TARİH 4 Şubat 2020
27,2b OKUNMA     719 PAYLAŞIM

Sanayi Devrimi Sonrası İnsanlığı Dört Bir Yandan Kuşatan Modernite Nedir?

Modernite nedir? Doğuşu nasıldır? Çoğu günümüz insanının içinde bulunduğu yaşam tarzını inceleyelim.
iStock

Nedir bu?

endüstri devrimi sonrası dönemde değişen daha doğrusu azalan dini inançlar, kapitalizmin getirdiği metalaşma, devletin özel hayata daha çok müdahale etmesi, cinsiyetler arası ilişkiler gibi değişen toplum ve birey yaşamının üzerindeki etkiye verilen isim.

Detaylandıralım

modernite, marshall berman'ın "katı olan her şey buharlaşıyor" adlı kitabında tarihini üçe ayırdığı, yaklaşım dört yüz yıllık bir tecrübe biçimi. berman birinci evreyi 16. yüzyılın başından itibaren alarak 18. yüzyıl başına dek götürür. bu dönemde insanlar daha modern hayatı yeni yeni algılamaya başlamışlardı, "onlara neyin çarpmış olduğunu" henüz idrak edememişlerdi der. ikinci evreyi 1790'larla yani fransız devrimiyle başlatıp 20. yüzyıla dek götürür. bu dönem berman'a göre modern olan ile modern olmayanın yani eski ve yeninin yan yana, bir gerilim içinde yaşandığı bir dönemdir. 20. yüzyılda ise modernleşme süreci tüm dünyaya yayılmıştır artık.

Marshall Berman

ikinci dönemin temsil eden marx'tan yapılan şu alıntı bize hem 19. yüzyılın ruhunu hem de kitabın adının nereden geldiğini açıklar: 

"peşlerinde kadim ve hürmete şayan bir önyargılar ve kanaatler silsilesini sürükleyen tüm durgun, donuk ilişkiler silinip süpürülüyor; yeni ortaya çıkan her şey daha kemikleşmeden miadını dolduruyor. katı olan herşey buharlaşıp gidiyor, kutsal olan herşey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle...yüzleşmeye zorlanıyor." (s.35)

kitabın giriş bölümünün başında ise berman şöyle diyor:

"bugün, dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan...bir deneyim tarzı var. bu deneyim tarzını modernlik diye adlandırmak istiyorum. modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi...modern olmak, marx'ın deyişiyle "katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği" bir evrenin parçası olmaktır." (s.27)

Nasıl bugünlere gelindi?

modernitenin ne olduğunu anlamak için, bu "modern çağ" dediğimiz dünyada kimi bölgede 250, kimi bölgede 80 yıldır yaşanan ve deneyimlenen hayat, toplum, devlet, ekonomi şeklinde yaşanan dönüşümü anlamak için, yani bunun öncesinde neler yoktu ve farklıydı ona bakmak lazım.

türkiye'de bu anlatacaklarım, çoğu kişinin dedesinin babasının zamanında (1930 öncesinde) belli oranda sıradan hayat koşulları idi.

modernlik öncesinde insanların %90'ı tarım ve hayvancılıkla uğraşır. okuma yazma bilmez ya kendi tarlasında ya da bir toprak ağasının, feodalin marabası olarak çalışır ya da kölelik ile iştigal ederdi (bkz: feodalite). bu çoğunluk kırsalda yaşardı. kendi yiyeceklerini ve diğer ihtiyaçlarının çoğunu kendisi üretirdi. yani ekonomide takas veya parasal ticaret şimdikinin milyonda biri kadar az insanı ilgilendirip çok daha az sayıda kalem mal için gerekliydi. ücretli çalışan, maaş diye bir şey insanların %90'ı için yoktu. bunlar için devlet var ile yok arasındaydı. toprak ağalarından vergi toplardı, kalan işleri feodal bunları sömürerek hallederdi. devletten zalim olarak bile haberleri seyrek olurdu. şimdiki gibi sınırlarını bilen, egemenlik kavramı ile karşılıklı bir hukuk üretmiş, devletler yoktu. merkezi ve ülkesine yayılmış bir hukuk mahkemeler sistemi, standartlaştırılmış kanunlar, mili eğitim, okullar ağı, ordu veya onun dışında güvenlik teşkilatı yoktu. mesai saati hatta saat, emeklilik tatil izin yoktu. insanlar zaten 40-50 yıl yaşardı. bunlar zamanın bile farklı algılanmakta olduğunu anlamamıza yeter. devlet bir kral, hanedan, onun ordusu ve bunları beslemek icin gerekli vergi ve maddi kaynak toplama sistemi bunların unsurlarından oluşurdu. dini olsun olmasın tüm eğitim bunların somut ihtiyaclarına ayarlanmış ve eleman yetiştiren bir iş alanı idi. yani bir ülke sırp kralından osmanlıya geçince hırvat köylüsünün hayatında bir şey değişmiyordu. vatandaşlık ve ulus kavramı yoktu, o zaman etnik temizlik, asimilasyon ve vs. de ancak askeri sebeplerle yaşanan şeylerdi, politik ve ideolojik değil. genel standart eğitim ve herkes x milletinin vatandaşıdır fikri olmadığından tonla farklı dile sahip etnik grup aynı bölgede karman çorman köy grupları aşiretler kabileler halinde yaşardı. aynı etnik kökenden insanlar bile birbirinin doğru dürüst anlayamayacak kadar farklı diller şiveler konuşurdu. ulusal edebiyat, roman, gazete, kitap yoktu.

