Öğretmenlerin Sıra Dayağı Attığı Karanlık Dönemden Kalan Trajikomik Hatıralar
ortaokul ve liseyi 90'larda okudum
sınıf başkanı konuşanları ismini tahtaya yazardı. sonra öğretmen sınıfa gelince o isimleri teker teker tahtanın önüne çağırır tekme tokat dalardı. lan şimdi düşünüyorum da nazi kampı gibi mk. sırf çocuğun isminin tahtada yazılı olması onu dövmek için nasıl bir motivasyon oluşturuyormuş bir insanda hala hayret ediyorum. ne namussuz, psikopat öğretmenler vardı lan...
"kravat"
ortaokuldayken hocanın bizim sınıftan bir çocuğu tek eliyle kravatından kavrayıp duvara vura vura dövdüğünü hatırlarım. hiçbir şey olmuyordu, sıradan bir olaydı, hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyorduk.
şimdi bir hoca bir çocuğa fiske atsa ve çocuk anasına babasına söylese, o hocanın götünden kan alırlar muhtemelen. bizimki gerçekten garip bir dönemdi.
yıl 1992, lisede sınıf başkanıyken 40 kişilik sınıfa 20 tane cengiz kurtoğlu konser bileti satmam istendi
sadece 2 kişi aldı başka kimse almadı diye o dönemin müdür yardımcısı kalan 18 bilet satılana kadar bütün sınıfa 3 tur sıra dayağı atmıştı. ( kendiliğinden alan 2 kişi hariç ) ilk turda avucumuz açıkken cetvelle vurdu, 2. ve 3. turda parmak uçlarımızı yukarı doğru birleştirmemizi isteyip öyle vurmuştu. böyle " saygıdeğer " eğitimcilerimiz vardı amk.
"bakire?"
ortaokulda bakireliğin ne anlama geldiğini bilmediğim bir dönemde (o zamanlar bu bilgiler ayıplı idi, öğretmezlerdi) tv'den duyup kızın birine "sen bakire misin?" diye sormuştum. o da müdüre şikayet etmişti, çok fena dayak yemiştim.
hak etmişim ve bir daha kimseye abuk sabuk sormayı bıraktım o günden bu yana.
bu döneme metaforik olarak bir isim verilseydi cetvel dönemi denirdi
o amk cetveli bir ölçme aleti olmaktan çıkıp dayak aracına dönüşmüştü. şiddet okullarda günlük hayatın bir parçasıydı ve herkes tarafından normelleştirilmişti. bazı öğretmen denilen insan bozuntuları okullarda koğuş amiri muamelesi görürdü. saçından tutulup tokatlananı, tokat yerken kafası duvardan sekeni, yakasından tutulup kaldırılan kızları gördüm. şu an nasıldır bilemiyorum fakat bir azalma söz konusuysa eminim bunun nedeni kameralar ve cep telefonlarıdır.
sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olarak bir keresinde öğretmenin sorduğu sorunun cevabını tek bilen öğrenci olarak tüm sınıfı sıra dayağına çekmişliğim var
öğretmen elime verdiği değnekle herkesin avuç içine vurdurarak sıra dayağı çektirdi bana. o zamanlar 30-35 belki de daha fazla öğrenciydik bir sınıfta.
vuramadığım için “öyle değil böyle vuracaksın” diye de diğer öğrencilerden daha fazla değnek yedim öğretmenden. daha neler var da anlatsam kimse inanmaz... zor zamanlardı vesselam. hatırladıkça ben bile inanamıyorum.
ege'de 80'li yılların sonları olsa gerek...
öğretmenlerin sıra dayağı attığı karanlık dönem: kendini öğretmen sanan bazı şerefsizlerin hayatımızı kararttığı dönemdir
çok dövüldüm, çoğunu unuttum ama henüz 9-10 yaşlarında bir kız olan sınıf arkadaşımın kara tahtanın önünde gördüğü işkenceyi unutamıyorum.
sahte öğretmen kız çocuğunun ellerine sopa ile sertçe ve defalarca vurarak uzun süre dövmüştü. kız artık ellerini hissetmediği için yukarı yani dövülme pozisyonuna kaldıramamaya başlayınca sahte öğretmen elindeki sopayı masasına bırakıp tokat ve tekme ile kız çocuğunu dövmeye devam etmişti. bu esnada dövülen çocuk altına çişini kaçırıyordu ve çiş yerde metrelerce alana dağılmıştı. buna rağmen sahte öğretmen kız çocuğunu dövmeye devam etmişti.
sahte öğretmen işkence etmeye doyup ya da yorulup bıraktıktan sonra bu kez de yerleri kirlettiğini söyleyerek kız çocuğuna hakaret edip aşağılamıştı ve evine gitmesini tembih ederek okuldan kovmuştu...
