, aslında kapitalist burjuva düzenine, 'yitirilmiş düşler' düzenine, iş hayatı ve kazancın bayağılığına karşı bir ayaklanma, tutkulu ve çelişmeli bir ayaklanma hareketidir. (fischer)

18. ve 19. yy arasında klasizmin erdem saydığı sakinlik, harmony, denge, akılcılık gibi kavramların karşısında durmuş; müzikten resime resimden edebiyata edebiyattan tarihe batıda her alanda etkili olmuş akım. halk arasında uyduruk anlamlar verildiği de olmuştur.

Ünlü yazar Edgar Allan Poe, bir romantikti.

romantizmin sanatsal ve tarihsel anlamı

romantizm insanın kendini, tüm duyguları ve düşünceleriyle külliyen, olduğu gibi kabul etme denemesidir. tarihte bu anlamda ilktir. zamanla bir pembemsi duygusal patlamalar güzellemesine dönüşse de, rousseau gibi ilk romantiklerden ilerlersek çıkış amacının böyle olmadığını görebileceğimize inanıyorum. insanın kendini inceleme çalışması bir noktadan sonra sekteye uğradı. ilerledikçe duygularımızın ve dürtülerimizin kökten fışkırırkenki çirkinliğinden o derece korktuk ki bu akımı da yozlaştırdık, boyutsuzlaştırdık, hülyalı yalanları birbirimize fısıldamada bir araca çevirdik. ve bu arada yabanıllıklar fışkırmaya devam etti. üzerlerini örtemedik. bu sefer de oraya bakmamayı tercih ettik.

işte bu açıdan -son derece kişisel kanaatimce- romantizmin gerçek dorukları dostoyevski'nin yeraltından notlar'ı ve berlioz'un symphonie fantastique'idir. öylesine korkusuzca kendi üzerlerine gidebildikleri için. yalan söylemedikleri için. başka tarafa bakmadıkları ve en önemlisi; "aşk" ile "kin"i birbiri ile kapıştırabildikleri için. çünkü sadece onlar, aşk'ı yenebilecek güçteki tek duygunun kin olduğunu kavramışlardı.

Evening: Landscape with an Aqueduct, 1818, Théodore Gericault 

temel güdüsü

kentleşme sürecinde duygusuzlaşmış ve mekanikleşmiş insanoğlu için tekrar doğaya dönüş dönemidir romantizm. romantik şairler (blake, wordswoth, shelley) bembeyaz bir sayfa olarak doğan bir bebeğin kentsel toplum düzeninde kirlendiğini düşündüğünden bir gün hiç kimsenin kendisi olarak kalamayacağına, normlara yapışık bir seri üretim ürünü olacağına inanır. bu yüzden şiirlerinde ya kirlenmeyi ya da arınmayı ele alır. ama bunu yaparken tek bir hataya düşerler: o da abartmak. doğallığı anlatırken doğal olamazlar. süslerler, sulandırırlar. bu yüzden eserleri şu anda klişenin önde gideni yapmacık saçmalıklar olarak gelebilir. ama her yazarı da kendi dönemi içinde değerlendirmekte fayda vardır.

ha bu terim, o günlerden bu günlere nasıl evrilip çevrilmiş, günümüze "iki mum, bir şarap aldım, hatun kesin bende"ye gelmiştir o da apayrı bir mevzudur...

Savaşan Temeraire, 1839, J. M. W. Turner

müzikte romantizm

müzikte romantizmin ilk temsilcisi beethoven'dır. onun ardından çağdaşları sayılan weber, brahms, tchaikovksy, bruckner, schubert ve rossini gelir. müzik tarihçilerine göre ikinci kuşak romantikler ise, 1803-1813 yılları arasında doğan hector berlioz (great tirinity of progress), frederic chopin, mikhail ivanovich glinka, franz liszt, felix mendelssohn, robert schumann, giuseppe verdi ve richard wagner (sembolizm).

malum, romantizm fransa'daki büyük devrimin akabinde gelişmiştir. müziğin coşturan ve birleştiren bir araç olduğunu bilen devrim liderleri bu alandaki çalışmaları teşvik etti. 1795’te yeni ordunun bandolarını eğitmek için yeni bir okul kuruldu. tiyatrolardaki operaların icraatinden önce izleyicilerin milli marşlar söylemesini zorunlu kılan bir kararname çıkarıldı (ileri demokrasinin ilk örneği). besteciler devrimi destekleyen/ öven şarkılar yazmaya teşvik edildiler (yaz şarkıyı kap parayı). 1789 ve 1800 yılları arasında bu özelliklerde 1300 eser yazıldı. içlerinde en meşhuru tabii ki le marseillaise:

La Marseillaise, Fransız Ulusal Marşı

detaylı bir anlatımla bitirelim

romantizm (1798-1835)

romantik terimi, etimolojik yönden ele alındığında, eski fransızca’daki romanz, romant, roman kelimeleriyle akrabadır ve halk dilinde (lingua romana) yazılmış manzum destanlara verilen adla, roman sözüyle ilgilidir. edebiyat ürünlerinin latince yazılageldiği devirlerde fransa’da halk diliyle yazılan destanlara roman denirken, romanla ilgili, romanlardaki gibi, romanlara yakışır niteliği ifade etmek için romantik sıfatı kullanılmıştır.

rasyonalist 18. yy boyunca da bu sıfat hissedilir bir anlam düşmesi ve anlam kayması geçirerek gerçek dışı, duygusal yerine kullanılmıştır.

