MÜZİK 7 Ağustos 2019
14b OKUNMA     502 PAYLAŞIM

Nu Metal Akımının Özeti Gibi Albüm: Chocolate Starfish and the Hot Dog Flavored Water

Bugün hala "bir aralar Limp Bizkit vardı, ne oldu ona?" diyorsak, başlıca sebeplerinden biri de bu albümdür. O ünlü "Korn, Slipknot, Linkin Park ve Limp Bizkit'li yıllar" dediğimiz 2000'ler başının özeti niteliğinde albümün detaylı kritiğini aktarıyoruz.


bir zamanlar limp bizkit vardı, n'oldu ona?

gerçi bir şey olduğu yok, adamlar hala klasiklerini arka arkaya çaldığı bir, bir buçuk saatlik konserler verip geçmişten hoş bir seda bırakıyorlar. ama artık fred durst'ün kırmızı şapkası oradan buradan fırlamıyor. genel olarak nu metal ya da rap metal dediğimiz tür zaten yıllardır uykuda. ama öyle bir dönem vardı ki rock müzik dinlemek isteyen gençler rap yapan vokal ya da funky bas gitardan kurtulamıyordu. dönemin kendi adıma en baba albümü ise chocolate starfish'ti. hatta o dönem bu albüm ile hybrid theory neredeyse aynı anda piyasaya sürülmüştü de bizkit'çiler ve linkin park'çılar albüm yarıştırıyorlardı. ben hybrid theory'yi fazla hiphop bulmuştum ve bu nedenle chocolate starfish'in daha baba bir albüm olduğunu iddia ediyordum. belki de para verip orijinal kasedini aldığım için bir ön yargı taşıyordum. peki bu kadar sevdiğim bir albümü yıllar sonra bambaşka hayat şartlarında dinleyince ne hissediyorum? başlayalım.

Fred Durst

run dmc ile aerosmith'in walk this way yorumu bildiğimiz gibi rock ve rap'in ilk kez bir araya gelmesi olarak bilinir

klibinin de sembolize ettiği gibi bu iki müzik tarzı arasındaki duvarlar artık yıkılmıştı. 1992 tarihli rage against the machine albümü ise bu iki müzik tarzını bir araya getirirken, müziklerini içi dolu bir sistem eleştirisi ile destekliyordu. bir sene sonra da korn ilk demosu ile rap yapmadan ama scat vokal, öne çıkan bas gitar, derinden gelen gitar tonları ve kişisel, öfke dolu, karanlık sözler ile yepyeni bir metal müzik formatının öncüsü oldu. 1994 yılında ilk albümünü yayınlayan korn üyelerinin yolu bir gün hem rap hem rock müzik dinleyerek büyümüş ve kendi şarkılarını yazmaya başlamış dövmeci fred durst ile kesişti ve durst onları kafalayarak grubu limp bizkit'in demolarını dinletti. sonrası belli. ilk albümleri ile seslerini duyurup, konser performansları ile ilgi toplayan grup, 1999'da significant other'ı çıkardığında nedensiz ergen öfkesini en iyi anlatan break stuff başta olmak üzere içerdiği birçok agresif eser ile rap metal'in en önemli isimlerinden oldu.

RUN DMC - Walk This Way (Video) ft. Aerosmith

o dönem grubun bir sonraki adımı deli gibi bekleniyordu

significant others sonrası katıldıkları woodstock '99'da bizkit'in performansına seyircinin verdiği tepkiyi youtube'da görmek bile grubun o dönemki gücünü anlamak için yeterli olabiliyor. ama şunu da unutmamak lazım - grubun dinleyeni artarken, nefret edenleri de bir yandan artıyordu. öyle ki aşağıda bahsedeceğim meşhur 2000 mtv müzik ödüllerinde ratm'ın michael moore tarafından çekilen ve oldukça sansasyonel ve emek verilmiş sleep now in the fire klibi yerine oldukça sade olan break stuff'ın klibinin en iyi rock videosu ödülünü alması, grubun basçısı tim commerford tarafından protesto edilmişti. yeni albümde, grubun bu artan nefrete de nasıl bir tepki vereceği merak konusuydu. 

