FELSEFE 21 Mayıs 2018
37b OKUNMA     753 PAYLAŞIM

Mutluluğun Dış Koşullara Bağlı Olmaması Gerektiğini Savunan Düşünce Akımı: Stoacılık

Mutluluğun, insanın temel amacı olduğunu ve aynı zamanda bu mutluluğun dış koşullara bağlı olmaması gerektiğini savunan, Helenistik felsefenin en önemli akımlarından olan Stoacılık'a dair birtakım bilgiler.

stoacılara göre, mutluluk dışsal olaylara karşı doğru zihinsel yaklaşımda bulunmakla ilişkilidir. doğru girişim niyetine sahip olmak yeterlidir. dışsal şartlar başarıyı engelleyebilir ama mutluluk içeriden gelir.

eğer bir kişi kendi doğasına, hayattaki konumuna ve görevlerine uygun bir biçimde hareket eder ve seçimler yaparsa, mutluluğu başarabilir. zira bu aynı zamanda tanrının da planıdır. bu anlamıyla, doğa ve tanrı eşdeğerdir ve logos yani akıldır) eğer kişi doğru biçimde düşünürse, onun planını (nedenini ve aklını) tanıyacaktır.

bunu ancak kişi kendisi için yapabilir, bir başkası onun için yapamaz. bu bakımdan stoacılar kendine güvene, kendine yetinmeye büyük önem vermişlerdir. kişinin mutluluğu ancak kendi eylemlerine ve sadece tek başına kendi düşüncelerine bağlıdır.

bu nedenlerle stoa felsefesi yazgı ya büyük önem verir. tanrı her yerdedir ve herşeyin düzeninde yer alır. doğa ya da tanrı bu bakış açısıyla akılcı ve yardımcıdır. dolayısıyla, aklını kullanan kişi yazgısını tanrının planının bir parçası olarak kabul eder,bu planın kendisi için iyi olduğunun farkındadır.

seneca, stoacı şair ve düşünür şöyle der:

“dilediğin yere götür beni, baba,
yüksek gökyüzünün yöneticisi, kuralla uyumlu kalmak nedir bilmez
yazgı istekli olanı götürür, isteksizi de süründürür”

peki eğer herşey baştan belirlenmişse, insan eylemlerinden nasıl sorumlu tutulabilir?

bir stoa düşünürü olan chrysippus buna şöyle yanıt verir:

eğer birisi yokuşun başında duran silindiri iterse, silindir aşağı doğru yuvarlanacaktır. fakat yuvarlanma sebebi sadece aşağı itilmesinden kaynaklanmaz. bu izleyen nedendir (antecedent cause) aslında düşmeyi belirleyici neden silindirin kendi şekil yapısı, silindirik olma durumudur.

aynı izleyen neden bir kübe uygulanmış olsaydı, yuvarlanma meydana gelmeyebilirdi. kübün köşeli doğası buna izin vermeyecekti. aynı şey insan için de geçerlidir. dışsal nedenler veya dış nedenler değişik yönlerde harekete geçirici olsalar bile, reaksiyon kişinin kendi doğasına bağlıdır

stoacılar tanrının doğanın her yerine nüfuz etmiş olduğunu ve herşeyin bir plan ya da logos tarafından kontrol edildiğini düşünmüşlerdir. akılcı olmayan aşırılıklardan uzak durmak, duygusal aşırılıklardan uzak durmak, hayatın doğal akılcılığına güven ve kişinin kendi kendine yetebilme yönünde

doğru eylemde bulunma istekliliği stoa düşünürünün temel dayanak noktalarıdır.

tarihsel dönemi içinde değerlendirildiğinde, yavaş yavaş tarihe karışan site yaşamının gölgesindeki bireyin kendini sorgulaması ve dünyada kendine anlamlı bir yer bulma çabası olarak anlaşılabilir. hüzünlü bir hikayenin başlangıcıdır stoacılık, dünyadan kaçışın, insanın kendi bedenine hapsedilmesinin düşünsel miladını gösterir bize. 

bir zamanlar var olmanın, insan olmanın vatandaş olmak anlamına geldiği; yaşamanın site yaşamında aktif olarak yer almak olduğu, bireyin kendini gösterebileceği alanlar bulabildiği bir dönemde, kimse tarafından yönetilmeyip kimseyi yönetmezken, koca bir boşluk içine düştüğü zamana işaret eder. sürekli genişleyen bir imparatorluk düşüncesi, bir birlik hayali, erişilemeyen bir gücün gölgesi altında kaybolan bireyi temsil eder. kendine kalan bedenine sarılan, onu açıdan, zevkten korumaya çalışan, dünyada kaybettiği yeri soyut bir düzlemde yakalamaya çalışan insanın dramının göstergesidir stoacılık.