1800'lerde Londra.

günümüzde normal kabul ettiğimiz her şey aslında son 200 yılın olayıdır. şehir, maaş, imalat, teknoloji bilim, genel eğitim, kadın ücretli iş gücüne ihtiyaç, bunlar bizleri farklı bir dünyada yaşamak zorunda bırakıyor. ama insan ve kültür süreklidir, dünya değişiyor ancak eskiden gelen fikirler, kültür ve yaşam teknikleri, adetler ve kalıplar da öyledir, değişir ve var olmaya devam eder. mesela aile modern toplumda da çok önemlidir, daha az insandan oluşmak durumunda ancak toplumun üremesi ve eğitimin bir kısmının verilmesi için eskisi kadar önemlidir. tüketim birimi olarak da eskisinden çok daha önemlidir. insanların evlenme oranı %50 azalsa, tüm konut sektörü ve diğer hane halkı tüketim ürünlerinde dünya iflas eder. ekonomi batar. ondan amariga misal, gayleri bile evlendirmeye, aile olarak yaşasınlara sıcak bakmaktadır. 

neyse... eskinin geleneksel kurumlarının çoğu bir şekilde var olmaya devam edecektir, din de öyle, eskisinden başka tür bir işe yaramak üzere var olacaktır. ancak bir yandan da insan ne, devlet ne, zengin olmak ne, çocuk ne, yetişkin ne, ergen ne, sanat ne, kadın nedir, bunların anlamları değerleri, önemleri, bunlarla ilgili doğrular yanlışlar da dönüşecektir. işte modernite tüm bu ekonomi, siyaset, din, kültür ve bireysel alandaki fenomenlerde binlerce yıldır aynı şeyler etrafında dönen insanların toplumların son 200 yılda dönüşmeye başlaması demektir.

Final yorumu

modernlik kendisini, yalnızca çizgisel bir zaman anlayışında değil, bir yandan da bu zamanı oluşturma – yani tarih yazıyor olma – iradesinde tanımlar. calinescu’ya göre, modernliğin özü bu ilerleme fikri ile açıklanabilir. bir burjuva ideali olan ilerleme fikri, yoğun bir pragmatism ve soyut bir özgürlük anlayışı ile beslenen bir “başarı ve eylem kültü” yaratmıştır. köklerini akılcılık ve hümanizmde bulan modernleşme ideali, insanlığın özünde “iyi”yi arzuladığını ve bu nedenle, sonunda herkesin eşit olacağı bir duruma doğru yavaş yavaş ilerlemekte olduğunu varsayar. modernliğin totaliter etkisi de işte tam burada gizlidir: eşitlik arayışı ile yola çıkan ilerleme fikri, özgürlüğü ve çeşitliliği göz ardı ettiği ölçüde, eşitlikten ziyade bunaltıcı bir tektiplilik üretir hale gelmiştir.

bundandır ki, modernleşme projesinin en temel sorunu, daha iyi ya da daha adil bir dünyayı yaratacak yegane araç olduğu düşünülen akılcılığın kendisinin, farklılıklara tahammülü olmayan totaliter bir güç olarak karşımıza çıkmasıdır.

Gelir Adaletsizliği ve Şehir Yaşamını Meydana Getiren Büyük Sanayi Devriminin Tarihi

Toplumlarda Adeta Bir Truman Show Etkisi Yaratan Düşünce Akımı Konformizm Nedir?