Salish Denizi'nde Kıyıya Vuran 20 Ayağın Tüyler Ürperten Hikayesi
salish denizi… vancouver ile seattle arasında uzanan bu geniş, soğuk su kütlesi; sisin, sessizliğin ve eski denizci hikâyelerinin arasında kaybolan bir yer gibidir. kıyılarında yürüyenler çoğu zaman deniz kabukları, yosun parçaları ya da dalganın eskittiği renkli camlar bulur ama 2007’den sonra oralarda bulunan şeyler değişti.
20 ağustos 2007. jedediah adası’nın tenha bir sahilinde yürüyen 12 yaşındaki bir kız, mavi-beyaz bir spor ayakkabısına takıldı. klasik bir çöpmüş gibi görünüyordu. ama ayakkabıyı eline aldığında ağırlığını fark etti. içine baktı. bir anlığına nefesi kesildi. ayakkabının içinde çürümüş bir insan ayağı vardı.
bu, başlangıçtı. 6 gün sonra gabriola adası’nda bir başka sağ ayak bulundu. farklı bir ayakkabıdaydı, bu yüzden aynı kişiye ait olamazdı. polis bile tedirgin olmuştu. “bir ayak bulmak milyonda bir,” demişti bir dedektif. “ama iki tane? hem de böyle? bunun açıklaması kolay olmayacak.”
ve kolay olmadı. aradan aylar geçti. sonra yıllar. ayaklar ise gelmeye devam etti. sahil boyunca, vancouver kıyılarında spor ayakkabılarının içindeki ayaklar. çoğu sağ ayak. sanki bir şey -ya da biri- denizin karanlık derinliklerinden parça parça insanları sahile fırlatıyordu.
internet çılgına döndü: seri katil. insan kaçakçıları. uçak kazası kurbanları. organ mafyası.
kasırga sonrası su altı mezarlıkları… gerçekse çok daha sessizdi. ve çok daha ürpertici. araştırmacılar, ayakların yolculuğunu anlamak için cesetlerin deniz altındaki kaderini incelemeye başladı. simon fraser üniversitesi’nden adli bilimci gail anderson, bu çalışmalardan birinde gerçeği şöyle anlattı:
”derinlerde yaşayan canlıların sabrı yoktur ve acıması da. cesetler suyun dibine ulaştığında, karanlığın içinde ıstakozlar, yengeçler, balıklar ve kabuklu yaratıklar çevresine üşüşüyor. sessiz, karanlık, soğuk bir dibe çöken beden. sonra küçük kıpırtılar. derinlerde aç bekleyen yaratıkların ayak bileklerine saldırışı.”
bu canlılar, özellikle eklem bölgelerini çabucak ayırıyordu. ayakların vücuttan kopması, düşündüğünüzden daha kolaydı. düşünmesi bile sizi ürperten bir sahne. peki vücutlardan geriye kalan ayaklar nasıl kıyıya ulaşıyordu?
burada ikinci karanlık gerçek devreye giriyordu: modern ayakkabıların tabanları hafifti, içlerinde hava cepleri vardı. kopmuş bir ayak, spor ayakkabısının içinde neredeyse bir cankurtaran yeleği giymiş gibi yüzer hâle geliyordu. ardından salish denizi’nin rüzgârları devreye giriyordu. batıdan doğuya esen sert rüzgârlar yüzeydeki her şeyi kıyıya doğru itiyordu.
bir dedektif bunu şöyle açıklamıştı: “bu ayaklar, sahilin size fısıldadığı bir sır gibi… rüzgâr ne biliyorsa, onu taşıyor.”
dna testleri yapıldıkça tablo netleşti. ayaklar, yıllardır kayıp olan insanlara aitti: bir köprüden atlayan bir kadın, 1987’de denizde kaybolan bir balıkçı, depresyon yüzünden kaybolan bir genç adam ve boğulma ve kazalarda hayatını kaybeden kişiler. british columbia adli tıp servisinden barb mclintock’un sözleri ise ürpertici derecede sakindi: “hepsi doğal yollardan parçalanmış. ayaklar spor ayakkabı sayesinde korunmuş. hiçbirinde cinayet izi yok.”
gizem, çözüldüğü hâlde ruhlarda bıraktığı boşluk devam etti. nasıl olmuştu da bu ayaklar 2007’den sonra peş peşe ortaya çıkmıştı? 2007’den 2018’e kadar tam 20'ye yakın farklı ayak bulundu sahillerde.
tuhaf olan şu ki, bu olay daha önce de olmuştu. 1887’de vancouver’da bir bacak, hâlâ ayağında bot varken kıyıya vurmuştu. sanki deniz, yüz yıldır aynı hikâyeyi anlatmaya çalışıyordu. iç karartıcı, ama gerçek. salish kıyıları hâlâ ayaklar bulabilir. ama artık kimse orada bir seri katilin dolaştığını düşünmüyor. gerçek katil, her zaman oradaymış: denizin karanlığı… ve derinlikteki aç yaratıklar.
ben çok ikna olmadım, bilmem siz ne düşünüyorsunuz?