almanya’da doğan bu sanat akımını alman edebiyatından öğrenmemiz hem mantık açısından hem de tevazu gösterilirse alanım olması itibariyle daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
alman edebiyatı’nda romantizm 1798-1835 yılları arasında en yoğun ve bilinçli bir biçimde uygulanmıştır.bu süre dışında –geniş anlamda kastedildiği zaman- anlam kaymasına uğrayıp sex yapmak anlamına dahi gelmiştir.

alman romantizmi iki döneme ayrılır: die ältere romantik (eski romantizm) veya früh romantik (erken romantik) adıyla anılan ilk safha ve die jüngere romantik (genç romantizm), spätromantik (geç romantizm) veya hochromantik (romantizm zirvesi) adı verilen ikinci safha.

bunların ilki jena ve berlin şehirlerinde geliştiği için jenear romantik diye de bilinir ve karakteristiği fikir yanının ağır basması ve bireyci (intellektuell, individualistisch) oluşudur. ikinci safha ise fikir yanından çok sanat yanı ağır basan üstün olan heidelberg’de merkezileşe bir akım söz konusudur. heidelberger romantikadıyla da anılan bu safhanın başlıca özelliği akıl dışı (irrationel) güçlere dayalı ve halka dönük oluşudur (volksromantik denir.)

brentano, görres, arnim ve grimm kardeşler romantizmin bu özelliğini temsil ederler. ayrıca napolyon’un almanya’yı işgali sırasında fransızlara karşı beliren milliyetçi duyguları esas alan bir nasionale romantik de vardır ki heinrich von kleist ve arndt’da dile gelir. fouque ise romantizmin şovalye ruhunu özellikle ortaya koymuştur.din ve kiliseye önem veren katolik-mistik bir romantizm ise 1815 dolaylarında oluşmuştur.buradan da anlaşılacağı üzere sadece mum, şarap, kadın, aşk vs. konuları anlamına gelmez.


romantizmin kendinden sonraki akımlarla ilişkisi konusunda edebiyat tarihçileri farlı görüşteler.mesela hermann agust korff, romantizmle aydınlanma akımlarını tam karşıtlık içinde ele alırken fritz strich, romantizmi klasisizmin karşı kutbu olarak görür.bu dönem tabir-i caizse alman tarihinin rönesans’ı anlamına gelir.alman halkının tarih, dil, edebiyat (bkz: jacob grimm) din, sanat alanlarındaki milli değerlerine dönüş kendini göstermektedir. jean jacques rousseau ve fransız ihtilalinin romantizme etkileri şüphe götürmez bir gerçektir.

şöyle ki; öncelikle bu olay heyecanla karşılanmış kant, jean paul hölderlin, beethoven, görres hayranlıklarını gizlememişlerdir. fakat daha sonra ihtilalin beklenen ilkeleri getirmediği gibi yeni bir istibdada yol açtığını görünce hayal kırıklığı ve şüphe kendini göstermiştir. dolayısıyla ihtilali hazırlayan akılcı (aufklärung-aydınlanma vs.) akımlara karşı bir düşmanlık, bu devrin karakteristiği olmuştur. aydınlanma öncesine, özellikle orta çağ'a karşı sempati bilinçli bir hal almıştır.

romantizmin tanımı vermede de edebiyat tarihçileri oldukça temkinli davranmakta,onun kesin bir tanımını yapmaktan çekinmektedirler mesela; julius petersen, romantizm ruhunun belli bir kalıpla ifade edilmeye elverişli olmadığını ileri sürer, zira romantizm başlıca özelliği "sonsuz bir oluşum"dur.

nicolai hartmann’a göre ise "romantizm kendine özgü bir hayat tarzı"dır.

ludwig tieck’i benliğinde romantik unsurları en karakteristik biçimde toplayan romantizm’in tipik bir temsilcisi olarak nitelendrirken: aşırı hassasiyet, gönlü genç olmak, beceriksizlik, huzursuzluk, arkadaş arama tutkusu, yaşantıya gerçeklikten fazla önem verme, düşüncelere dalma eğilimi gibi kendi kişisel özelliklerini romantik yaratılışın karakteristik özelliği olarak belirtir.

paul kluckohn, das ideengut der deutschen romantik (alman romantizminin fikir hazinesi) adlı eserinde romantizmin hayat, tabiat, insan, dostluk, aşk, evlilik, devlet, vatan, halk, tarih, din, sanat ve edebiyat konularındaki görüşlerini araştırarak şu noktaları vurgular:

romantiklere göre hayat, durgun ve değişmez bir şey değildir, hayat sonsuz bir oluşumdur, sürekli değişmeler zinciridir. felsefe bir hayat felsefesi olmalı, hayatın anlamını amacını verebilmelidir. hüzün ve ironi romantiklerin belli başlı iki hayat tutumudur. hüzün, tahmin olamayan bir sonsuzluk özleminin belirtisi sayıldığı için kutsaldır. ironi ise hüzünle hem akrabadır, hem de onun karşıt kutbudur. ironi, sanatçının her şeyin, kendi eserinin de üstüne çıkarak kuşbakışı kazanmasını sağlar. bu tutumda da karşıtların üstüne çıkıp sonsuza açılma eğilimi iadesini bulur. öte yandan karşıtlardan kurtulup ahenge ulaşma çabası –sentez ideali- romantizmin genel hayat anlayışıdır.