Limp Bizkit - Break Stuff

chocolate starfish and the hot dog flavored water, elbette durst'ün içindeki nefreti dışarı vurduğu bir albüm

genel olarak sert bir havanın olduğunu söylemek mümkün. özellikle şarkıların nakaratları oldukça vurucu hazırlanmış. gitarist wes borland'ın güçlü rifleri genellikle şarkıların girişlerinde ve nakaratlarda karşımıza çıkıyor. kıtalar ise genel olarak durst'ün raplerinin daha öne çıkması için daha sade. davulda john otto, genel olarak buralarda kendini gösteriyor. gruptaki hiphop etkisinin daha öne çıktığı şarkılarda da sürpriz olmayan bir şekilde dj lethal'in imzası oldukça belirgin. aslında çok iyi bir bas gitarist olan sam rivers bir önceki albüme göre sanki biraz daha geri planda kalmış. bu da albümün melodik olarak değil de sertliği ve öfkesi ile öne çıkma isteğinin bir yan etkisi. albümün en zayıf yanı kesinlikle sözleri. fred durst vokali ile nefret başta olmak üzere birçok duyguyu iyi verse de sözlere baktığında bu öfkenin sabun köpüğü olduğu ortada. grubun ne kadar süper olduğu gibi kendini övmeler de basit kaçıyor. zaten daha albümün adından grubun arasının kelimelerle çok iyi olmadığını görmek mümkün. durst, kendisini bir "asshole" olarak görenlere nazire yapmak için bu anlama gelecek "chocolate starfish" tabirini uydurmuş. wes borland'ın da piyasada abuk sabuk aromalı su markaları gördükten sonra "hot dog aromalı su" espirisini de albümün adına eklemişler. bir yandan da "hot dog" ve "asshole" arasında da bağ kurmak istemişler. albüm kapağında "limp bizkit presents ..." yazması da bizi sanki çok değerli bir sanat ürünü bekliyormuş gibi olsa da albümün sanat değerinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. wes borland tarfından hazırlanan albüm kapağının da ilginç olduğunu söylemek lazım.

1. Intro

albüm, bizkit'in ilk iki albümünde olduğu gibi elektronik bir intro ile açılıyor. "bu bir test değil, bu gerçeklik, dünya çapında" sözleri ile başlayan albüm beklentileri arttırıyor. albümün genelini yansıtmasa da hoş bir melodi ile diğer şarkıya geçiyoruz.

2. Hot Dog

intro'dan sonra hot dog da kendi içinde bir intro ile başlıyor. durst "hanımlar ve beyler" dedikten sonra albümün adını söyleyerek albüme gerçek anlamda startı veriyor. bu kısa intronun arkasında çalan wes borland rifi oldukça sert ve burada albümün gerçek havasını içimize çekebiliyoruz. hot dog, çok gaza getirici bir şarkı. sözleri aslında oldukça ergence. şarkıda "'fuck' diyememeniz utanç verici değil mi? 'fuck' sadece bir kelime" diye geçen sözden anlaşılacağı gibi durst, küfürden pek hoşnut olmayan insanları sinir etmek için bir şarkıda en çok kaç kez "fuck" kelimesini kullanabileceğini test etmek için bu şarkıyı yazmış. şarkıda 46 kez fuck dediklerini söylüyorlar. doğrudur herhalde. tamamen rap şeklinde ilerleyen kıtalarda john otto'nun davulu çok sağlam ilerlerken, borland'ın efektli gitarı kulağa dolu ve zengin geliyor. nakaratta ise şarkı bambaşka bir canavara dönüşüyor. bu şarkıyı ilk dinlediğimde nine inch nails'in closer'ını bilmiyordum. o nedenle "oha, sözlere gel" diye çok şaşırmıştım. halbuki durst, closer'ı biraz evirip çevirmiş, içine bir the perfect drug referansı koyup, oldukça sert bir hale getirmiş. durst'un brutal vokali kıtalardan çok farklı ve bir o kadar da güzel. şarkıda tek nine inch nails referansı nakaratta değil. bir yerde "a nine inch nail, i'll get knocked the fuck out" mısrası var. genel olarak baktığımızda durst'un nine inch nails'in beyni trent reznor'a kırgınlığını hissediyoruz. nin'in bu albümden kısa süre önce yayınlanmış starfuckers inc. klibinde göndermede bulunduğu popüler kültür ikonları arasında durst de vardı. reznor, klip sonrası mtv'ye verdiği röportajda da "hepimiz limp bizkit'in kötü olduğunu biliyoruz" demişti. durst, reznor'u kendi silahıyla vurmayı denese de reznor'un müziğini ne kadar sevdiğini de söylemekten kendini alıkoyamamış. zatem daha sonra konserlerinde hurt'un cover'ını bile yaptı. şarkının en gaz kısımlarından biri de "kiss my starfish, my chocolate starfish" kısmı - ki söz olarak burası da çok aptalca. ama yapacak bir şey yok. limp bizkit böyle bir grup. bazen sadece sözleri unutup müziklerine odaklanmak gerekiyor ve bu şarkıda da bu işi çok iyi yapmışlar.