4. sınıf sonu, yani sanırım 2007'ye kadar sıra dayağı yediğimizi hatırlıyorum
nazmi adında bir sınıf öğretmenimiz vardı. çok şişman ve çok uzun boylu bir adamdı. sınıfımız genel olarak şımarık ama zeki bir sınıftı. eğer yapılan yaramazlığın öznesini bulamazsa ya da biz itiraf etmezsek sıra dayağını hak etmiş olurduk. ben sınıf birincisi ve örnek öğrenci olduğumdan çoğu zaman es geçilir ya da hafif dayak yerdim. şu an düşünüyorum da tir tir titrer ve teneffüste ağlardık. çünkü ağlarsan daha ağır bir dayak gelirdi. korkunç bir dönemdi. sonra askere gitti de allahtan beşinci sınıfta melek gibi murat hocamız geldi. hiç dayak attığını hatırlamıyorum. kızdığını bile hatırlamıyorum. ama diğerini hayatım boyunca unutmam.
"istiklal marşı"
bizim okulun müdürü istiklal marşı okunurken taşkınlık yapan birkaç zibidiyi marştan sonra tüm öğrencilerin önünde grup halinde dizer ve tabiri caizse ağızlarına s*çardı. o zamanlar benim gibi öğrencilerin çoğu çok kızıyordu ama zaman geçtikçe anladım ki ufak bir süre zarfında kutsal andımızı okurken yerinde duramıyorsan saygısızsındır ve cezanı çekersin. bizim zamanımızda askeriyeden halliceydi be...
94 yılında başladığım ilkokulda, öğretmenimiz olacak kadın her sabah tırnak kontrolü yapar, elinin altında da ütülenmiş mendil görmek isterdi
mendili unuttuysan ya da tırnağı kesmediyse cezası kulak çekme. bir kere unuttum mendili ama kendi tırnaklarının kulağımda bıraktığı acıyı 30 yıldır hatırlıyorum. kısa zaman sonra orta kulak iltihabı hastası oldu ve okulu terk etmek zorunda kaldı. belki okuyorsundur burayı nurgül cadısı. şimdi kendi kızımı aynı okulda ilkokula başlatmak zorunda kaldım. aklıma sürekli senin leş yüzün geliyor, çocuğumdan gizli ağlıyorum.
bu dönem, y kuşağının ilk ve orta öğrenimini tamamlaması ile birlikte sonlandı
ilkokul hocam, allah selamet versin, çok iyi bir kadındı. tam bir cumhuriyet hanımefendisiydi. dayağı yoktu ama şakaktaki saçlardan ya da kakülden tutar, silkelerdi biraz. rencide ediciydi belki ama bilirdim ki bir hatam vardı. en çok da hocamı mahcup ettiğim için üzülürdüm, çünkü sınıfın en efendi çocuğuydum onun gözünde.
ortaokulda ise birkaç defa sıra dayağı yedim. acısını ve sebebini bile hatırlamam. hayatımda en ufak bir etkisi ya da hatırası da yoktur. o dönemler normaldi çünkü, hatta en masumuydu. ağız, burun dağıtan hocalar da vardı, sille tokat girişenler de. ama bilirdik ki o dayağı yiyenler iflah olmaz çocuklardı. aileleri bile dayakla eğitememişti, öyle tiplerdi.
her dönemi, kendi şartlarıyla ve dinamikleriyle değerlendirmek lazım. herkes göt korkusundan, sosyal medyada ifşa edilirim çekincesiyle sevgi kelebeğini oynuyor şimdilerde. yoksa değişen hiçbir şey olmazdı, inanın bana. aynı tas, aynı hamam devam ederdi. çünkü zor iş azizim, 30-40 tane çocukla, onların haylazlıklarıyla, terbiyesizlikleriyle uğraşmak. önce aile eğitecek ki dayağa da gerek kalmasın.
hasılı kelam; yaşanması gerekiyordu, yaşandı. o kuşaktan olup da hocasından dayak yiyenlere gidin sorun, emin olun hocalarını yolda görseler ellerine yapışırlar öpmek için. içinde öfke ya da nefret barındıranlar da meseleyi fazla şahsileştirmiş, kindar tiplerdir. anan, baban acımıyordu yeri geldiğinde, hocan mı acıyacaktı?
90'lar değil de 60'lı yılların dayağına ne dersiniz?
öğretmenden dayak yedik diyenler... siz bir de 60'lı yıllardaki dayağı tatmış olsaydınız ne düşünürdünüz acaba? hemen söyleyeyim, sizi biraz pataklamış olabilirler ancak...
