TELEVİZYON 30 Ekim 2020
80,2b OKUNMA     569 PAYLAŞIM

Netflix'in En Kaliteli İşlerinden Biri Olan The Queen's Gambit'in İncelemesi

Walter Tevis'in 1983'te yayımlanan The Queen's Gambit romanına dayanan 2020 yapımı Netflix dizisi The Queen's Gambit'in detaylı incelemesi.

benim tarihi dramalardan daha çok sevdiğim şey merkeze sorunlu bir dahinin alındığı tarihi dramadır. ondan daha çok sevdiğim şey bu hikayenin aynı zamanda bir derdi olmasıdır. her zaman denk gelmiyor tabi ama bundan daha çok sevdiğim şey bu konunun tam tonunda anlatılabilmesidir. netflix'in yeni mini dizisi the queen's gambit'in iddiası da bu yönde. dizi 60'larda geçiyor, merkezde sorunlu bir dahi var, erkek egemen bir alanda var olan bir kadını anlattığı için sosyal konulara da değiniyor. etiket bu şekilde ama önemli olan bu elementleri nasıl kullandığı ve izleme keyfimizi göklere çıkarak şekilde hikayeyi derli toplu bir araya getirip getiremediği. ben de açıkçası bu konuda başarılı olduklarını umarak diziyi izlemeye başladım. şimdi the queen's gambit vaatlerini yerine getirebilmiş mi bir bakalım.


--- spoiler ---

ana karakterimizle başlayalım. beth daha önce pek çok kez izlediğimiz sorunlu dahilerden biri. peki sorunlu dahi yazım mekaniği nedir? bu mekanikte herhangi bir insana inandırıcı bir "süpergüç" verirsiniz. böylece diğer karakterlerin tıkanacağı yerde katı neden sonuç ilişkisine girmeden "problemi çözdü çünkü çok zeki. bunu yapabildi çünkü şöyle dahi." diyebilirsiniz. bu yazım anlamında bir rahatlıktır. ancak yazım işi dengedir. eğer süper hızlı bir araba yazacaksanız izleyiciyi sıkıntıdan öldürmemek için bu arabayı atıyorum çok dayanıksız yapmanız gerekir. çünkü hem hızlı, hem sağlam, hem dengeli bir arabanın zaten bütün yarışları kazanacağı garantidir. bu nedenle ana karakterinizi yükseltip seyirciyi etkilemeye çalışırken onları kaybedebilirsiniz.


dahilere de genelde sorunlu bir psike yazılır. bunun iki nedeni var. birincisi tarih çok zeki, alanında başarılı olup mental problem yaşayan insanlarla dolu. yani gerçek hayattan biraz esinlenme var diyebiliriz. ikinci neden de bağımlılık gibi problemlerin zekayı direkt olarak etkilemesi. çünkü yazılacak negatif ögenin hikayeyi ileri taşıyan özelliğin tam karşısında durması gerekir. eğer siz "bu kız çocuğu satrançta çok iyi ama atıyorum bahçecilik bilgisi çok zayıf." derseniz izleyici "o zaman bahçecilik yapmayıversin." der ve bu hikayenin akışı için hiçbir gerilim yaratmaz. ancak bağımlılık dizide de gördüğümüz üzere beth'in oyununu etkiliyor. bu nedenle yerinde kullanılmış bir mekanik diyebiliriz buna.

bu yazım mekaniğinin bir tuzağı da sorunu temellendirme kısmı. uyum sorunları var, bağımlılık geliştiriyor çünkü çok zeki demek şu dönemde pek işe yarayacak bir şey değil. burada ise flashback ve döngüsel karşılaşmalar ile beth'in kötü alışkanlıklarının temelini atmışlar. çocuklar genelde ailesini rol model alır. beth'in de iki adet rol modeli var burada. birincisi öz annesi alice, ikincisi de kendisini evlat edinen şen şakrak kadın alma. bu rol modeller arasında beth için bir patern oluşturacak kadar benzerlik var.


iki kadının da potansiyeli yüksek. alice matematik alanında phd sahibi. alma ise piyanist. buraya kadar bir çocuğa rol model olmak için iyi bir profil çiziyorlar ancak bir adım ilerisinde iki kadının da potansiyeline ulaşamadığını görüyoruz. alice bir karavanda yaşıyor, alma ise sahne korkusunu aşamadığını söylüyor. bu nedenle beth, potansiyelini gerçekleştirmenin mutluluğuyla değil, yeteneğin yok olmasının anksiyetesiyle büyüyor.