3. My Generation

albümün ilk single'ı my generation, grubun en bilinen şarkılarından biri olmuştu. ilk şarkı nasıl nine inch nails'e bir selam çakıyorsa, burada ise the who'nun aynı isimli şarkılarına bir selam var. hatta ayrıca "my g-g-generatıon" kalıbı da the who'dan doğrudan alınmış. the who 1965'in umutsuz rockçı gençlerini anlatıyorken, bizkit 21. yüzyılın başında yaşayan sinirli ve öfkeli gençleri konu alıyor. daha doğrusu bu gençlere değiniyor demek daha doğru çünkü şarkı aslında kulağa karizmatik gelen birkaç sözden meydana geliyor. kısaca "bize istediğinizi diyebilirsiniz, umrumuzda değilsiniz" gibi bir mesaj vermek isteniyor. şarkının girişi bana her zaman çok başarılı gelmiştir. baterist john otto'nun "john otto, take 'em to the the matthews bridge" cümlesinden sonra davulu hareketlendirmesi gaza getirici. şarkı boyunca da düzenlemede otto'nun öne çıkması için elden gelinen yapılmış. borland, hot dog'da olduğu gibi kıtalarda daha sakin bir havadayken, nakaratta distortion'ı dayıyor. şarkının zirvesi "do you think we can fly?" kısmında şarkının yavaş yavaş gerginliğinin artıp "fly!" çığlığı ile kopması olsa gerek. konserde bir anda zıplayan binlerce genci hayal edebiliyorum. burada gazı borland vermeye başladıktan sonra, "dj lethal bring it on" cümlesi ile harekete geçen lethal de çok iyi bir turntable performansı ile borland'ın güzel rifini destekliyor. ilginçtir dj lethal'ın adı bir önce şarkıda da geçmişti ve bundan sonrakinde de geçecek. bu da kendisinin grubun müziğine ne kadar çok şey kattığının ve bunun takdir edildiğinin bir göstergesi. şarkıdaki "we downloaded the shockwave" kısmına ufak bir değinmek istiyorum. 2000'li yılların başında, flash ile beraber, online oyun oynamak ya da interaktif bir şeyler yapmak için ihtiyacımız olan bu programın adı ne zaman geçse kendimi winamp'ta audiogalaxy'den indirdiğim şarkıları dinlerken, shockhaber okurken buluyorum. şarkı kendisi ve klibi yetmiyormuş gibi shockwave referansıyla da beni bir anda o yıllara ışınlıyor.

4. Full Nelson

full nelson önceki iki şarkıdan çok farklı bir yapıda değil. yine rap gibi ilerleyen yavaş kıtalar üstüne, sert nakarat. ayrıca yavaş başlayan ama sonra sertleşen bir bridge'i de unutmamak lazım. düz ilerleyen şarkının bir anda sertleşmesi çok gaza getiren bir taktik. bu nedenle bu şarkıyı tek başına dinleyince heyecanlanmamak imkansız ama albümü baştan aşağı dinlerken aynı taktiği arka arkaya duymak da biraz etkisini yitiriyor. durst'ün kendi kendine düet yapması eğlenceli bir dokunuş. son konserlerinden birinde bu düet/geri vokal kısmını bir konser dinleyicisine yaptırmışlardı. hep böyle mi yapıyorlar bilmiyorum ama iki kişi söylemek için çok uygun bir eser. söz olarak da önceki şarkılara göre pek bir yenilik yok. "arkamdan konuşacağıma gel yüzüme söyle de seni bir benzeteyim" gibi bir konusu var. sürprizsiz bir bizkit eseri.