bu yüzden hegel, efendi köle diyalektiği'nde stoacılığı tarihsel bilincin ilk aşaması olarak algılar. stoaçılık ona göre, bireyin asimetrik bir ilişkide, varlığını kanıtlamak yolunda attığı ilk adımdır, kendine ait bir zihnin, kendine ait bir özgürlük alanın yaratılması çabasıdır. kişi, diğeri yoluyla erişemediği varlığının tanınması olgusunu kendine referansla kurgular, dönüştüremediği, katılamadığı bir dünyaya karşı kayıtsızlıkla yaklaşmaya başlar. ihtiyaçlarından, ilişkilerinden, dünyevi olan herşeyden sıyrılmak stoacılığın özgürleşme yolunda öngördükleridir. ölümü de bu yüzden bu denli sıcak karşılarlar. ölüm özgürlüktür, ölüme hükmetmek ise, dünyaya katılamamış bireyin elinde kalan son güçtür.

"stoacılık, yalnızca öğretinin kurucusu olan kitionlu zenon un felsefesini değil, aynı zamanda da bu okulu yöneten öğrencileri ve öğreticileri de kapsar." böyle bir giriş yapıyor jean brun, le stoicisme'ye. (stoacılık, jean brun, sf:11, iletişim yay.)

bu okulun tarihçesi geleneksel olarak üç büyük döneme ayrılır

1- eski stoacılık: i.ö. iii. yy.'da merkezi atina. en büyük hocalar; zenon, kleanthes ve khrysippos
2- orta stoacılık: i.ö. ii. yy.'da, latinleşmiş stoacılıktır. mühim isimler; babilli diogenes, tarsuslu antipater, rohodoslu panetius, apameli posidonius
3- imparatorluk dönemi stoacılığı: i.s. i. ve ii. yy.'da temelinde romalılar olan dönemdir. ve konu olarak kendilerine ahlakı aldıklarından, mantık ve fiziği tamamiyle bırakmışlardır. (yine karşımıza çıkan romalı pragmatist karakteristiği!) dönemin mühim isimleri; seneca (seneca 'nın filozofluğu, saraydaki yaşam biçiminden ötürü tartışmalıdır.), musonius rufus, epiktetos ve marcus aurelius

çok karışık bir felsefi coğrafyada ve dönemde; aslında birbirlerine rakip olan iki okul; epikurosçuluk ve stoacılık aslında özde aynı şeyi vazife edinmişti; insana, yaşamın kurallarını verebilecek kesinlik ölçütlerini ve onu doğayla barıştırmaya elverişli eylem ölçütlerini öğretmek; ortak istence; doğayla uyumlu yaşamak! 

fakat yöntemler farklıdır; epikuros düşünce sisteminde; 'insanın, doğrunun ve iyinin ölçütü olarak verilen duyumlamaya boyun eğerek doğayla uyumlu yaşama' söz konusu olduğundan, bu düşünce biçimi, duyumlayıcılık ve hazcılık olarak da gelişir. karşı tarafta ise, stoacı zenon; insanın, tanrının istencini ifade eden olaylar düzenine uyarak doğayla uyumlu yaşamasını ister ve böylece stoacılık bir maddecilik ve ahlaki akılcılık olarak gelişir.

stoacı doğalcılığın bilgeliği kurmaya elverişli bir doğanın bilgisini içerir ve fiziğin kimi zaman bir başlangıç noktası ve felsefenin temeli, kimi zaman da bir varış noktası olduğu ve felsefenin serpilişi için verilmiş olduğu anlaşılacaktır. zira bilge, akla uygun olarak doğayla uyumlu yaşayan kişidir. felsefe de, sayesinde doğaya uygun olarak , yani tanrının istencine uygun olarak, akla uygun olarak yaşamakla düşüncelerimize ve eylemlerimize birlik vereceğimiz bir bilgidir.