1966'da ilkokul 1. sınıftaydım. siyah bir önlük, naylon bir yaka, gri pantolon, bez mendil, sıfır ya da bir numara alabros saç tıraşı bir öğrencinin demirbaş aksesuarlarıydı. pranga kaçağı gibi dolaşıyorduk ortalıkta... okulun duvarları bile hastane sarısıydı. nereye baksan siyah-beyaz bir görüntü... estetik yok, renk yok, ruh yok...
sıralarda üçer kişi oturuyorduk. şişman olan öğrencinin yanına iki tane zayıf öğrenci koyarlardı ki sıraya sığabilsinler. yanlış hatırlamıyorsam 80 kişiden fazlaydı bizim sınıf. dışarıdan sınıfa girdiğinizde berbat bir koku genizleri yakardı. bir müddet sonra bu kokuya alışır, doğalmış gibi gelir ve artık hissetmez olurdunuz.
sınıfın ortasında hababam sınıfı filminden fırlamış gibi tıpatıp aynısı kömürlü bir soba vardı.
siz istediğiniz kadar iyi, çalışkan, saygılı, efendi, kibar bir öğrenci olun sıra dayağı denen bir olay vardı. bir sınıfta fazla gürültü mü yapıldı? istisnasız tüm öğrenciler sıra dayağına çekilirdi. sıra dayağında kullanılan malzemeler; cetvel, pergel, sopa, plastik cop, vb. sıra dayağına çekilecek sınıftaki öğrenciler (kız ve erkek ayırt edilmeksizin) sağ ve sol avucunu dayağı atacak öğretmene ya da idareciye (müdür ya da yardımcısı) açar, avucuna inecek darbeyi korku içinde beklerdi. 5 sene içinde kaç kere sıra dayağı uygulamasından dayak yediğimi tanrı bilir. bir ya da birkaç öğrenci acil cezalandırma vakalarında öğretmen ya da idareci tarafından kulak memesi çekilmek ya da suratına inecek tokat şeklinde olurdu. korkudan altına işeyen ya da sıçan çocuklar gördüm.
düşünün 6-7 yaşında küçük bir çocuksun, eşek kadar 30-40 yaşındaki yetişkin birisi tarafından (ki bu öğretmen) fiziksel şiddet görüyorsunuz. tanrı aşkına! küçük bir çocuk ne gibi bir suç işlemiş olur? düşünüyorum, ya yanındaki arkadaşınla biraz yüksek sesle konuşmuşsunuzdur, ya sıradan kalkıp şöyle ortalıkta dolaşmış olursunuz, yere çöp atmış olursunuz, vb. şeyler...
60'lı yıllar tuhaf yıllardı. okulda öğretmenden dayak yediğimizi evdekilere söyleyemezdik. çünkü toplum o yıllar oldukça muhafazakar. "ne halt yedin de öğretmenin seni dövdü?" derler bir de evdeki ebeveynlerinden dayak yerdiniz. ancak kulak zarı patlatılması, kafada yüzde ağır travma izleri olduğunda dayak yediğiniz açığa çıkardı. kulak zarı patlatılan bir çocuğun annesi okulu ayağa kaldırmıştı hiç unutmam...
o yıllar dayak sadece okullarda değil askeriyede de çok yaygındı. askerde adamı hastanelik edene kadar kafa kol kırmaca döverlerdi. askere gidip de dayak yemeyen erata rastlayamazdınız.
dayak ile bir insanı adam edemezsiniz. ancak korkutup sindirebilirsiniz. zaten amaç çocukları korkutup sindirmek ve kayıtsız şartsız itaat etmesini sağlamaktı. ama dayak atmaktan çirkin bir zevk alan öğretmenler, idareciler vardı.
günümüzde bu yöntem geri kalmış ülkelerde uygulanmıyor mu? millet korkutulup sindirilir ve ülkede ne kadar çok haksızlık yapılsa bile kayıtsız şartsız itaat etmeye zorlanır. polis ya da asker dayağı, olmadı hapis edilme korkusu...
hülasa; dayak ilkel ve insanlık dışı, medeni olmayan bir uygulamadır, suçtur...
Alternatif yorumla mevzuyu kapatalım
bir hukukçu olarak şiddeti yüceltmem mümkün değil ama bu konuda basitçe bir şeyler diyebilirim:
belki bizim nesilden dayağı hak eden çok azdır, hatta bazılarımız hiç hak etmemiştir ama şu anda öğretmen dayağını hak eden o kadar çok çocuk var ki bu kadar yaramazlık, arsızlık, uslanmazlık biraz da bu nedenle oluyor. kimse çocuğuna dayağı hak göremez, herkese çocuğu güzel gelebilir ama bir de toplum içinde az da olsa gözlemlemeye çalışın. çocuğun yaramazlıklarını yüceltmeyin, çocuk büyüyünce geriye dönülemez biçimde bir karakter yaratmış olabilirsiniz.