5. My Way

albümün - yamulmuyorsam - üçüncü single'ı olarak çıkan my way, albümde en sevdiğim şarkı. aslında kurgusu diğer şarkılardan farklı değil. ama şarkıyı diğerlerinden ayıran birçok güzel özelliği var. birincisi, şarkı her ne kadar yine sinirli bir adamın ağzından yazılsa da albümün diğer şarkılarına kıyasla daha az agresif. "sen kimsin ki beni eziyorsun o.ç., ben senin ananı bacını..." gibi cümleler yerine "bu sefer ben içimi dokuyorum, bu sefer ben ayağa kalkıp bağırıyorum, bu sefer benim dediğim olacak ya da anca gidersin" gibi öfkesi daha kontrollü bir karakterden sözler dinliyoruz. hatta şarkının kıtalarda kahramanın kırgınlığını hissettirecek kadar da ufak bir duygusallığı var denebilir. ikincisi, durst'ün bu kıtalarda aslında sesinin fena olmadığını duyabiliyoruz. my way dışında grubun faith ve behind blue eyes cover'larında durst'ün bağırıp çağırmadan da iyi şarkı söyleyebildiğini dinleyebilirsiniz. üçüncüsü, şarkının altyapısının temelini oluşturan eric b. ve rakim'dan my melody sample'ının bir çekiciliği var. bu sample, şarkıya bir kişilik veriyor. bir sample'ı şarkıya güzelce yedirmek dj lethal'in büyük başarısı. bu sayede grubun sadece vokalde değil, müzikal olarak da hiphop'ı rock'a iyi yedirebildiğini görüyoruz.

6. Rollin' (Air Raid Vehicle)

albümün bende sevgi ve nefreti aynı anda hissettiren şarkısı, albümün ikinci single'ı `rollin' (air raid vehicle)`. şarkı çıktığı andan beri bizkit'in en bilinen şarkılarından biri oldu. çünkü oldukça kolay algılanabilir bir şarkı. sözleri pek bir şeyden bahsetmiyor: biraz kendine övgü, çokça da zıplama, hoplama isteği. müziği sözlere uygun olarak eğlenceli. girişteki scratch'ler çok iyi. gitar rifi aslında çok ama çok sağlam. ben uyandırdığı nefret duygusu ise büyük ölçüde nakaratından kaynaklanıyor. "rollin' rollin' rollin' rollin'" diye giden kısım daha ilk tekrardan itibaren kulaklarımı tırmalıyor. ayrıca "alright partner" diye başlayan şarkının girişi de irite edici. albümün diğer şarkılarına göre bilinçli bir şekilde daha pop bir havası var. ama her şeye rağmen gaza getirici. klibine de ufak bir değinmek lazım. albümde iki kez karşımıza çıkacak ben stiller'ın kısaca gözüktüğü klibin çoğu ikiz kulelerden birinde çekilmiş. hatta 11 eylül'den bir gün önce kule yönetimi limp bizkit'e kulenin tanıtımına katkıda bulunduğu için teşekkür mektubu göndermiş. insan garip hissediyor. bunun dışında klipte özenle tasarlanmış dans hareketleri de şarkının genel olarak pop kafasıyla dizayn edildiğinin başka bir göstergesi.