ikinci nokta iki kadının da kendilerini mahvetme eğiliminde olması. alice'in belli ki toplumla uyum sorunları var ve mesela gölde yüzmeye gittiği flashback'te bileğinde kesik izi görülüyor. demek ki daha öncesinde de intihara kalkışmış. alma ise kendi deyimiyle alkolle uzun süredir flört ediyor. bu nedenle beth de potansiyelini gerçekleştiremeyeceğini düşündüğü her anda alkole ya da ilaçlara koşuyor. bu sebeplere bakarsak beth'in bağımlılık geliştirmesi ve yeteneğiyle problem yaşaması gayet mantıklı şekilde temellendirilmiş diyebiliriz. karakter toplamında ise başarılı bir yazım var burada.

normalde bu mekanik finalde toparlanmaz. yani toparlanabilir ama dahinin mutlak zorluğu çözmek için daha da derinlere gitmesini tercih ederler normalde. burada ise hikaye temelinde aynı zamanda bir büyüme öyküsü olduğu için beth'in satranç oynamak için kötü alışkanlıklarının nasıl önüne geçtiğini de görüyoruz. önce kullandığı sakinleştirici hapları ve alkolü bırakıyor. daha sonra yalnız kurt olarak geçirdiği hayatında tüm dostlarından sırasıyla destek alıyor ve daha umutlu bir şekilde final yapılıyor.


dizinin dikkat çeken bir diğer özelliği de dönemi kullanışı. netflix'in bu konuda zaten belli bir standardı var ve bunun altına düşmüyorlar. the crown gibi dizilere bakarak bu konuda ne kadar başarılı olduklarını görebilirsiniz. bu dizide de 60'ları bütün canlılığıyla, gösterişiyle ve tarzıyla yansıttıklarını söyleyebiliriz. saç şekillerinden kıyafetlere, parlak renklerden mobilyalara kadar hiçbir sahnede dizi size bu gördüğüm şey 2020'de çekildi dedirtmiyor.

dönem sadece görsellerde değil aynı şekilde hikayeye de yansımış. burada ana rakip sovyet oyuncu borgov. ancak döneme uygun çalışalım derken klişeye koşma riski de var. çünkü izleyici her konuyu daha önce izlediği şeylerden referans alır. klasik ve hayli sıkıcı amerikan filmlerinde de eskiden soğuk savaş üzerinden amerika propagandası yapılırdı. ancak the queen's gambit bu tuzağa düşmemiş. hatta bunu yapmayacaklarını özellikle belirtmek için beth'e, sovyet'lere karşı konuşma yapmasını dikte eden hristiyan gruba karşı "ben bir satranç oyuncusuyum." dedirtmişler. bu da evet rakip ruslar ama bu bir satranç dizisi mesajını iletmiş. peki rakibin ruslar olmasının ardında yatan hiç mi bir şey yok? hayır yok. çünkü satranç tarihi boyunca pek çok dominant rus oyuncu var. bu nedenle bir oyuncunun kabusunu anlatmak istiyorsanız karşısına rus bir rakip koymak en mantıklı seçenek gibi duruyor. hikaye de bunu seçmiş. eğer bunu yapmayı düşünecek olsalardı finalde beth'i moskova'da bir parkta satranç oynarken değil amerikan başkanının elini sıkarken görürdük zaten.

dizideki sosyal meseleler bununla da sınırlı değil. dönemi zihniyet olarak da işliyorlar aynı zamanda. bir hikaye anlatırken aktarmak istediğiniz bir mesaj varsa burada dikkat etmeniz gereken iki nokta var. birincisi mesajın değeri. bu dizinin olay örgüsü "erkek egemen bir alanda mücadele eden bir kadın" fikrinin etrafında dönüyor. bununla da ilgili "ya yine mi feminist hikayesi?" şeklinde eleştiriler gördüm. önce durdum bir geriye çekilip baktım, sonra hmm dedim bir de sağından solundan baktım. sonra herhalde vardır bir şeyi diyerek bir de ters çevirip baktım ancak bu eleştiride elle tutulur bir nokta göremedim. çünkü verilen mesaj kıymetli. mesela bir ülke diğerinin kaynakları için işgal etmiş olsun. siz tutar da işgalci ülkeye güzellemeler yazarsanız vermek istediğiniz mesaj eleştirilir. ancak kadınlar zaten sosyal hayatta çok uzun süredir baskılanıyor. 2020 yılında bile bu işi kadınlar "da" yapabilir demek aslında dünyanın hala ne kadar bağnaz olduğunun göstergesi bana göre. tarih de başarılı kadınların cezalandırıldığı örneklerle dolu. hypatia kadar geriye gitmeyelim mesela dizi 60'larda geçiyor, hemen yanı başında duran kathrine switzer örneğine bakabiliriz. satranç görece daha "elit" bir oluşum olduğu için switzer'ın başına gelenler yaşanmıyor bu dizide. ancak zihniyet aynı zihniyet.


