PSİKOLOJİ 7 Nisan 2017
57,7b OKUNMA     955 PAYLAŞIM

Sanat Eserlerinin Büyüleyiciliği Karşısında Heyecanlanıp Bayılma Durumu: Stendhal Sendromu

Daha elit bir hastalık duydunuz mu bilmiyoruz ama Stendhal Sendromu bu konuda epey iddialı.


tıp kaynaklarında da rastlayabileceğiniz, yani kabul görmüş bir sendromdur.

aşırı güzellik/görkem/yücelik karşısında kendinden geçme/bayılma, halini tasfir eder. birbinden alakasız gözükse de, kant'ın güzellik anlayışından tasavvufa kadar birçok konuda referans olarak verilebilir.

ayrıca bu sendromu -ömründe bir kez bile olsa- yoğun hissedebilcek bir insan, birçok açıdan çok şanslıdır...

floransa’ya gelen turistlerden her ay en az biri ünlü santa maria nuova hastanesine kaldırılıyormuş. çünkü büyük sanat eserleri karşısında huşuya gelip yere yığılıyormuş. bazısı bir rafael tablosu karşısında kendinden geçiyormuş, bir diğeri caravaccio karşısında.

türkiye'ye gelseler kesinlikle sanat zehirlenmesi geçirdikleri düşünülecek bu turistler sanatın membağı olan floransada bu davranışı sergileyince durum değişmiş tabi.usta romancı stendhal iyi bir gözlem sonucu bu ilginç durumu sanat heybesine atmış ve milano’dan calabria’ya bir yolculuk adlı eserinde incelemiş.

sonraları aynı topraklardan çıkmış korku filmlerinin unutulmaz yönetmeni dario argento olaya eğilmiş ve the stendhal syndrome adlı filmi yaratmış.

La sindrome di Stendhal (1996)

ilk gündeme geliş tarihi 1817 ve isimlendiriliş tarihi 1979 seneleridir. grazielle magherini diye bir italyan vermiştir bu sendroma bu ismi.

bu senelerdeki sanata bakışla şu andakinin bir olması zaten söz konusu değildir. kaldı ki kabul görmüş bir konudur. bu da yeterince verisi olduğunu gösterir. kudüs ve paris sendromları ile karşılaştırılınca fikrimce en makulüdür. gerçi jerusalem syndrome da makul olabilir. sonuçta çocukluğundan beri din fikriyle bilinçaltı ve bilinçüstü yıkanmış yıpranmış insanların kafalarındaki kudüse ulaştıklarında manyamaları da mantıklı bir teori.


rengin olmadığı bir dünyadan floransaya gelen bir insanın bayılması da gayet makuldür.
bugün bile bazıları için yeterince büyüleyici olabilecek eserlerin 1817'de yaratmış olacakları muazzam etkiyi akılda bulundurmak gerek. ki güzellik 1979 senesinden bu yana da değişmiş bir kavram.  böyle kavramları değerlendirirken zeitgeist'ı atlamak bilimsel yaklaşmak diildir.
sosyal ve/veya psikolojik bir teoriden bahsediyorsak hele.. şu anda görülebilecek en güzel şey nedir ve ben bunun karşısında bayılır mıydım? gibi bir soruda da "şu anda" ve "ben" kelimeleri önemli.


2000li yıllar insanlarının hiçbir şey karşısında etkilenmemeleri ya da hiçbir güzelliğin bayıltıcı görülmeyeceği kadar insanın içinin bayılmış olması farklı bir konu. sanat ve güzellik karşısında -hele ki bu bıkkınlıktan "aman be ne bayılması ne etkileyiciliği" tadında bir doymuşluğu yaratmış görsel karışıklıktan ve sanatsızlıktan korunmuşluk içerisinde- sanatçı duyarlılığı ile abartılı tepki vermenin, çok mantıklı geldiğini söyleyebiliriz özetle.

aydınlanma olayıyla biraz ilgilenenler bilirler ki, insan aydınlandıktan sonra etrafında gördüğü en ufak bir çöp tanesine karşı bile bir hayranlıkla bakar, etrafı algılayışları diğer insanlardan farklıdır. işte kanımca stendhal sendromununda kaynağında bu var bence.

 


algıları diğerlerine göre biraz daha açılmış olan insanlar bir sanat eserinin ya da illa sanat eseri olması da gerekmiyo, ne bilim güzel bi yemek yerken ya da güzel bir manzara seyrederken bile huşuyla dolabiliyolar. bunu karşı tez savunan bir arkadaşıma söylediğimde, " ama benim zeka derecem çok yüksek,algılarım çok açık"dedi. oysaki benim burda demek istediğim zekayla ilgili bir algıma olayı değildi.algılarımızın açılması ancak zihnimizin zincirlerinden kurtulmaya başlamamızla mümkün olur. zihnimizin etkisi altındayken etrafımızı yargısız ve tamamen gönül gözümüzle görmemiz maalesef mümkün olmuyor, o yüzden bir sanat eserine bakarken ona beğeniyle baksak bile zihnimiz hemen saçma sapan yorumlar katmaya başlıyor.

 


işte bir sanat eseri karşısında bayılanlar o sanat eserine tamamen zihinlerinin etkisi olmadan baktıkları için o muhteşem frekansı yakalabiliyorlar zira gerçek güzelliğini görebiliyolar ve "sanat" frekansı gerçekten çok yüksek olduğundan bayılıveriyorlar. bunu çok güçlü bir orgazm etkisi gibi düşünmek de fayda var. ben bu his için en çok"ecstacy" kelimesini uygun gördüm. diğer yanda zihnin etkisiyle bir esere bakanlar adeta bir tül perde arkasından bakar gibi bakıyolar o esere. 

ve gerçek güzelliğini görmeleri mümkün olmuyor. bu durumda kalkıp da; "bayılanlar rol yapıyo ya da eh turlara hep yaşlılar katılıyo yorgunluktan bayılmıştır" diye yorumlarda bulunmak çok da tuhaf gelmemeli. zira bayılanların hissettiği duyguyu kapalı zihinleriyle tasavvur etmeleri mümkün olmuyor insanların. dileğim bütün insanlığın birgün güzellikler karşısında bayılabilecek kapasiteye ulaşmasıdır, işte o zaman dünya gerçekten yaşanabilir bir hale gelecek...