7. Livin' It Up

livin' it up de aynı yavaş kıta, sert nakarat taktiğini devam ettiren bir şarkı. yukarıda da dediğim gibi albümün bu noktasında şarkılar arasındaki benzerlikler kabak tadı verse de bu şarkıyı genel olarak beğeniyorum. bunun bir nedeni sam rivers'ın başarılı bas gitarını en sonunda bir şarkıya bir şey eklerken duyabilmemiz. diğer bir nedeni durst'ün rap performansı çok iyi olması, hatta albümde en iyi akan rap kıtaları burada olabilir. "don't forget the starfish navigation systems" kısımları özellikle hoşuma gidiyor. yalnız şarkının sözleri yine çok heyecan verici değil. mesela ne kadar asi olduğunu anlatmak için "fight club'u yaklaşık 28 kez izledim" diyor. bravo. gerçi "köpürürsün blup blup blup, burası merkez fight kulüp"ten çok daha iyi. bir de "püf püf, bana marihuana sigarası ver, oops, içmiyorum bile ama kokusu hoşuma gidiyor" gibi garip bir mısrası da var. dediğim gibi, fred durst'ten bir leonard cohen beklememek lazım ama yine de grubun dönemdaşları korn gibi adamların nasıl sözler yazabildiklerini görünce insan biraz daha düzgün şeyler bekliyor. bu arada şarkının ilginç bir christina aguilera bağlantısı da var. 2000 yılının başında yayınlanan meşhur the real slim shady'de eminem, "christina aguilera benimle koltukları değiştirirse iyi olur, böylece carson daly ve fred durst'ün yanına oturabilirim ve onun ilk hangisine sakso çektiğini tartıştıklarını duyabilirim" demişti. hatta daly ve durst, şarkının klibinde oynamış ve aguilera'yı temsil eden bir şişme bebeği çekiştirmişlerdi. aguilera ve eminem sonra medya üzerinden polemiğe girse de aguilera ve durst tartışmak yerine bu sansasyonun ekmeğini yemeyi tercih ederek 2000 mtv müzik ödüllerinde düet yapmıştı. aguilera, come on over'ı söylerken bir anda durst, sürpriz bir giriş yaparak livin' it up'tan bir bölüm söylemişti. ne iki şarkı birbirine uymuştu. ne de ikilisinin sesleri. hayranları tarafından bir popçu ile düet yaptığı için eleştiren durst, halk arasında seks anlamına gelen, eski şarkısı nookie'ye gönderme yaparak, "i did it for the nookie" diye kendini savunmuş, aguilera da bu iddiaları reddetmişti. işin ilginci, bu düet için seçilen livin' it up'ta "bayan aguilera, gel ve biraz bundan al" diye bir mısra vardı. herhalde aguilera, daha çıkmamış albümdeki şarkının hepsini dinlememişti. durst, daha sonra da britney spears'e kafayı sarıp, onunla şarkı yazıp onu ağına düşürmeye çalışmıştı. durst'ün bu kadar nefret edilen bir karakter olmasında da öfkeli sert rockçı gibi görünmeye çalışıp, "ehe mehe" diye popçu kızların peşinden koşmasının bir etkisi var. nedendir bilinmez bu şarkı fred durst tarafından çok sevdiği ben stiller'a ithaf edilmiş. bir de eagles'ın life in the fast lane şarkısından sample kullanıldığını da eklemek lazım.

8. The One

the one ile albümde biraz frene basıyoruz. bir miktar re-arranged havası hissediyorum bu şarkıda. orada öne çıkan enstrüman bas gitar iken bu şarkıda wes borland'ın yavaş ve efektli gitar arpejleri arka planı oluşturuyor. pek şaşırtıcı bir şarkı değil. sonlara doğru distortion'ın sesi biraz açılıyor o kadar. sözleri şarkının müziği ile uyumlu olarak oldukça sakin. aşka bir şans vermenin önemini anlatan şarkı fred durst'un atarlı imajını bir süreliğine aşık bir genç adama çeviriyor. şarkının tek başına pek bir numarası olmasa da albüme nefes aldırması yönünden önemli. şarkı bittikten sonra bir limp bizkit klasiği olarak bir hidden track başlıyor. ilginç bir hidden track bu. elektronik bir davul ritminin üstüne radiohead'imsi bir altyapı koymuşlar. durst, ağzını yaya yaya şarkı söylerken, arkaplanda da birtakım konuşmalar geliyor. beat'i güzel olsa da olmasa da olur bir hareket.