stoacılar için dünya bir canlıdır, tıpkı içiçe geçtiği tanrı gibi (spinoza, deus sive natura), yönelim ve duygudaşlık yapısına yön verir ve insan için yaşamak, evrensel yaşamla uyum içinde yaşamaktır. bu nedenle stoacı deneyimcilik, aristoteles'te olduğu gibi niteliksel iletinin deneyimciliği değil de insan ve dünyanın birbirlerinin içine işleyişlerinin deneyimciliğidir: duyumlamak dışta bulunan tarafından dönüştürülmüş duyulara ve ruha sahip olmaktır, bu dönüşüm, kendisine yol açanla uyum içinde olabilir ve bu durumda doğrunun içindeyizdir ya da onunla uyuşmazlık içinde olabilir ve bu durumda da hatanın ve tutkunun içindeyizdir.

aristotelesçi akıl yürütme; "sokrates bir insandır, bütün insanlar ölümlü olduğundan, sokrates de ölümlüdür." şeklinde örneklenirken, stoacı akıl yürütme ise zamanla alakalı olduğundan; "kadının sütü varsa, doğurmuştur." şeklinde vücud bulur. aristoteles için zaman, herşeyden önce türeyişin ve bozuluşun zamanıyken, stoacılar için zaman, yalnızca tanrısal bilgeliğin ifadesi değil, aynı zamanda da evrensel yaşam dinamiğinin ve onun uyumunun da ifadesidir. öyleyse bilgelik, zamana yani yaşama, dünyaya ve tanrıya boyun eğiştir.

zenon, onay verme ve bilim'i şöyle örneklemiş ellerinde;
"tasarım buradadır;" parmaklarını uzatmış halde ellerini göstererek
"işte onay verme de buradadır;" parmaklarını biraz kıvırarak
"anlama da budur;" yumruğunu göstererek (şimdi hoş mu bilmem, ilginç bir tesadüf dikkatimi çeki, geçen sene şu meşhur kıbrıs referandumu sırasında, mhp'li gençlerin hazırladığı bir afiş duvarları süslüyordu, afşte bir yumruk, ve yumruğun etrafında ab yandaşları ve çeşitli kişiler bulunmaktaydı. ve tabi o unutulmaz yazı: "onlar bundan anlar!" meğerse o gençler de zenon takipçisiymiş.. behey.. ) bu anlama hadisesine de, zenon, katalepsis adını vermiş.

ve son olarak; sol elini, kapalı yumruğa yaklaştırmış ve ardından onu kuvvetlice sıkı sıkıya tutmuş. işte bu da, bilge'den başka hiç kimsenin sahip olmadığı bilimin burada olduğunu simgelemekteymiş. bu bilim, aslında doğanın zamanı doğrultusunda çıkagelene rıza gösterilmiş bir katılma yoluyla kendini ifade eden bir bilgeliğin kalkış noktasıdır. bilim insanın, kendisini taşıyan doğanın yapısına katılmasını sağlayan şeydir, böyle bir edimle insan, belli bir biçimde tanrının kendisiyle de uyum içine girer çünkü "akıl, tanrısal tinin, insanların bedenine gömülmüş bir parçasından başka bir şey değildir." (seneca, epistulae, 66, 12)

doğayla uyum içinde yaşamak için, onunla uyuşmak gerekir, bu uyuşma, var olanla bir yakınlaşmayı, bir duygudaşlığın bilincini elde etmeyi içerir; bu nedenle stoacılar için duyumlamalar, ruhun nesnelere doğru gidişinde izleyebileceği farklı yolları temsil eder.

stoacılar için; doğa, tanrı ve ateş terimleri eşanlamlıdır. doğayı tanrısallaştırmak ya da tanrıyı doğalaştırmak, insana tanrıyla ilişki kurma olanağını ve kendisini saran gerçekliğin içinde, kendi yaşamına düzenli bir anlam vermeye uygun bir kararlılık bulma olanağını verir. bu yüzden stoacı fizik, kendini asla bilgi insancılığının akılsal bir sistemi olarak sunmaz, ama aynı zamanda bir kosmoloji olan bir teoloji olarak ve ifade garip görünse de tinselci bir maddecilik olarak sunar.

entiriyi marcus aurelius 'un bir sözüyle kapamak istiyorum;

"..ey dünya, sana uygun gelen herşey bana da uygun gelir. senin için mevsiminde olan hiçbir şey benim için erken ya da geç değildir. saatlerin bana getirdiği herşey, benim için lezzetli bir meyvadır; ey doğa! herşey senden gelir; herşey senin içindedir; herşey sana döner." (pensees, iv, 23)