mesaj verme konusunda dikkat edilmesi gereken ikinci nokta da bu mesajı aktarma yöntemi. dünyanın en haklı fikrini bile savunuyor olsanız bunun tonunu ayarlayamazsanız itici olursunuz. özellikle sinemada amacınızın belli olması tekniğin çöküşü demektir. atıyorum bir sahne var ve siz "bu sahneyi beni duygulandırmak için çekmişler." diye düşünürseniz o sahnede duygulanmazsınız. bu nedenle anlattığınız hikayenin derdini dev pankartlarla değil ufak bir bakışla, bir jestle, bir bekleyişle anlatması gerekir. bu konuda dizinin başarılı olduğunu söyleyebilirim. çünkü beth'e yapılan baskının tonu düzgün ayarlanmış. normalde ne olur bir kadın alanına ilk defa girer. burada erkekler tarafından kendisine pek kulak asılmaz. ancak çok önemli bir sorunu çözer. bu noktadan sonra daha yüksekteki rakiplerle uğraşması gerekir artık. ancak izleyici sinirlensin diye kendisinden seviye olarak kat kat aşağıda insanlar tarafından hor görüldüğünü izletmek (her ne kadar gerçek hayatta böyle olsa da) anlatılan hikayenin dengesini bozar. burada ise beth turnuva kazandıkça yendiği insanların kendisine saygısı artıyor ve beth yeni rakiplere doğru yola çıkıyor.

şimdi geldik dizinin en önemli noktasına. yani bu parçalar nasıl bir araya geliyor. burada mini dizi olmanın avantajını kullanmışlar ve hiçbir konuya gereğinden fazla vakit ayırmamışlar. bu da dengeli bir ton yakalamalarını sağlamış. mesela beth'in izole geçen bir çocukluğu var, townes'e karşı karşılık bulamayacak aşkı var, yenilgileri, zaferleri var, baba figürü olacak iki kişi tarafından terk edilmesi var. var da var. bunları anlatıyorlar ama hiçbir sıkıntı ya da mutlu an bıktıracak kadar uzun sürmüyor.

dizinin genel tonu konusunda en güzel temsili marielle heller'in başarıyla canlandırdığı alma yapıyor sanırım. kendisi büyük travmalar yaşayan kısa süre içinde beth ile birlikte dibi ve zirveyi gören bir insan. ancak dipteyken bile o neşesini asla kaybetmiyor. zirvedeyken de burada fazla kalmıyorlar maalesef.


ton için heyecanın yükseldiği anlar da lazım. burada gerilimi de hikayeye uygun şekilde çalıştırmışlar. normalde futbol gibi basketbol gibi bir müsabakanın filminde heyecan yaratmak görece kolaydır. çünkü orada büyük hareketler var. birileri zıplıyor, birileri koşuyor, bağıran yüzlerce taraftar var falan. burada ise zaten satranç oynanan ortamın sessiz olması gerekiyor. bu nedenle daha minimal ama daha etkileyici kullanımlar var. genelde bunu satranç taşlarıyla saat sesini birleştirerek yapmışlar. tempo katmak istediklerinde de speed chess sahneleri ekleyerek o dinamiği yakalamışlar.

diziyi izlerken de bu hikaye türkiye'deki bir yapımcının elinden çıksa nasıl olur diye düşündüm. vıcık vıcık romantizm, aşırı ağlamalı tartışmalar, romantik olduğu düşünülen ancak zaman kaybına yol açacak uzun ve anlamsız bakışmalar, saçma sapan yüzleşmeler ile hikaye gırtlağına kadar çamura batırılırdı muhtemelen. bu hikayede ise her anda ton düzgün bir şekilde ayarlanmış.

--- spoiler ---

sonuç olarak the queen's gambit son zamanlarda netflix'te yayınlanan en kaliteli işlerden biri olmuş diyebilirim. gelecek için de umut verici durumlar da var burada. anya taylor-joy daha öncesine peaky blinders'ta dikkat çekici bir performans sergilemişti. burada da başrollerin hakkını verebileceğini göstermiş. harry potter serisinde dudley'i canlandıran harry melling de yakın zamanda the devil all the time ile karşımıza çıkmıştı. orada yüksek bir performansı vardı. burada ise diziye uygun şekilde sakin ancak duygularını ifade eden bir rolde izliyoruz kendisini. bu nedenle bu iki ismi ileride daha çok duyacağız sanırım.