9. Getcha Groove On

getcha groove on spotify'da çalmaya başladığında biraz kafam karıştı çünkü şarkıyı sanki ilk kez dinlediğimi sandım. hatta internette bu şarkının kaset versiyonlarında olup olmadığına baktım - ki varmış. sonra farkettim ki spotify'da, neden bilmem, şarkının new old songs albümünde dj premier'in yaptığı minimal düzenlemeli remix'i orijinal versiyonun yerine geçmiş. orijinal versiyonu dinlemek için youtube'a gitmek gerekiyor. gerçi orijinalini de dinleyince hatırlayamadım. demek ki beynim bu şarkıyı tamamen silmiş. şarkı bir önceki albümdeki n 2 gether now gibi tamamen bir hiphop altyapısına sahip. bu altyapıyı dj lethal tek başına hazırlamış. durst ve lethal dışında diğer grup elemanının bir katkısı yok. remix versiyonuna kıyasla orijinal versiyon kulağa biraz fazla kalabalık geliyor. şarkının konuğu xzibit abimiz. çok akılda kalıcı bir performans sergilemese de durst'un tiz sesi ile yaptığı rap sonrası xzibit'in daha sert vokal performansı daha hoşuma gitti. onun dışında diyecek çok bir şey yok. akılda kalıcı mısralar bulamamışlar. şarkının da albümün genel havası ile hiçbir bağlantısı yok. run dmc ile yaptıkları şarkıyı bazı versiyonlarda bonus track olarak kullanırken bunu albüme niye koyduklarını pek anlamadım.

10. Take A Look Around

albümün ikincisi yüzünü bir başka bizkit klasiği take a look around ile açıyoruz. aslında bu şarkı albüm çıkmadan çoktan dillere düşmüştü. mission impossible 2 için lalo schifrin tarafından bestelenen görevimiz tehlike'nin temasının üstüne albümün klasik formatını takip ederek yeni bir şarkı yazmışlardı. aynı albümde metallica'nın film için özel yazılmış i disappear'ı da vardı. hatta iki şarkıya da klip çekilmiş, benzer zamanlarda müzik kanallarında gösterilmişti. filmin soundtrack'i mayıs ayında çıkmıştı. i disappear hiçbir metallica albümünde yer almazken, take a look around'un bizkit'in yeni albümünde yer aldığını gördüğümde çok sevinmiştim. şarkı için denecek tek şey muazzam olduğu. borland, schifrin'in temalarını şarkıya çok çok iyi yedirmiş. nakaratta, gitarın tonu çok gaza getirici. rivers'ın bas gitarı, aksiyon filmlerine yakışır bir heyecan yaratmayı başarıyor. otto'nun zilleri ve hi-hati bir ayrı güzel tınlıyor. fred durst'ün nakarattaki tekrarları çok gaza getirici. belki yıllardır çok kez dinlediğimdendir ama durst'ün albümde en çok akılda kalan sözleri bu şarkı için yazılmış. özellikle "benden neden nefret etmek istediğini biliyorum çünkü dünyanın son zamanlarda gördüğü tek şey nefret" nakaratı durst'ün kalemi için oldukça olgun geliyor bana. şarkıyı dinlerken "now i know why you wanna hate me" kısmında zıplamayacak ya da kafa sallamayacak çok az insan vardır herhalde.

11. It'll Be OK

it'll be okay bir başka duygusal fred durst şarkısı. müzikal olarak "the one" ile çok benzeştiğini düşünüyorum. söz olarak ise the one'daki umutlu bekleyişin aksine biten bir aşkın acısı ve kaybolup gitme isteği şarkıda mevcut. wes borland'ın sadece power chord basmadigini, daha sakin ve melodik rifler de yazabilmesini gösterdiği için önemli. onun dışında biraz sabun köpüğü bir şarkı. kıtalar ortalama buluyorum. nakarattan da zevk aldığımı söyleyemem.

12. Boiler

boiler albümün dördüncü ve son single'ı olarak çıkınca çok şaşırmıştım çünkü bir kasedin ikinci yüzünün ortalarından bir şarkından single olduğunu pek görmemiştim, bir de şarkı beni o kadar vurmamıştı. klibi ile birlikte daha etkileyici olsa da şarkı, bir önceki şarkının temasını hem söz hem müzik olarak devam ettiriyor. ancak durst'ün performansı bu şarkıda çok daha iyi. zaman zaman bıkkınlığı ya da öfkeyi vokaline başarı ile yansıtıyor. şarkının bas gitarını çok seviyorum. şarkıya kendi imzasını atmayı başarıyor. davul da şarkı boyunca iyi. özellikle "depending on you is done" kısmında davul verilmek istenen gerginliği çok iyi veriyor. bu şarkının da sonunda ufak bir hidden track koymuşlar. burada fred durst bizim tecrübe ettiklerimizin yalan olduğunu söyleyip, her şeyi tekrardan düşünmemizi istiyor. nedendir bilinmez. bu bölüm albümün sanki sonuna gelmişiz gibi hissettirse de aslında öyle değil.

13. Hold On

hold on'da sürpriz bir konuk bizi bekliyor. grubun bir önceki albümünde de yer alan rahmetli scott weiland bu şarkıda hem vokalist hem de söz yazarı olarak karşımıza çıkıyor. ben uzun süre bu şarkıda konuk şarkıcı olduğunu farketmeyip, fred durst'ün ilginç bir vokal tarzı benimsediğini düşünüyordum. ama değilmiş. durst, weiland'ın tarzını güzel taklit etmiş. grunge'dan etkilenmiş bir ballad bu eser. iki yavaş şarkıdan sonra gelmesi şanssızlığı olmuş. wes borland'ın rifi şarkıyı müzikal olarak taşırken şarkının sonuna oldukça efektli, sakin bir gitar solosu da eklenmiş. otto'nun davul çalma tarzı ve tonu şarkıya hipnotik bir hava vermekte. ancak şarkıyı uzattıkça uzatmışlar. aslında üç dakikada toparlanacak şarkı neredeyse 6 dakika sürüyor. bizkit'ten farklı bir şeyler duymak isteyenler için önerilecek bir şarkı.

14. Rollin'

albüm üst üste gelen üç şarkının sakinliğiyle bitmeyi tercih etmiyor. hatta oldukça mayıştığımız anda "play the fuckin' track" diye bağıran durst ıle `rollin' (urban assault vehicle)` başlıyor. şarkı rollin'in hiphop versiyonu. kadro cidden acayip. bizkit ile önceki albümde çalışan bir başka isim method manin yanı sıra redman ve dmx de bu şarkıda. prodüktör de swizz beatz. yani kadro canavar. ortaya çıkan ürün pek fazla beklentileri karşılaması da aşırı kötü değil. bence şarkının en iyi kısmı beatz'in şarkının ana temasından yarattığı beat. ama bu şarkı da neredeyse 6,5 dakika sürüyor ve arkaplan pek değişmiyor. o yüzden beat biraz bıktırıcı hale geliyor. dört şarkıcıya yedi kıta verilince, şarkıcıların aralarında paslaşıyor olması güzel. ama çok fazla öne çıkan bir performans yok bence. hepsi görevini yapıp gitmiş gibi. hatta getcha groove on'da da olduğu gibi durst, bu baba rapcilerin yanında zayıf kalmış bile denebilir. şarkıdan nefret etmesem de bu albümde yeri var mıydı, ya da iki tane rollin' versiyonu gerekli miydi, bunu pek bilmiyorum.

15. Outro

albümü bitti derken karşımıza bu sefer de outro çıkıyor. intro'daki robot sesi "evrensel iletişim" görevinin başarıyla tamamlandığını ve görevin sonlandirildigini bildiriyor. sonra da girişteki elektronik melodiyi dinliyoruz. ama gel gör ki albüm kapağında sadece iki dakika gözüken outro biteyazarken "fuck limp bizkit man" diyerek şarkıya ben stiller dahil oluyor ve müzik bitse de stiller'ın limp bizkit hakkındaki komikli şakalı yorumlarını dinlediğimiz bir hidden track başlıyor. fred durst de ara ara sorular sorarak konuşmayı yönlendiriyor. bu geyik muhabbeti bitince de bir değil, iki değil, tam üç dakika ben stiller'ın kahkahalarini dinliyoruz. bu da yetmiyor gibi bundan sonra iki dakika da tekdüze bir ritm üstüne durst'ün telesekreterine gelen mesajları (ki bunlardan biri mark wahlberg'e ait) dandik bir kalitede dinliyoruz. outro en sonunda bittiğinde 9 dakika sürmüş oluyor. herhalde şu ana duyduğum en kötü albüm bitirişi bu albümde olsa gerek.

yine de, ne albüm ama...

significant others'tan sadece bir sene sonra çıkmasına rağmen bu kadar çok şarkı içermesi ve uzunluğu takdire şayan olsa da zayıflığı belki grubun tüm bu şarkıları ekleme isteğinden kaynaklanıyor. işin daha komiği albümün extended versiyonlarında üç tane daha yeni şarkının olması. grup için çok bereketli bir dönem olduğu belli ama her şarkı aynı kalitede değil. aslında albümde birkaç şarkıyı çıkarıp, sıralamayı değiştirseler ve albüme bir de daha düzgün bir isim verilip daha çok ciddiye alınmasını sağlasalardı, albüm "gençler zamanında neler dinliyormuşuz yahu" muhabbetlerine meze olmak yerine daha usturuplu yorumlar alırmış. bu albümü ilk kez dinleyip çok sevdiğimde de aslında bunların farkındaydım. lakin şimdi dinlediğimde şarkı sözlerinin zayıflığının, sevdiğim şarkıların aynı tornadan çıktığının da farkında vardım. buna rağmen hala bazı şarkıların çok sağlam ve gaza getirici olduğunu söylemek lazım. kaç yaşına gelirsen gel, bir anda hızlanan ve borland'ın sert gitarı ve durst'ün fırlama vokali ile coşan nakaratlar kan kaynatıyor.

en baştaki kıyaslamaya geri döneyim

şimdi baktığımda albümün dönemdaşı hybrid theory'nin daha iyi bir albüm olduğunu kabul etmem gerek. chocolate starfish elbette daha sert bir albüm, hybrid theory ise hiphop ve pop'a daha çok göz kırpıyor. ama şarkı çeşitliliği, altyapı zenginliği, sözlerin altının daha dolu olması, çift vokal, grubun duruşu derken hybrid theory, chocolate starfish'in çok önünde geliyor. bir de hybrid theory'nin lp'nin ilk albümü olduğunu unutmamak lazım. tarih de bunu doğruladı aslında. linkin park, zaman zaman yaptıklarıyla eleştirilse de belli bir saygınlığa erişti ve chester bennington'ın trajik ölümüne kadar pek fazla ortadan kaybolmadı. bizkit ise bu albümden bir yıl sonra wes borland ile yollarını ayırdı. yeni gitarist bulma çalışmaları fiyasko oldu. bir sonraki albümün adı ve şarkı listesi albüm çıkana kadar değişip değişip durdu. 2003'te çıkan results may vary durst'ün ruh haline odaklanan, daha kişisel bir albüm oldu ama o da çok uzun süren ve de çok bayık ve yavaş şarkıların üst üste geldiği bir çalışmaydı. kısa sürede unutuldu. o albüm sonrası bizkit'in kariyeri aşağıya doğru gitmeye devam etti. grubun klasik kadrosu şu an bir arada olsa da yeni şarkı çıkarmak için pek aceleci değiller. ellerinde hazır bir albüm var ama ne zaman yayınlarlar hiç belli değil. ama konser performansları halen çok iyi gibi gözüküyor. bir yerde yakalarsam "keep rollin'rollin'rollin'rollin'" diye bağırırız elbette. bu albümü de tekrardan dinlemek hoş oldu. ama bir significant other değil.

2,5/5 verdim gitti.
albümü en iyi anlatan şarkılar: my way, boiler, getcha groove on

Emo Kültürünü Özetleyen My Chemical Romance Albümü: Three Cheers for Sweet Revenge

Sezen Aksu'nun, Yıldız Tilbe ve Uzay Heparı İlişkisinin Ardından Yaptığı Albüm: Deli Kızın Türküsü